Sayfalar

Kazım Mirşan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kazım Mirşan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Haziran 2010 Cumartesi

OK, UÇ, ON, AT ve OW, UW, OĞ TAMGALARI

Daha önce de söylediğimiz gibi, şimdi kullandığımız alfabe ve onun dayandığı LÂTİN alfabesinde harfler bir mânâ ifade etmez. Çoğu bir hece bile değildir. Ancak başka harflerle birleşerek heceleri, heceler de kelimeleri oluşturur. çoğu hece de bile anlam yoktur, anlamlar kelimelerle ortaya çıkar.

Halbuki PROTO-TÜRKÇE yazı sisteminde öyle değildir. PROTO-TÜRKÇE’de TAMGA sistemi vardır. ÇİZGİLER, NOKTALAR ile ifade edilir ve her biri kendi içinde tam ve yeterli bir anlam taşır.

Meselâ, yukarıdaki TAMGALAR’dan,

- OQ (OK) = yeryüzü kişisi, yeryüzünde varoluş,

- UÇ = bey, han, lider, bayrak

- ON = kozmos, kozmos kişisi,

- AT = ad, TANRI’ya atılma, egemen

anlamına gelirler. Dikkat edilirse, hepsinin SESLİ HARF’le başladığı görülür. TÜRKÇE’de bazı SESSİZ HARFLER’in kelime başına gelmemesi meselâ R), bazı yabancı kelimelerin SESSİZ HARF’le başladığı için (stasyon, spirit) TÜRKLER tarafından başına bir SESLİ HARF getirilerek okunması da (istasyon, ispirto, Rus-Urus, Recep-İrecep gibi), bu yüzdendir.

TEK başına iken bu anlamı taşıyan ve birer kelime olan bu TAMGALAR, eğer bir CÜMLE içinde iseler iki şekilde karşımıza çıkar. Birincisi, okunuşunu ve anlamını korur. İkincisi, başındaki SESLİ HARF düşer, kalan SESSİZ HARF’ten sonra başka SESLİ HARF gelir ve cümle içinde yerini öyle alır.

Bir daha tekrarlamak gerekirse, eski TÜRKÇE’de her işaret TAMGA’dır, aynı zamanda tek seferde söylenebilen bir HECE’dir, ve ayrı bir KAVRAM ifade eden bir KELİME’dir. Eski TÜRKÇE’nin aslı HECE-KELİMELER’den oluşurdu. Sonradan heceler kaynaşarak kelimeler oluşturmuştur.

Bugün ÇİNCE, JAPONCA, KORECE böyle bir YAZI’ya ve HECE-KELİMELER’den oluşan bir dile sahiptir. Ancak bunların en eskisi ÇİNCE bile, M.Ö. 1700’den önceye gitmez. Yani ÇİNCE’nin TÜRKÇE’yi etkilemiş olabileceği gibi bir sonuç çıkarmak yanlıştır. Olsa olsa TÜRKÇE, kendinden sonra gelen ÇİNCE’yi etkilemiştir. Nitekim şimdiki ÇİN ALFABESİ’nden 41 TÜRK TAMGASI vardır.

PROTO-TÜRKLER… (ki, bu ifadeyi TÜRK kelimesinin kavram olarak ortaya çımadığı dönemler için kullanıyoruz, çok eski tarihleri kastediyoruz) bilgi ve tecrübeleriyle, üstün vasıflarıyla halk arasında sivrilmiş kimselere ÖGÜL-UKUS derlerdi. ÖGÜL, “düşünme yeteneği, felsefe, haysiyet, sahip olma, majeste” anlamlarına gelir. UKUS ise, YAZI demektir!

Bu kişiler üstün gözlem ve sezgi kaabiliyeti ile etraflarındaki tabiatın, hayatın ve kâinatın sırlarını araştırmışlar, üzerinde kafa yormuşlar, sonra da tesbitlerini soyut kavramlar halinde “taşa urmuş”, kaydetmişlerdir..

Burada çok önemli bir husus vardır…. Şimdi lütfen önce yukarıdaki HAYVAN FİGÜRLERİ tablomuzu bir kaç dakika inceleyiniz…

Eminiz ki, yukardaki GEYİK resmi ile, aşağıdaki çeşitli hayvan figürleri arasındaki farkı görmüşsünüzdür.

GEYİK, BODENSEE’de, THAYGEN yakınlarındaki KESSLERLOVCH Mağarasında, bir MAMUT DİŞİ’ne çizilmiş resimdir… Aynen resmedilmiştir, bir fotoğraf kadar gerçeğe uygundur! Bir sanat eseridir, ama başka bir özelliği yoktur. Bir AVRUPA insanının ürünüdür.

Halbuki diğer üç figür, GEYİK resmi gibi değildir. Hayvan figürleri tabiattaki şekilleriyle değildirler, şematik bir hal almışlardır. Onlar ASYA İNSANI’nın ürünüdürler.

Daha önce belirttiğimiz gibi, ASYA’da kaya resimleri M.Ö. 30.000’lerde başlar… Bunların yazı elemenler içermeye başlaması M.Ö. 15.000’lerdedir… Ve yazıya geçiş ise M.Ö. 8000’in sonlarındadır. (G. Musabayev, A. Maxmutov, G. Aydarov; KAZAK EPİGRAFYASI, Almati, 1971)

ŞEKİL 1’de görülen figürler TAMGALI SAYI galerisindendir. Hayvanlar naturist değil, şematiktir. AT,İT, KEÇİ figürleri, bu hayvanları sembolize eder ama; boynuzları, bacakları, kuyrukları da ayrı anlamlar taşır. TAMGA anlayışı henüz başlamıştır.

ŞEKİL 2’de görülen figürler de TAMGALI SAYI’ndadır. Daha sonraki bir döneme aittir. Hayvan ve insan şekilleri tamamen şematize edilmiş, semboller haline gelmiştir. TAMGALAR bariz şekilde görülmektedir.

ŞEKİL 3, DOĞU ANADOLU’da SAT Dağında bulunan M.Ö.8000 yıllarına ait bir kaya resmidir. (E.Alok, ANADOLU KAYA ÜSTÜ RESİMLERİ, Akbank, İstanbul, 1988) Üstünde daha sonra açıklıyacağımız pek çok TAMGA bulunur ve bize uzun bir mesaj verir.

Bir başka örnek te, üzerindeki yazı karakterleri bariz olduğu için İLK YAZIT sayılan ULU KEM SÜLYEK YAZITI’dır. YENİSEY’in kollarından biri olan ULUĞ KEM’in geçtiği vadilerden biri olan SÜLYEK’te bulunmuştur.... M.Ö. 8000’e aittir. (Gravures Rup. V. Comanica, D. Riba, ed. Fr.Empire, Paris, 1984)

Bu resimleri, AVRUPALI insanın yaptığı resimle kıyaslayıp “basit, çocukça, ve sanat değeri olmayan” çiziktirmeler saymak, son derece yanlıştır!.. Aynı yanlış LEONARDO DA VİNÇİ, MİŞEL ANCELO, RAMBRANT, VAN GOGH gibilerinin resimlerini, heykellerini SANAT eseri sayıp, (ki, gerçekten öyledirler) ancak DOĞU ülkelerinin CAMİ, TAPINAK, HEYKEL, HALI, KİLİM, ELBİSE, ÇEVRE, MENDİL, YASTIK, YORGAN ve ÇORAPLAR’daki DESENLER’i, FİGÜRLER’i, ve de MİNYATÜRLER’i “sanat”tan saymamak şeklinde karşımıza çıkar!.. Sebep onlarda figürlerin içine gizlenmiş olan MÂNÂYI OKUYAMAMAK’tandır… Nitekim BATI bilhassa PİCASSO’nun devreye girmesi ile SOYUT resmi de SANAT saymaya başlamıştır.

Ama burada gene DOĞU, BATI’dan ileridir…. Çünkü DOĞU’da şekiller, figürler, desenler her kültür için ORTAK bir anlam taşır. Sadece YAPAN değil, OKUYAN da o figürün ne anlama geldiğini bilir. Halbuki BATI’da her sanatkârın SEMBOLİZM’i kendine aittir. Aynı millette dahi ORTAK bir KÜLTÜR oluşturmaz!

Bu yazıtları ve diğerlerini ilerde teker teker ele alacağız... Bu sayfada amacımız yukarıda verdiğimiz TAMGALAR’ı biraz daha açıklamak ve onların yakın-uzak örneklerini göstermektir. Ancak bu açıklamaları yapmadan konuya giremezdik.

TAMGALAR, nasıl ortaya çıkmıştır?… Birinci sebep daha üstün bir düşünce seviyesine, bir hayat ve kâinat felsefesine ulaşılmasıdır. İkincisi ise, kayalara bu felsefeyi uzun uzun “taşa urmak”, yani kayalara kazıyarak sonraki nesillere ulaştırmaya çalışmanın zorluğudur. Meselâ GÜNEŞ’i anlatabilmek için bir DAİRE çizip etrafına bir sürü IŞIN ÇİZGİSİ koymak yerine; bir YUVARLAK, içine de bir NOKTA koyarak aynı mânâ verilmiş, ortaya OĞ tamgası çıkmıştır!

ORTA ASYA İNSANI, yani TÜRKLER’in atasının dünyanın dört bir yanına yaydığı OĞ TAMGALARI’nı görmek gerçekten heyecan vericidir.

Şimdi bu TAMGALAR’ı, taşıdıkları mânâyı, ve AVRASYA başta olmak üzere dünyada rastlanan örneklerini verelim.

OK TAMGASI:
OK; “yeryüzü kişisi, TANRI’dan gelip yeryüzünde varolma, mevcudiyet” anlamlarına gelir. PROTO-TÜRKLER’den bir kısmı kendilerine OK adını verir. Yazıyı bulanlar onlardır. Bugün kullandığımız OKUMAK fiili onlardan gelir. Aslında “OKLAR’ın yazdığını anlamak” demektir.

OK tamgasının içeriğinde

GÖK’teki TANRI’dan gelip YERYÜZÜ’nde varolma,
YERYÜZÜ’nde ölerek UÇARAK, GÖK’teki TANRI’ya dönme
mânâları da gizlidir. Ve bu geliş-gidiş ATEŞ KÜLTÜ ile bağlantılıdır. OZ’laşarak YERYÜZÜ’ne inme, kişi olma, OK olma; sonra en üst noktada OK’un BUĞ (BEY) görevini üstlenerek, halkına, etrafına iyi hizmetler yapması, bunun karşılığında yakılarak tekrar OZ’laşması ve Uç’arak tekrar KOZMOS’a, GÖKYÜZÜ’ne dönüş… Hepsi OK kelimesinde gizli anlamlardır.

YAKILMAK; TANRI’ya AT’ılmak, fırl’AT’ılmak demektir. Bu da OK tamgaları arasında en çok kullanılanlardan olan HAÇ (+) işaretinin, AT tamgasının bir çeşidi olduğunu düşündürmektedir.

Görüldüğü gibi HAÇ, Hıristiyanlıkla birlikte ortaya çıkmış bir sembol değil; çok daha eski KUTSAL bir işarettir. Belki de “TANRI’ya UÇ’arak erişme”yi sembolize eden KUŞ figürünün “birbirini kesen iki çizgi” TAMGA’laşmasından ortaya çıkmıştır.

DOĞU ANADOLU’da, ISUB-ÖG olan ESKİ TÜRK ALFABESİ’nde mevcut, yukarıdaki ETRÜSK YAZISI resminde görülen UÇLARI HİLAL OLAN HAÇ şeklindeki OK tamgası, PROTO-MISIR’a dahi ulaşmıştır.

HALI VE KİLİMLERDE OK TAMGASI

OK UÇU, “OK bayrağı” demek olup, kelime ETRÜSKLER vasıtasıyla LATİNCE’ye CROCE(KROÇE-İngilizcesi CROSS) olarak girmiştir. Hıristiyanlar için de KUTSAL bir işaret olmuştur.

OK AÇ, “OK sembolü” demek olup bizde de KHAÇ-HAÇ kelimesini oluşturmuştur.

HAÇ şeklindeki OK damgası, Hıristiyanlıkla hiç bir ilişkisi olmayan DÜNDARLI, ÇAVDARLI, KARAHACILI, KARAKOYUNLU, YEŞİLYURT, KINIK, HAYTA gibi YÜRÜK aşiretlerinde ARMA olarak kullanılmaktadır.

ON TAMGASI :

ON, “KOZMOS, kozmos kişisi” demektir. Ya KUBBE şeklinde, ya da ON nokta, 10 benek, 10 tüy, veya 10 aynı cinsten figürle gösterilir.... Yukarıdaki resimde çeşitli ON TAMGALARI görülmektedir... birinci figür TAMGALI SAYI kaya resmindeki BUĞ’un kafasının içinde ON NOKTA bu sembolü vermektedir... İkinci figür SAT DAĞI’ndaki kaya resmidir, kral damgasında ON BENEK ile aynı sembolü gösterir... Üçühcü figür KIRGİZİSTAN ISSIKKÖL’de bir mezardan çıkan yüzüğün üzerindeki resimdir, ON TÜY ile aynı mânâyı verir. Amerikan kızılderililerinde, MAYALAR ve AZTEKLER'de de aynı sembole rastlanır.

Ayrıca İTALYAN ALPLERİ’nde NAQUANE bölgesinde HAYAL ÇEKEN ON KİŞİ figürü de aynı kavrama işaret eder. (Grav. Rup. Val Comanica, D. Riba, Fr. Emp. Paris, 1984)

ANADOLU’da bulunan HİTİT kurslarının üzerindeki ON GEYİK, ON FİGÜR de ON tamgasına işarettir.

GREK mitolojisinde geçen DAKTİLLER (Dactyiles) demircidirler. Nereden geldikleri konusunda çeşitli rivayet vardır. FRİGYA’daki İDA DAĞI’ndan (yani bizim EDREMİT’teki KAZ DAĞI), veyaGİRİT’teki İDA DAĞI’ndan geldikleri öne sürülür. Bunlar ON KİŞİ’dirler… DAKTİL parmak demek olduğuna, ve iki elde ON parmak olduğuna göre, DAKTİLLER bu açıdan ON KİŞİ, yani ON’lar anlamına gelir. ON TÜRKLERİ’ne işarettir.

Ama esas kanıt, DEMİRCİ kelimesinin eski GREKÇE’ye DEMİOERCOİ diye geçmiş olmasıdır!.. Kimse TÜRKÇE’den geldiğini bilmez.

GREKLER’e bağlanmak istenen FRİG adının aslı PROTO-TÜRKÇE’de UB-URUK’tur. Bu kelime bugün OBRUK olarak kullanılır, ve ANADOLU’da FRİGLER’in yaşadığı merkez yaylanın adıdır. MİDAS YAZITI’ndan öğrendiğimize göre, zaten ANADOLU’nun bir adı da FRİGYA’dır! FRİGLER ve DAKTİLLER de TÜRK’tür!

ON kelimesi, aynı zamanda bir kısım PROTO-TÜRKLER’in kendileri için kullandığı addır. Tıpkı bizim şimdi kendimize ÂDEMOĞLU dediğimiz gibi, onlar da kendilerine ON = KOZMOS KİŞİSİ derlerdi. Diğer bir kıım PROTO-TÜRKLER de OK = YERYÜZÜ KİŞİSİ adını almışlardı. Ama kullandıkları semboller hep aynı idi. ORTA ASYA’da kurulan TÜRK devletinin adı ON-OYUL, daha sonra İSVİÇRE merkez olmak üzere AVRUPA’da kurulan devletin adı da ON-OYUNG idi.

ON kelimesi, zamanımıza anlamını kaybederek, sadece ON sayısını ifade etmek suretiyle yansımıştır. Ancak ANADOLU’da ON tamgaları halılarda, kilimlerde, çeşitli eşya ve süslerde varlığını devam ettirir.

ÇEŞİTLİ AT TAMGALARI:

AT kelimesi, “ad, nam, atılma, bilinen, egemen” demek olduğu gibi, binek hayvanı AT’ı da kasteder.Yukarıdaki HALI VE KİLİM resimlerinde altta görülen şekiller, AT tamgalarıdır. < AT üzerindeki kişi yayalardan yüksekte, ve imkân bakımından ondan üstündür. Bu haliyle “bilinen, tanınan”dır, AD’ı vardır. Yüksekten bakar, “egemen”dir. AT’ılma yoluyla en yükseğe, TANRI’ya ulaşabilir. Bütün bu kavramlar, AT tamgasının çeşitli anlamlar kazanmasına, sonradan UÇ, UB ED ve BUĞ tamgalarının doğmasına yol açmıştır. ”TANRI katına AT’ılma” kavramı zamanımızda dahi KUZEY ASYA şamanlarında yaşar. Şaman davuluna AT’a biner gibi oturur, kendinden geçerek çalar, bu suretle TANRI’ya ulaşır. ETRÜSKLER’in KANATLI AT sembölü elbette ki PELASKLAR’da da vardı ve GREK mitolojisine de yansımıştır. KANATLI AT’ı SELÇUKLULAR’da da görürüz. AT tamgası sonraları ATEŞ ve OT (od-ateş) kelimelerinin oluşmasını sağlamıştır. AT + US … AT-US… ATAS…ATAŞ…ATEŞ AT*AS … ATAS… ATAŞ…ATEŞ OG*AT… OT …. OD… (ODUN kelimesi de ATEŞ üreten, ateşte yakılan anlamına gelir) BAŞKA HALILARDA AT TAMGALARI : ÇEŞİTLİ UÇ TAMGALARI: UÇ kelimesinin “bey, han, lider, bayrak” anlamlarına geldiği belirtmiştik. ATEŞ KÜLTÜ’nden doğmuşlardır. Kişi OZ’laşarak, yani şekil değiştirerek (MÂNÂ’dan MADDE^ye geçerek) YERYÜZÜ’ne İner, sonra yine şekil değiştirerek (MADDE’den MÂNÂ’ya geçerek) GÖKYÜZÜ’ne AT’ılarak , TANRI’ya döner…. Bu sebeple UÇ TAMGALARI’nın çoğu AT tamgalarının çeşitlemeleri arasında bulunur. Bu sayfadaki ilk figür hem KANAT AÇMIŞ UÇAN KUŞ, burca dikilmiş BAYRAK sembolüdür. Beşinci figür hem KANAT AÇMIŞ UÇAN KUŞ’tur, hem de cümle içinde OK anlamına gelebilir. Resmin en sonundaki ÜÇ NOKTA ise, hem UÇ tamgasını gösterir, hem de kelimenin nasıl ÜÇ SAYISI’na dönüştüğünü açıklar. Yukarıdaki resimde ilk şekil, “KANAT AÇMIŞ KUŞ şeklindeki HAÇ’tır. Adamın başının içindeki ON NOKTA dikkatinizi çekmiştir. UW, OW ve OĞ TAMGALARI : UW , OW veya OĞ, “şeref, kutsal kişi, mensup olma” anlamlarına gelir. PROTO-TÜRKLER’in ilk tamgalarındandır. Daha sonra OĞ şeklinde seslendirilmiş, şekil ve anlam sayısı çoğalmıştır. Kaynağı TEK TANRI inancı ve BOĞA KÜLTÜ’dür. Yukarıdaki OĞ TAMGALARI resminde üstteki ilk iki şekil, VAN’da, BAŞET DAĞI’ndaki KIZLARIN MAĞARASI’nda DUVAR RESİMLERİ’dir!.. Havaya kalkmış kollar, hem BOĞA’nın BOYNUZLARI’nı, hem de TANRI beldesine yönelmeyi göstermektedir. Bu sayfadaki bilgiler KÂZIM MİRŞAN'ın kitaplarından, resimler de HALUK TARCAN'ın ÖN TÜRKLER kitabından alınmıştır... Biz sadece derleyip sunmaya çalıştık.

13 Ekim 2009 Salı

BUĞU VE BUHAR SÖZCÜKLERİ

Doç. Dr. Haluk BERKMEN
Bir önceki Ön-Türk Harflerinin Kökeni adlı 28 sayılı yazımda Vikinglerin orta Asya kökenli bir halk olduğu ve yazılarının Orhon yazı tarzına çok benzediğinden söz ettim. Şimdi onların Karadeniz kıyısındaki SAKA = AS ve OK boyları ile yakın akraba olduklarını kanıtlayacağım. Aşağıdaki şekilde Kırımda bulunmuş yazılı bir taş kabartma görülüyor
(Kaynak: Doğu Avrupa'daki Göktürk (Runik) İşaretli Yazılar, Yazan İsmail Doğan, Ankara 2002, sayfa 46).
Üstteki damga açıkça Tengri damgası olup aynı zamanda Odin haçı olarak da bilinir.
(Bkz. Gök Tengri-Odin aldı 11 sayılı yazım ve resim)
Kırım'da bulunmuş kabartmalı taş

Resmin sağında yazıyı Orhon ve Viking harfleri yardımıyla okuyorum. Sağdan sola doğru K2 (ince sesli bir K hecesi), İkinci harf Viking R harfi olup aynısını Orhon abecesinde bulamıyoruz. Ama Ön-Türk damgası olduğunu gösterdim. (Bkz. 15 sayılı yazım ve resimdeki kadim Anadolu kültürü olan Ön-Türk kökenli Etrüsk-Likya yazısındaki R harfi)

Üçüncü harf hem Ö hem de Ü olarak okunabilir. Son harf ise M harfi olup yukarıdaki resimdeki şeklin aynısıdır. Harfleri sağdan sola doğru yazarken bazen harflerin yansımış simetrik görüntüleri da kullanılırdı. Zaten en sağ harfin altındaki küçük işaret okunuşun başlama noktasını belirtiyor. Böylece ortaya çıkan söz KÖRÜM => KIRIM olup asıl kökü OK-OR-UM, yani OK halkına ait geniş bölge demek oluyor. Çünkü OR kök sözcüğünü Orta, Ordu gibi sözlerde buluyoruz ve anlamı da /geniş, büyük/ kavramlarını içerir. Ayrıca Karadeniz'in kuzeyindeki Ukrayna ülke adı OK-OR-ÖYÜ => UKRANYA şeklinde değişime uğramıştır. Yukarıdaki anlamı tekrar buluyoruz. Zira OK-OR-ÖYÜ /OK halkının büyük bölgesi/ demektir.
Tüm bu görüntülü belgeler ve yazı benzerliği Vikinglerin Asya kökenli bir halk olduğu ve dillerinin de Ön-Türkçeden dönüşmüş olduğu görüşünü kanıtlar durumdadır. Ön-Türk kültüründe yükselme ve yücelme kavramları çeşitli şekillerde ifade bulmuştur. Bir önceki yazımda sözünü ettiğim UB / BU damgasına geri dönmek istiyorum.

Bu kök sözcüğünden BUĞU ve BUHAR sözleri türemiştir. Her iki sözcük kaynayan sudan yükselen dumanla ilgilidir. Güneşi kutsal sayan Ön-Türk kültürü güneşe doğru yükselmeye özel önem vermiş, onu başarabilen hayvanları kutsal saymıştır. Boynuzlu hayvanları kutsal saymaları sadece maddi güç ve yeteneklerinden dolayı değil, boynuzun kendi başına bir yükseliş simgesi olmasından dolayıdır. Buğu ve buhar sözcüklerindeki BU kök sözcüğü bu yükseliş ile ilişkilidir. Tüm yöneticilerde görülen boynuzlu başlıklar, veya altın elbiseli adamdaki sivri külah aynı imgenin simgeleridirler. Altın elbiseli adamdan Issık Kurganı ve Kutsal Hayvanlar adlı 26 sayılı yazımda söz ettim. Kurganda gümüşten bir kâse ve bu kâseye kazınmış 26 işaretten oluşan bir yazı bulunmuştur.
Gümüş Kasedeki Yazı
Resimde görülen yazının okunuşu hakkında halen bile bir fikir birliği oluşmuş değildir. Batılı dilciler bu yazının Yunanca (veya o türden bir dil) olmasını isterler, çünkü onların inancına göre Sakalar Hind-Avrupa halkı olup konuştukları dil de Hind-Avrupa dili olmalıdır. Sonradan Yunan tarihçisi Herodot bu gurubu Skuz olarak adlandırmıştı. Harflerin sessiz olmalarından dolayı SKZ harfleri aslında AS-OK-UZ kök sözcüklerinin birleşimi olup SKUZ olarak okunmuştur. Gümüş kap üzerindeki yazıyı yukarıdaki resimde görüyoruz.
Bu yazıyı Kazım Mirşan şöyle okumuştur:

Ögün an onuyu öcü ok, ub-oz uç esitiz oz-ötü onuy oy ekiç ekil alız at
Anlamı da şudur: Asaletini (yüksekliğini) andığım (kişi) boynuzlaşmış bir OK’tur.
Uçarak yükselen onu (ruhunu) öteki dünyaya içeri alınız (kabul ediniz) atalar.
Burada ÖG (yüksek), Ögün (yükseklik, asalet) olmaktadır. Bugün dahi kullanmakta olduğumuz /öğünmek/ sözü /kendini yükseltmek, methetmek/ anlamını taşır.
UB-OZ ise /boynuz/ sözünün eski şeklidir. Yukarıda sözünü ettiğim UB / BU damgasının diğer okunuşu kullanılırsa BU-OZ = Boynuz olur.
Fakat diğer bir anlamı da /Buhar olup göğe doğru yükselerek özleşen/ demektir.
ÖCÜ-OK = Güçlü OK demektir. Bugün bile ÖCÜ sözü korkulması gereken güçlü bir varlığı akla getiriyor.
UÇ-ESİTİZ (Uçan, uçarak) yükselen şeklinde yorumlanıyor. Benim görüşüm bu sözcüğün farklı bir anlam içerdiğidir.
UÇ kök sözcüğü aynı zamanda /lider, yönetici/ demek olduğuna göre
UÇ-ESİTİZ = Lider yapınız demektir.
Çünkü ESİTİZ = EDİNİZ şekline dönüşmüştür.
OZ-ÖTÜ (yüksek ruhların ülkesi, öteki dünya) dır. Ozlaşmak, aynı zamanda Özleşmek demektir. Yani öze dönüp Gök tengri ile birleşmek anlamını içerir.
EKİÇ-EKİL ise (EKlemek ve İÇeri alarak İLetmek) kavramlarını ifade eder.
ALIZ bugün dahi kullandığımız /alınız/ sözüdür.
Sondaki AT ise kanımca Atalar demektir.
Yani yazıt atalara hitaben yazılmıştır.
Bence bu okunuş oldukça akla yakın gelmektedir ve Ön-Türkçe hakkında iyi bir fikir vermektedir.
Şu halde ufak bir değişiklikle benim yorumum şöyle olmaktadır:
Güçlü bir OK yöneticisi olan bu kişi buharlaşarak özüne doğru yükselmektedir.
Onu içeri alarak yönetici (lider) yapınız atalar.

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Bir Oy Bil Federasyonu



Bir Oy Bil Federasyonu
BÜYÜK ARAŞTIRMACI KÂZIM MİRŞAN'IN TESBİTLERİ
ORTA ASYA ANAU KÜLTÜRÜ ve BİR OY BİL FEDERASYONU
Doğu Anadolu’da M.Ö. 15.000’den itibaren kaya resimleri, M.Ö.7000’den itibaren de yazıtlar görülür. Antalya-Beldibi yazıtları M.Ö.7000, İstanbul-Fikirtepe’de bulunan M.Ö.6000’e ait kaplardan ikisinin üzerinde OK ve OZ tamgaları vardır. R. PUMPELLY, “Exploration in Turkestan” adlı makalesinde (1908, Washington), “AŞKABAT’ta M.Ö.9000’lere ait yerleşik bir kültür olduğu”ndan bahsetmektedir. Bu kültüre ANAU adı verilmiştir. Bu kültür, A. BELENITSKY’e (1965) göre M.Ö.5000, D. SCHMANDT-BESSERAT’a (1978) göre M.Ö.6000 yıllarına aittir. Ancak VADIM A. RANOV, "7 yerleşim bölgesinin incelendiğini, ve ilk merkezin M.Ö. 850.000 yıllarında kurulan AMUDERYA’nın kaynak kollarından birindeki KULDURA olduğunu" bildirmiştir. (Kendisi TACİKİSTAN Tarih, Arkeoloji ve Etnoloji Kurumu müdürüdür… Makalesi, “Her Şey Eski Taş Dönemi’nde Başlar” adıyla “Les Dossiers d’Archeologie” dergisinin 185. Sayısında, Eylül 1993 tarihinde yayınlanmıştır.) Bir diğer merkez SEL UNGUR’dur, M.Ö. 250.000’lere dayanır. Hatta İSLAMOV’a göre geçmişi M.Ö.500.000’e kadar gider. SEL UNGUR, KIRGIZİSTAN’daki FERGANA vadisinde, OK (şimdiki OŞ ) kentinin batısındadır. İkisi de KARA TAU (Karadağ ) adını taşıyan iki merkez daha vardır ki, bunlardan biri KULDURA gibi AMUDERYA üzerindedir. Diğeri ise, yine KIRGIZİSTAN’da TALAS vadisinin batısını oluşturan dağın adıdır. M.Ö. 100.000-M.Ö.35.000 arasını ilgilendiren 14 yer incelenmiştir. Bunlar arasında KUTURBULAK, KULBULAK, KAYRAKUM gibileri vardır. BULAK “göz, pınar” demek olduğuna göre, yüksek vadilerdeki su kaynaklarının başına yerleştikleri anlaşılır. Daha sonra OM-OĞ KÖL’ün kıyılarına inmişler, sahil yerleşim birimleri kurmuşlardır. KAPİK-KAĞAN (KAPAĞAN, SEMERKANT) da ilk yerleşim bölgeleri arasındadır. HİMAYALAR’dan ALATAU(Aladağ ) ve ALTAYLAR’la BÜKLİ ÇÖL’e (Gobi) kadar uzanan bölgede 100 kadar yerleşim merkezi bulunmaktadır. En önemli yerlerden biri TEŞİK TAŞ MAĞARASI’dır. Mağara, SEMERKANT’ın güneyinde BAYSUN DAĞI’ndadır. Burada ilk defa taşın yapı malzemesi olarak kullanıldığı görülmüş, “üstün bir kudret”in varlığına inanıldığını gösteren deliller bulunmuştur. Bu hususu, başka bir yazıda derinlemesine ele alacağız. Bir değer yerleşim bölgesi TAMGALI SAYI’ndaki KAYA ÜSTÜ RESİMLER’i M.Ö. 30.000’lere aittir.... PİKTOGRAMLAR (sembolik resimler) M.Ö. 20.000’e, PETROGLİFLER (yazı elemanları içeren resimler) ise M.Ö. 15.000 tarihini taşır. ULU KEM ırmağı vadi ve steplerinde bulunan OT-OZ sintaşları yine aynı tarihlere aittir. (M.Ö. 15000) ORTA ASYA’da M.Ö. 9000’lerde ortaya çıkan BİR OY BİL konfederasyonu derin bir felsefeye sahip, büyük bir medeniyettir. İnsanın TANRI BELDESİ’nden (göklerden, manevî âlemden) OZ’laşıp (öz, mükemmel) şekil değiştirerek, OT (od, ateş, ışık , enerji) halinde yeryüzüne “döne döne indiği”ne inanırlardı. OT-OZ denilen bu insan TANRI’dan geldiği için “kutsal”dı. Herkes eşitti, ayırım yoktu. Bu yüzden kendilerini yönetecek olan BUĞ’u SEÇİM’le (kurultay) belirlerlerdi. TÖRELER ile yönetilen bu insanlar kısa zamanda AŞİRET-KLAN düzeyinden MİLLET seviyesine ulaşmışlar, DEVLET kurmuşlardır. TÖRE’yi ÜYÜŞ-YIŞ seviyesine yükseltmişler, ANAYASA haline getirmişlerdir. Çok sağlam bir HUKUK anlayışları vardı. Bu insanlar IB-IS BOLIK’larda yaşamışlar, yeryüzü-gökyüzü ilişkilerini incelemişler, ASTRO-FİZİK bilimine ilk adımları atmışlardır. Soyutlama yetenekleri ve yaratıcılıkları ile konuştukları dili TAMGA denen SEMBOL-ŞEKİLLER’e dökmüşler, “taşa urmuşlar”, yani DUVARLAR’a, KAYALAR’a, TAŞLAR’a kazımışlardır. RESİM ve HEYKEL sanatının ilk örneklerini bu OT-OZ insanları vermişlerdir. Bir kısmı BİR OY BİL konfederasyonuna bağlı UÇ DEVLETLER’de yaşamışlardır... Bu âdet, tâ SELÇUKLULAR’a kadar gelmiştir. ANADOLU’da pek çok UÇ BEYLİĞİ vardı. OSMANOĞULLARI BEYLİĞİ de bunlardan biri idi. Bu UÇ DEVLETLER’den biri de ON OYUL’dur. TAŞKENT-BUHARA, KUÇA-YARKENT arasında idi. AYIRIS (Çur) nehri ON OYUL ile BİR OY BİL arasında sınır idi… Bu AYIRIS(ayırma) kelimesi sonradan bozularak Grekçe’deki İRİOS şekline girdi. Bazı Batılı yazarlar İRİOS’u ARYAN-ÂRİ kelimesinin kaynağı sayar. (Igor H. Klopin, Les Dossiers d’Archeologie, No. 185, 1993) Bir diğer UÇ DEVLET, OK-ONIM OĞ idi. KUÇA-URUMÇİ’den ÇİN’in ortalarına kadar uzanıyordu. ISUB-URA BİL’in başkenti KAFKASYA’daki ÇUR şehri idi. KAFKASLAR ve DOĞU ANADOLU’da egemendi. MEZOPOTAMYA’yı da kültürel etkisi altına almıştır. ISUB-URA “yazıya geçmiş, kaydolmuş” demektir. Bu devletin BİR OY BİL federasyonuna kayıtlı, vasal devletlerden biri olduğunu gösterir. Bu üç UÇ-DEVLET’i yöneten kişinin ünvanı USUB URUŞ TURUK idi. Yani “yazıya vurulmuş, kayıtlı, bağlı, BUĞ’a tâbi” yönetici… Bu kişinin URUUA TURU yani “askere alma” yetkisi vardı. Bir devlet için çok önemli olan bu yetki, ASURLAR tarafından URUATRİ olarak telâffuz edilmiş, bundan da URARTU kelimesi doğmuş, bir devlet adı olarak kabul edilmiştir. Öte yandan ISUB-URA kelimesinin SUBAR-SABİR şekline dönüştüğü sanılmaktadır. R. GHIRSHMAN, SÜMER öncesinde (M.Ö. 4000) MEZOPOTAMYA’da SUBARLAR’ın yaşadığını kaydediyor. SÜMERLER’in şimdiki TÜRKLER’in atası, akrabası olduğunu biliyoruz… Ancak SÜMER yazasında 18 adet PROTO-TÜRKÇE tamga bulunması, onların çok daha eski TÜRKLER’den geldiğini göstermektedir. ASUR devletinde dahi (M.Ö.2000) SUBARCA konuşuluyordu. ASUR başkentinin adı PROTO-TÜRKÇE’de ANT-UB UÇUĞ’dur, yani “yüce antlaşma liderliği”…
email: ttrkkan@excite.com
Angehängte Grafiken