Sayfalar

30 Haziran 2007 Cumartesi

PEPİNO NEDİR?


PEPİNO
(Solanum muricatum ait)

MENŞEİ: Türkiye de üretimine yeni başlanılan PEPİNO Peru menşeyli olup , G.Amerika nın düğer ülkelerinde de yetişmektedir.Patlıcangiller familyasından olan bu ürünün üretimi;doğal ekolojisinde çok yıllık üretim şansına sahip olduğu halde , ekonomik anlamda bir üretim olduğunda tek yıllık üretim şekli tercih edilmektedir.

YETİŞTİRİLMESİ :Fide ile üretilip , meyvelerin belli bir büyüklüğe ulaşıncaya kadar bol su verilir.Olgunlaşma döneminde su verme azaltılır.Bol güneş ve temiz havayı sever.Kapalı ortamlarda (Oda, Limonluk gibi )bitki büyür ancak meyve vermez.Güneşe bakan açık balkonlarda 7-10 numaralı saksılarda yetişip meyve verebilir.
Pepino meyvelerinin büyüklükleri çeşitlerine ve uygulanan kültürel işlemlere göre farklılık göstermektedir.
Örneğin : Meyve seyretmesinin yapılmadığı koşullarda meyve ağırlığı 40-50 grama kadar düşerken salkımda tek meyve bırakılan uygulamalarda 1300 grama kadar çıkabilmektedir.Ancak pazara sunulan meyve büyüklüğü 250-500 gr. olmalıdır.
Kaliteli meyve ve ekonomik bir üretim için 1 salkımda 2 veya 3 meyve olmalıdır.Meyve seyretmesi meyveler ceviz büyüklüğüne ulaşınca yapılır.
Bir fidede 3 ana gövde bırakılır , diğer yan dallar ve meyveler fazla büyümeden periyodik olarak budanır.Böylece daha fazla ışıklama ile meyve tutumu sayısında artışlar sağlanır.

İKLİMİ :Ticari anlamda sera üretimi önerilir.Gece gündüz sıcaklık farkı fazla olmayan ılıman bölgelerimizde ( Karadeniz , Ege , Marmara , Akdeniz )bahçe üretimi yapılabilir.Hatta içanadolu ve Trakyada da
müspet sonuçlar alınmıştır.
Pepino soğuğa karşı duyarlı olup, 0º de bitki gövdesi zarar görür, -5º de tamamen kurur.

AROMASI :Kavun , Muz , Ananas , aromalı meyveyi dolapta soğutarak ince kabuğu soyularak kavun gibi yenilebileceği gibi , meze olarak , dondurmalara katılarak , karışık meyve salatalarında garnütür olarak kullanılmakta , reçeli yapılmakta hatta bazı G.Afrika ülkelerinde süs bitkisi olarak değerlendirilmektedir.

İÇERİĞİ :1 kg. meyvede 56gr. Suda eriyebilir kuru madde verir.57 gr. Suda eriyebilir şeker , 1 gr. Protein , 480 mg. C vitamini , 107 mg. P , 1150mg. K bulunmaktadır.


Pepinonun belli başlı hastalıklarının başında;Küllenme ve Beyaz bit gelmektedir.
Küllenme olunca bu yaprakları kurtarmak şansımız maalesef yoktur. Yeni hastalıksız fide alınarak tekrar dikilmelidir.
Beyaz bit için Sinek Spreyini,yaprakların altına vurulmalıdır. Bu hastalıklar,bitki Susuz ve temiz havasız kalınca olmaktadır.
FAYDALARI:
a)Homofili rahatsızlığına iyi gelmekte
b)Eklemromatizması na iyi gelmekte.
c)Çocularda kemik gelişimini sağlamakta.
(Bu veriler tarım il müdürlüğünün
beyanlarıdır.)
d)Kolesterolü düşürdüğü.(hastalar tarafından beyan edilmiştir)

SIKCA SORULANLAR

1)S: Bahçeye ne zaman dikilir?
C:Gece ısının+5 derecenin altına düşmediği zamanda(aynı ısı SERA içinde geçerli.)
*********************
2)S:Dikilen fide ne zaman meyve verir?
C:Mayıs ayında dikilen fideler 15 ağustostan itibaren olgunlaşmaya başlar.İdeal aromaya ise Eylül ayında ulaşır.
*********************
3)S:Boyu ne kadardır,terbiyesi nasıl yapılır?
C:Sırık domates kadar boyu olup,terbiyesi de onun gibidir.
**********************
4)S:Bir fideden ne kadar meyve alınabilir?
C:Bahçe ortamında 2-3kg, serada ise 3-5 kg meyve almak mümkün.
***********************
5)S:Gövde ve yapraklarında bit oluştu ,ne yapmalıyım?
C:Pratik olarak,az miktarda 1-2 kere sinek spreyi sıkmak yeterli olur.
************************
6)S:Yapraklarda küllenme oldu .ne yapmalıyım?
C:Maalesef küllenme olan yaprakları düzeltme şansımız yok.koparıp,imha edilmeli.
***************************
7)S:Dikim aralığı ne kadar olmalı, Dönüme kaç fide dikilmeli?
C) 60cmx60cm sıra süstü ve sıra arası dikilirse dönüme yaklaşık 3000adet fide dikilebilir.
*********************
8)S:Pepino Meyvesini yurtdışına ihraç eden firmalar varmmı?
C)Şu ana kadar tespit edemedim .Bulursam bu siteden duyuracağım.
*********************
9)S:Pazara sürülecek meyve büyüklüğü neolmalıdır.
C:İdeali 400-500gr.olanıdır.
*******************
10)S:Fabrika bahçesine diktiğim pepinolar çiçek
açıyorlar, fakat meyve tutmuyor neden olabilir?

C)Çok fazla sıcaklıkta (28 derecenin üzerinde)bitki meyve tutamamktadır.
Springt sulama yöntemiyle nemi artırarak ısıyı
düşürmelisiniz.(05/10/2005)
*****************************
11)S:Ofisimde güneş gören yerdeki pepino'm,çok sağlıklı olduğu halde çiçek açmiyor ,neden olabilir?
C)Ofis veya ev ortamında güneş görse de temiz hava ve sirkülasyon olmadığından ve direkt ğüneş ışını alamadığımdan bitkı sağlıksız bir şekilde boya gider ,çiçek açamaz ,meyveye yatmaz. Bu bedenle açık bakon veya bahçenizde üretimi deneyiniz.
********************************
12)S:Dikim ayı sadece mayıs mıdır,başka aylarda da dikilirmi?
C)Mayıs-haziran aylarında dikilen fideler den
normal şartlarda yazın meyve alınabilir.daha sonrada dikilir fakat meve vermesi kışa denk gelir (bitkiyi soğuklaran korumak kaydıyla).
******************************
13)S:Yılda kaç kez meyve alınır?
C)Gerkli ısı şartları sağlanırsa yıl boyunca sürekli meve verir.Kışlık soğuklamaya ihtiyacı yoktur.

20 Haziran 2007 Çarşamba

FATİH TERİM'İN MAAŞI


Vatandaş, 8 Sezer, 15 Erdoğan eden Terim'in maaşından şikayetçi!..


Ankara'da yaşayan Ali Küçükay isimli bir vatandaş,110 bin YTL olan ( 1.320 milyon YTL) Milli Takımlar Teknik Direktörü Fatih Terim'in maaşını Meclis Dilekçe Komisyonu'na şikayet etti. Terim'in 2006'da 14-15 bin YTL maaş alan Cumhurbaşkanı Sezer'den 8 kat, 7.5-8 bin YTL maaş alan Başbakan Erdoğan'dan 15 kat, 7.2-7.6 bin YTL alan bakan ve vekillerden 16 kat yüksek maaş alan Terim hakkındaki şikayeti ciddiye alan Komisyon Başkanlık Divanı, konuyu spordan sorumlu Devlet Bakanlığı'na iletti. Bakanlık da cevabında, spor sektöründe ve özellikle futbolda uluslararası düzeyde başarılı olmuş futbolcu ve teknik adamların ücretlerinin belirlenmesinde o ülkelerin geçerli asgari ücret ve kişi başına geliriyle karşılaştırılmasının sözkonusu olamayacağına işaret etti.

TERİM AZ BİLE ALIYORMUŞ!

Bakanlık, durumun daha iyi anlaşılması için Avrupa'dan ve Türkiye'den bazı milli takım ve kulüp antrenörlerinin yıllık ve primden bağımsız ücretlerinden örnekler de verdi. Yıllık 1.320 milyon YTL alan Terim'in maaşının yüksekliğinden şikayetçi olan vatandaşa karşılaştırmalı olarak şu bilgiler verildi:

"İngiltere Milli Takımı Teknik Sven Goran Eriksson: Yıllık 13 milyon YTL, Almanya Milli Takımı Teknik Direktörü Jürgen Klinsmann: 7 milyon YTL, Chelsea Teknik Direktörü Jose Mourinho: 17 milyon YTL, Manchester United Teknik Direktörü Alex Ferguson: 13 milyon YTL, Arsenal Teknik Direktörü Arsene Wenger: 9.6 milyon YTL, Bayern Münih Teknik Direktörü Ottmar Hitzfeld: 7.4 milyon YTL, Juventus Teknik Direktörü: 87 milyon YTL"
ANKARA(ANKA)

14 Haziran 2007 Perşembe

EVRENSEL IŞIK:H A A R P

EVRENSEL IŞIK
H A A R P
HAARP: High Frequency Active Auroral Research Program (Yüksek Frekenslı Aktif Auroral Araştırma Programı)
Auroral: Özellikle kutup bölgelerinde gece görülen gök ışıkları. Kuzey kutbu ve Alaska bölgesinden Mart, Eylül ve Ekim aylarında bu gök ışıkları gözlemlenebiliyor.



VHF frekansında bu gök ışıklarının incelenmesine yönelik düzenek ekteki linkte görüldüğü şekilde çalışıyor.
http://dac3.pfrr.alaska.edu/~ddr/ASGP/STRSCOOP/VHF/VHFFRAME.HTM

Bizim dernek ilginçtir, sürekli “Zihni Sinir” projeleri üretilir. Köşe yazarlarımızdan biri PIC dahisi olup sürekli bu konuda yeni projeler yapar, bir diğeri ise “Çalışır mı Acabaaaaaa?” köşesinde küçük devre şemaları yayınlar. Ayrıca anten, güç kaynağı vs. bir sürü irili ufaklı projeler sayfalarımızdan yayınlanmıştır. Fakat bu yazıda okuyacaklarınız şimdiye kadar çok az duyulmuş ve ürkütücü bir projeye ait: “Radyo Dalgaları ile Deprem Yaratma Projesi”.

Bu gerçek mi değil mi? İşte bu araştırmamın konusu kısaca HAARP denilen projeye ait. “Fakat korkmayın bunu dernek olarak yapmıyoruz” demeyi çok isterdim ama ne yazık ki diyemiyorum, zira ABD hükümeti desteğinde bahse konu proje üzerinde 1995 yılından beri çalışılıyor.

Konu gündemimize nasıl girdi, önce ufak geri dönüşler ile birkaç hatırlatma yapayım. 17 Ağustos 1999 depremi ülkemizin tarihinde bir daha silinmeyecek izler bıraktı. Milyarlarca USD kaybımızın yanında 17000 civarında vatandaşımızı kaybettik. Hazırlıksız yakalandığımız bu depremde, devlet yeteri kadar çabuk davranamadı, birçok eksikliği ortaya çıktı. Amatör telsiz dernekleri, AKUT gibi gönüllü kurtarma ekipleri, yurtdışından gelen yardım ekipleri ve bizzat halkımızın inanılmaz yardımları sayesinde bu eksiklik bir miktar kapatıldı. Deprem sonrası yaşanan acı olaylar halen devam ediyor; sosyal ve psikolojik bozukluklar, onarılamayan yerleşim yerleri, çadırlarda yaşamaya mahkum edilen bir toplum…

Bu acı olay öncesi ve sırasında o kadar ilginç fenomenler yaşandı ki, Gölcük depremini sıradan bir deprem olarak değerlendirmemiz mümkün değil. Depremden 6 gün öncesine bakalım. Çok ilginç ve uzun periyotlar ile yaşanan bir doğa olayına sahne oluyoruz; “Tam güneş tutulması”. Bu olay gök izlemcileri tarafından binlerce yıl önceden bilinen bir buluşmaydı ve daha önce de benzerlerini yaşamıştık. Güneş tutulması öncesinde ise bir benzeri 6000 yıl önce yaşanan özel bir gök olayına şahit olduk. “Felaketler, gezegenlerin özel bir sırada dizilmesi ile baş göstermektedir-Nostradamus” ünlü kahinin bu yorumu 4 Mayıs 2000 tarihinde gerçekleşti. Bu tek sıra dizilişte, Dünya, Pluton ve Güneş bir tarafta; Merkür, Venüs, Mars, Jupiter, Satürn öteki tarafta yer aldı. Diğer iki gezegen Uranüs ve Neptün ise bu hattın iki yanlarında kaldı(Adeta bir göksel haç ortaya çıktı). Bu dizilişler hem Güneşi hem de bir sıra üzerinde dizilen gezegenleri “Güçler Bileşimi” etkisi ile etkiler. Güneşte büyük patlamalara ve lekelere neden olur. Bu patlamalar iletişimi ve dünya üzerinde yaşayan canlıları olumsuz olarak etkilemektedir. Bilim adamları bu dizilmenin dünyanın üzerinde olumsuz etkiler yaratacağını biliyordu, ruhsal açıdan insanları olumsuz etkileyecek gerginliklerin yanında dünya iklimi ve kabuğunda hareketlenmeler bekleniyordu.

Nitekim ben bu konuyu depremden bir hafta önce derneğimizin mail listesine attığım bir mesajda dile getirdim. Benim gibi hassas olarak nitelendirebileceğimiz bazı kişiler de huzursuzluk yaşıyordu. Depremden üç gün önce geceleri uykumda zorluklar başladı. 16 Ağustos 1999, gece saat 02:00 sıralarında terasıma çıktım ve yüksek sesle “bugün deprem olacak” dedim. Bu asla bir temenni değildi ve olmaması için de düşüncelerimi temizlemeye çalışıyordum. Fakat artık sanki okun yaydan çıktığını hissetmiştim. Ertesi gün deprem olduğunda ben yine kabuslarla uyumaya çalışıyordum. Sarsıntıdan hemen sonra terasıma çıktım, dışardan bağrışmalar geliyordu, şehirde birkaç ışık dışında her yer simsiyah karanlığa bürünmüştü. Fakat gökyüzü, o gökyüzü, onu asla unutamıyorum. Samanyolunu, kayan göktaşlarını ve binlerce yıldızı hiç bu kadar net ve güzel gördüğümü hatırlamıyorum. Dakikalarca gök yüzünü seyrettim. Şehrin ışıklarının azalmasında bu görüntüyü izlememde elbette büyük katkısı vardı fakat tek açıklaması bu değildi. O gece gökyüzünde, yer yüzünde çok önemli değişimler yaşanmıştı.

Deprem beklentileri ve ruhsal sıkıntıların tek nedeni acaba bu özel astronomik olay mıydı? İstanbul, Kocaeli civarında deprem öncesinde ve sonrasında “Ateş Topu” dediğimiz bazı olaylara şahit olduk. Bunlardan bazılarını bizzat arkadaşlarım gözlemledi, bazıları ise TV’lere çıktı. Ateş topu dediğimiz olay birdenbire gökyüzünde belirerek değişik ışınımlar yapan ve daha sonra da kendi kendine kaybolan bir tür fenomendir. Bu olay Alaska’da da gözlenen Auroral denilen gökyüzü ışımalarına benzer fakat olayın gerçek nedeni hakkında şimdiye kadar net bir açıklama yapılabilmiş değil. Bazıları deprem bölgelerinde bu olayın meydana geldiğini zira fay hatlarındaki enerji boşalımlarının gökyüzündeki bazı gazları harekete geçirdiğini ve adeta bir flörasan lamba gibi ışıklara neden olduğunu söylemektedir. Fay hatlarında kuartz kristali yataklarının olması durumunda daha yoğun bir enerji boşalımı meydana geldiği belirtilmektedir. Bir diğer teori ise esas konumuzu oluşturan HAARP ile ilgili olup gökyüzündeki belli bir bölgeye yüksek enerji yollanımı ve bu enerjinin aniden azaltılıp çoğaltılması sonucu Ateş Topunun oluşmasıdır. Şimdi HAARP konusuna girelim.

Amatör telsizci arkadaşlarım aşağıdaki paragrafta yazanları bildiklerinden bu bölümü atlayabilirler. Amatör telsizci olmayanlar için bir gök radyo dalgasının yayılma prensiplerini aşağıda anlatarak konunun bilimsel yanını açıklamak istiyorum. Çünkü HAARP projesi güçlü bir radyo frekansının gök dalgası yayılımlarını kullanması esasına dayanmaktadır.

İyonosfer ve Gök Dalgası:
HF dediğimiz High Frequency radyo dalgaları amatör telsizcilikte 1.8MHz ile 30MHz arasını kullanır. 1.8MHz de 30W, 3.5MHz de 150W, 14-30MHz de ise 400W maksimum çıkış gücüne izin verilir. Özel durumlarda ise yükselticilerle maksimum 1KW’a kadar çıkışlar yapılabilmektedir. Bu dalgaların özelliği gök dalgaları dediğimiz yayılımı kullanarak binlerce kilometre uzaklıktaki istasyonlar ile iletişim sağlayabilmesidir. Yeryüzünün 40-500Km arasında bulunan İyonosfer tabakası bir ayna görevi görerek HF dalgasının yayılımını sağlar. Yüksek yoğunlukta proton ve elektronlardan oluşan İyonosfer tabakası değişik katmanlardan oluşmaktadır. Bu katmanlar gece ve gündüz değişmektedir. Zira güneş ışınları bu katmanları doğrudan etkilemektedir. Hatta güneş fırtınalarında bu etkiyi en çok hisseden katman iyonosfer olduğundan HF iletişimini de doğrudan etkiler. Güneş patlamalarında auroral dediğimiz ışık oyunlarıda bu tabakada gerçekleşir. Katmanların yeryüzünden yüksekliği aşağıda açıklandığı şekildedir.

Gündüz: Gece:
40-80Km D Tabakası 40-150Km E Tabakası
80-150Km E Tabakası 150-500Km F Tabakası
150-500Km F1 ve F2 Tabakası

D tabakası sadece gündüz oluşur, yoğunluğu çok azdır. E tabakası ikinci tabakadır ve özellikle öğlen çok yoğundur. Son tabaka F tabakası gündüzleri F1 ve F2 olarak adlandırılır, geceleri birleşerek F tabakasını oluştururlar ve yoğunluğu en fazla olan tabakadır. Düşük frekanslı dalgaların sahip olduğu enerjinin neredeyse tamamı D tabakası tarafından emilir. Bunun sonucu esas dalganın kırılımını sağlayan E ve F tabakalarına erişemezler. Yüksek frekanslı dalgalar ise çok az emilirler ve D tabakasını geçtikten sonra E ve F tabakalarında iyonize tabakadan yansıyarak yeryüzüne geri dönerler. Gündüz saatlerinde D tabakası oluştuğundan düşük frekansta gök dalgaları ile haberleşme yapılmasına engel olur. Geceleri ise D tabakası kaybolduğundan düşük frekanslı dalgalar iyonosferde kırılır ve toprağa geri yansır. Hatta tekrar göğe çıkarak birkaç defa yansıma da yapabilirler. Burada kast ettiğimiz düşük frekanslar HF dediğimiz frekanslardır. Frekans yükseldikçe kırılma az olur ve dolayısıyla gök dalgası ile yayılımı da azalır.




HAARP Nedir?
HAARP, HF’da yüksek enerji çıkışları ile iyonosferin ısıtılması ve burada bir takım değişimler yapılarak etkilerinin incelenmesi için başlatılmış bir projedir. Kullanılan frekans aralığı 2.8-10MHz arasıdır, çıkış gücü ise resmi kaynaklarda 3.6 Gigawatt olarak belirtilmesine karşılık 10 Gigawatt’a çıkarılabileceği açıklanmaktadır. Bu enerji dünyadaki en büyük radyo vericisi ünvanını kazandırmaktadır. Merkezin 1 saat boyunca çalıştırılması durumunda Hiroşima atılan atom bombası kadar enerji ortaya çıkaracağı hesaplanmıştır. Fakat bu merkezin yılda 4-5 kere ve sürekli olmayıp vuruş modunda (seri ve güçlü atışlar üretme) ile çalışacağı bildirilmektedir.(Bahse konu enerjinin aslında ne kadar tehlikeli boyutlara ulaşabileceğini göstermek için bu örnek verilmiştir)

HAARP’ın Yeri ve Projeyi Gerçekleştirenler Kimler?
HAARP, çok ilginç bir yerde konuşlanmıştır, Alaska Gakona. Gakona’da askeri üstün yakınlarında ve kimsenin girmediği özel bir alanda tesis kurulmuştur. Niçin burası seçilmiştir? İki temel amacı vardır. Birincisi Alaska dünyadaki elektromanyetik kuşakların özel bir kesişim bölgesinde bulunmaktadır. Dünyanın elektromanyetik alanlarına müdahale edebilmek için en iyi yerdir. İkincisi ise insanlardan uzak, korunması kolay ve gözlerden mümkün olduğunca uzak bir yer olmasıdır.




Gakona daki bu merkezde 21m. yüksekliğinde 180 adet kule üzerinde cross dipol anten inşa edilmiştir. Teknik detaylarını
http://www.haarp.alaska.edu/haarp/tech.html adresinde bulabilirsiniz.






Gakona dünyanın elektromanyetik alan çizgilerinin kesiştiği bir yerdedir.



Bu alan aynı zamanda auroral dediğimiz ışımaların en yoğun yaşandığı bölgedir. Dünya manyetik alan çizgileri üzerinde yapılacak en küçük değişimlerin bile büyük etkilere yol açabileceği söylenmektedir. Bu konuda Tesla’nın da zamanında bazı çalışmaları olmuştur.

İlk kez Nicola Tesla tarafından ortaya atılan “Dünyasal Sabit Dalgalar”, dünyanın kendi kendine bir elektrik ürettiği ve uygun konumlarda bu dalgalara erişilerek kontrol edilebileceği söylemektedir. Tesla bunu ispat etmek için uygun frekanstaki bu titreşimleri kullanarak elektrik enerjisini çok uzaklara tel kullanmadan aktarabilmişti. Deneyinde 40Km uzaklıkta bir yerde 200 ampülü yakabilmişti. Yine Tesla’nın bir amacı da “Kablosuz Dünya İletişim Kulesi”ni inşa etmekti. Tesla dünya çapında bir iletişim düşünüyordu, kısacası bugünün Internet dünyasını tasarlıyordu. Fakat bunu kablosuz ortamda gerçekleştirecekti, ama ömrü bu projeyi yapmaya yetmedi.(1856-1943) Tesla konusu başlı başına özel bir konu olup arasıra bu dahinin görüş ve teorilerinden yararlanacağız.

Gakona’nın bu özel konumundan sonra projenin kimlerin denetiminde geliştirildiğine bakalım. Aslında kimlerin bu işin altında parmağının olduğunu gördüğümüzde konunun basit anlamda bir araştırma projesi olmadığını görüyoruz. ABD hava ve deniz kuvvetleri, içlerinde Alaska ve MIT gibi 8 üniversitenin bulunduğu bilim adamları grubu ve ARCO şirketi. ARCO çok kilit bir şirket, 1994 yılında bu şirket Patriot füzelerini de üreten Raytheon şirketler grubunun bir üyesi olan E-Systems’e satılmış. ARCO şirketi Prof. Bernard Eastlund adında bir fizikçinin patentini satın almıştı. ABD-4.686.605 numaralı bu patent, Tesla’nın icatlarından esinlenerek hazırlanmış bir iyonosferik ısıtıcının özelliklerini açıklamaktadır. Tesla’ya ait iki önemli görüş ve çalışma Eastlund’un ilham kaynağı olmuştu(Belki ilham kaynağının ötesinde Tesla’ya ait bazı notlar da bu kişinin elindeydi) Tesla, istenirse Çin seddi gibi bir manyetik alan yaratabileceğini, istenirse bunu yönlendirerek motorları dahi eritebileceğini açıklamıştı. İkinci açıklama ise bunu 2 Milyon doları geçmeyen bir kompleks kurarak özel bir ışınla yapabileceğiydi. Eastlund’un bulduğu iyonosferik ısıtıcı da aynen bu düşüncelere dayanıyordu. HAARP da bu düşünce doğrultusunda çalıştırılabilmektedir. Bu konuyu daha detaylı inceleyebilmek için HAARP’ın resmi ve resmi olmayan amaçlarına bir göz atalım.

HAARP’ın Amaçları:
Bunu ikiye ayırmak durumundayız; birincisi ABD hükümeti tarafından yapılan resmi açıklamalar, diğeri ise bağımsız kaynakların, radyo amatörlerinin ve araştırmacıların yaptıkları.

HAARP’ın resmi kaynaklardaki amaçları:
1-Atmosferdeki termonükleer araçları kontrol edecek elektromanyetik vuruşları gerçekleştirmek.
2-Denizaltılar ile haberleşmeyi kolaylaştırmak. Bu haberleşme ELF(Extremely Low Frequency) ve VLF(Very Low Frequency) dediğimiz 30Hz-30KHz civarında çalışmaktadır. ELF nin yan etkileri bilindiğinden mevcut ELF vericileri ile HAARP vericileri değiştirilmek istenmektedir.
3-Radar sistemlerini geliştirmek.
4-Çok geniş bir alanda ABD ordusunun haberleşmesini sağlamak.
5-Cray ve EMass süperbilgisayarlarının yardımı ile yer altının tomografik haritasını çıkarabilmek.
6-Petrol, doğalgaz ve mineral yataklarını tespit etmek.
7-Cruise füzesine benzer alçak irtifadan uçan füze ve hava araçlarını havada imha etmek.

HAARP’ın sadece bu amaçları gerçekleştirmesi durumunda bile “Star Wars” projesine gerek kalmayacağını görüyor ve çekiniyoruz. Fakat bunlar işin görünen yanı, buz dağının altında çok daha vahim bir tablo ile karşılaşıyoruz. Bu tablo projenin karşısında olanlar tarafından dile getirilmektedir. Özellikle de 230 sayfalık “Angels Don’t Play This HAARP-Melekler HAARP ile Oynamaz” adlı kitap bu görüşleri dile getiren en önemli kaynaktır.

HAARP karşıtı birçok görüş yayınlanmış ve bu görüşler inanılmaz baskılara uğramış, net deki sayfalar kapatılmıştır.(Umarım bu sayfa da kapatılmaz) Fakat ABD hükümeti bu karşıt görüşleri tam anlamıyla yalanlayacak bir döküman veya bilgiyi basına vermemiştir. Bu da karşıt görüş oluşturanların şüphelerinde haklı olma gerçeğini arttırmaktadır. Şimdi HAARP karşıtı açıklamalara bakalım ve teorileri destekleyen olayları inceleyelim.

1-İklimleri değiştirebilir.
2-Kutupları eritebilir veya yerinden oynatabilir.
3-Ozon tabakası ile oynayabilir.
4-Deprem yaratabilir.
5-Okyanus dalgalarını kontrol edebilir.
6-Dünyanın enerji kuşakları ile oynayarak insan biyolojisini ve beynini etkileyebilir.
7-Radyasyon yaymadan termonükleer patlama oluşturabilir.

Yukarıda yazanları tekrar okuyup son 10 yılda yaşanan olayları göz önünüze getirmenizi istiyorum. Aklınıza gelen örneklerin sadece basit doğa olayları veya küresel ısınmayla açıklanamayacağını bir kez düşünün. Dünyamız yaşadığı sıkıntıları sadece doğal nedenlerle mi yaşıyor, yoksa insan parmağı işin içinde mi?

HAARP Çalışma Prensibi ve Gerçek Etkileri:
Bu bölümde işin teknik yanına girip, HAARP’ın resmi kaynaklar dışında iddia edilen etkilere sahip olup olmadığı araştıracağız. Mantık olarak değerlendirdiğimizde de milyonlarca doları ve değerli bilim adamı kaynağını, üstelik arkasında ABD ordusunun çok önemli bir desteğini de alarak bu işe kanalize etmenin, gökteki ışık oyunlarını incelemek veya iyonosferi biraz ısıtıp neler olacağı görmekle açıklanabileceğini sanmıyorum. Haberleşmeyi daha iyi yapmak veya toprak altını incelemek gibi başka kaynaklarla da yapılabilecek işlerin ise bu işin asıl amaçlarını gizlemeye yönelik bir çalışma olduğunu düşündüren bulgular vardır. Proje, “Yıldız Savaşları” projesinden bile tehlikeli, çünkü çok az bir kaynakla, çok büyük etkiler yapabilmek mümkün. ABD’nin niçin “Yıldız Savaşları” projesini askıya aldığını şimdi daha iyi analiz edebiliyoruz.

Yaptığım incelemeler sonucunda HAARP’ın temel işlevi; iyonosferdeki bir alanı ısıtıp (Minimum 50Km çapında) burada lens-ayna işlevi görecek bir bölge yaratmak ve bu lensi kontrollü bir şekilde kullanarak ELF yayılımı ile doğal olmayan ve yukarıda 7 madde de açıklanan etkileri meydana getirmek. Bir diğer görüşte çok yüksek enerji ile dünyanın enerji kuşaklarına gönderilecek HF dalgalarının yan etki olarak doğal bir ELF oluşturabileceği ve bunun kontrol dışına çıkması ile yine yukarıda yazan olayların olabileceğidir. Kısaca bu cümleler ile açıklayabileceğimiz konuyu şimdi ayrıntı düzeyinde inceleyelim.

Öncelikle ELF konusunu incelemek gerekiyor. Çok düşük frekanstaki radyo dalgalarının(10-30Hz) canlıların sağlığına etkileri kanıtlanmıştır(Davranış bozuklukları, sinir ağı rahatsızlıkları, doku hasarları, doğum bozuklukları, katarakt, bağışıklık ve kan sisteminin bozulması, kanser, ani mutasyon değişiklikleri). Bu dalgaların yaydığı elektromanyetik radyasyon canlılarda beklenmedik sağlık sorunlarına neden olabildiği gibi, elektronik cihazların da çalışmasını etkilemektedir. Bunlar arasına kalp pillerinden tutun, uçaklara, TV alıcılarından haberleşme sistemlerine kadar birçok elektronik sistem girmektedir. ABD ordusunun denizaltılar ile haberleşmede bu sistemi kullandığını fakat sistemin yan etkileri nedeni ile sürekli eleştiri aldığı biliniyordu. Bu nedenle ELF programı zayıflatılıp yerine “zararsız” olduğu iddia edilen HF ile değiştirilmesi gündeme geldi. Acaba HF kullanan HAARP zararsız mıydı? HAARP HF enerji dalgalarını “vuruşlu” iletim haline çevirerek kullanıyor. Başka bir deyişle, HAARP aslında ELF sinyallerini belirli oranda (saniyede 30-3000 devir) açıp kapatarak, onun gücünü iki kat arttırıyor. Sonuçta, istenildiği takdirde ELF radyasyonu gezegenin yüzeyinde “belirli bir alana” yöneltilebilecekti.

Oluşturulan bu göksel şemsiye hem ELF sinyallerini yansıtabiliyor hem de aynı zamanda kendisi ELF yayabiliyordu. ELF ile ilk oynayanlar ABD değil Rusya’dır. Rusların yapmış olduğu fakat bugünkü kadar denetimli olmayan ilk ELF vericilerine ABD de “Rus ağaçkakanı” denmişti. 1976 yılının 4 Temmuz tarihinde Ruslar her biri 40’ar milyon Watt’lık üç vericiden dev bir elektromanyetik alan yaymaya başladı. Bu teknoloji Tesla’nın parlak çalışmalarının bir eseriydi. ELF dalgaları yayan ve bir diğer adıda Tesla vericileri olan bu dev vericiler yüksek basınç bloke sistemleri meydana getiriyor ve iklimlerin değişmesine neden oluyordu. Rus ağaçkakanı ABD California da o zamana kadar görülmeyen bir kuraklığa neden olmuştu. Meteoroloji uydularından alınan bilgilerde de bu yüksek basınç alanı adeta bir bıçak gibi görülüyordu. 1993 yılına kadar devam eden bu durum, radyo dalgalarının bozulmasına, kuraklığa, bazı yerlerde sellere neden olmuştu. Tümü belgelenen bu olaylar Rusların vericileri kapaması ile son bulmuşu.

10 Aralık 1976 tarihinde Birleşmiş Milletlerin aldığı bir karar son derece ilginçtir. “Askeri veya herhangi bir çevresel değişim tekniklerinin düşmana yönelik kullanımı yasaklanmıştır”. BM’in bu şekilde bir karar almaya iten neydi? Çevresel değişimleri yapacak bir teknoloji olmasaydı acaba böyle bir karar alınır mıydı?

HAARP ve ELF arasındaki bu ilişkiyi ve ELF nin etkilerini gördükten sonra HAARP veya benzer teknolojilerin yarattığını düşündüğümüz doğal görünümlü fakat insan tarafından yaratılan bazı doğa olaylarının örneklerini inceleyelim.

HAARP ve Doğa Olayları İlişkisi:
1981 yılında nükleer mühendis ve ABD nin önde gelen Tesla araştırmacılarından Albay Thomas Bearden, Amerikan Psikotronik Derneği’nde bir konferans verdi. Konuşmasının bir bölümünde 1978 yılında Specula dergisinde de tartışılan Tesla vericileri tarafından üretilen kalıcı dalgalardan bahsetti.

“Yaptığımız şey frekansı değiştirmektir. Eğer frekansı bir yönde değiştirirseniz, enerjiyi dünyanın diğer bölümünde hedeflediğiniz yerin ilerisindeki atmosfere boşaltırsınız. Havayı iyonize etmeye başladıkça, hava akışı seyrini, jet gidişlerini vb. şeyleri değiştirebilirsiniz. Bu mükemmel bir hava makinasıdır. Eğer ani bir şekilde boşaltırsanız, bunun gibi küçük iyonizasyon elde etmezsiniz. Bu kez kıvılcımlar ve ateş topları dünyanın yüzeyine boşalacaktır. Bu aletle ileri geri oynayarak, dünya çapında dev hava değişikliklerine yol açabilirsiniz.”

28.Temmuz.1976 yılında Çin, Tanghan’da yaşanan ve 650.000’in üzerinde kişinin ölümüyle ilgili New York Times’da bir yazı çıktı. Sarsıntıdan hemen önce gökyüzü aniden aydınlanmıştı. Beyaz ve kırmızı ışıklardan oluşan bu ateş topu 200 mil uzaktan bile görülmüş, birçok ağacın yaprakları yanmış ve sebzeler kavrulmuştu, tıpkı 17 Ağustos 1999 depreminde olduğu gibi.

1979 yılında 56 önemli deprem olmuş. 1981 yılında ise bu rakam 71’e yükselmiş. Bu tarihte hem ABD, hem de Rusya ELF ericilerini arttırmıştı. Burada kısa bir bilgi notu daha düşmek istiyorum. Dünyada büyüklüğü 7 ve üzerindeki depremlerin yıllara dağılımı: 70 li yıllarda 5, 80 li yıllarda 5 ve 90 lı yıllarda 9 dur. Bilim adamları ne kadar olayları doğal seyrinde giden bir durum gibi izah etmeye çalışsalar bile sismik hareketlerde gerek sayı gerekse büyüklük olarak bir artış vardır.

Volkanik hareketlerde, sel ve tayfunlardaki artışları da güncel haberleri takip edenler görmektedir. Dünyamız adeta bir kabuk değiştirmektedir. Bu olayların ortaya çıkmasında insanların ne kadar etkisi olmaktadır. Yer altında yapılan nükleer patlamaların, dünyanın çok farklı yerlerinde volkanik ve sismik hareketlere neden olduğunu artık biliyoruz. Zaten bu nedenle denemelere son verildi. Ama dünyamızın dengesini ve doğal gidişini değiştiren HAARP ve benzeri sistemler halen kullanılmaktadır. İşin tehlikeli bir yönü de yaratılmak istenen küçük ve kontrollü atmosferik ve sismik olayların kontrolden çıkacağıdır. Buna domino taşı etkisi de denmektedir. Örneğin Ankara’dan İstanbul’a uzanan bir domino taşı dizisi yapalım. Bir taşı devirdiğimizde sırayla İstanbul’a kadar uzanan taşlar devrilir. Fakat bu taşların gittikçe büyüdüğünü düşünelim ve İstanbul’daki son taş 1 ton ağırlığında olsun. Küçük bir domino taşını Ankara’dan devirdiğimizde 1 ton ağırlığındaki son taş yıkıldığında ortaya çıkan enerji ilk verdiğimiz enerjiden kat kat büyüktür ve bilim adamları özellikle sismik oluşumlarda bu tip küçük tetiklenmelerin büyük sarsıntılar meydana getirebileceğini kabul etmektedir.

Konumuza dönecek olursak anlattıklarımızın sadece varsayımlar olmadığını, bilimsel gerçeklere dayanarak bu olayların olabileceğini ve hatta olduğunu söylemektir. Yer altındaki fay hatlarının nereden geçtiğini ileri teknoloji sahibi ülkeler son derece hassas bir şekilde biliyorlar. Bu hatlara yapılacak küçük bir “tetiklemenin” nelere yol açabileceğini de sanırım test ettiler.

HAARP Karşıtı Hareketler:
Yazımızın başında HAARP karşıtı görüşlerin olduğunu söylemiştik. Özellikle radyo amatörlerinin ve bağımsız araştırmacıların bu konuda verdiği bazı bilgileri aktarmak istiyorum.

Clare Zickuhr, konuyla ilgilenen bir ARCO çalışanı ve aynı zamanda bir radyo amatörü. Gar Smith, bağımsız araştırmacı ve “Earth Island Journal” in editörü. Bu ikilinin konuyla ilgili görüşleri ise şu şekilde:

“Şu anda Alaska, Gakona yakınlarında izole edilmiş Hava Kuvvetleri faaliyet alanında yapılanma altında olan Pentagon’un sırlarla dolu HAARP projesi, dünyanın en güçlü iyonosferik ısıtıcını yaratmak için ilk adımı attı. Bilimadamları, çevreciler ve yerliler dünyanın iyonosferine 1 Gigawatt’tan fazla radyasyonlu güç verme kabiliyeti olan HAARP projesi için vericilerinin, insana vereceği zarar, doğal hayata karşı oluşturacak olan tehdit ve etkisi hemen ortaya çıkmayan çevresel etkileri daha da tırmandıracağı konusu ile ilgileniyorlar.

ARCO’nun patentlerinden biri Alaska’nın mükemmel bir bölge olduğunu, çünkü bu icat için istenilen uygun irtifalara uzanan manyetik alan çizgilerinin dünyayı ancak Alaska’da ikiye böldüğünü belirtir.

HAARP yetkilileri, Eastlund’un icadıyla herhangi bir ilişkiyi yalanlarken; Eastlund, Ulusal Halk Radyosu’na gizli ordunun 1980’lerin sonunda ortaya attığı kendi çalışmasını geliştirmeyi planladığını söyledi. Microwave News’in Mayıs 1994 sayısında Eastlund kendi patentlerinin gerçekleşmesi için HAARP projesinin açıkça ilk adım olarak gördüğünü söylemiştir. HAARP’ın orduyla olan ilişkisi; ARCO’nun APTI’yi ve E-Systems’e satmasıyla birlikte daha da belirginleşmiştir”

Princeton Üniversitesi’nden Dr. Richard Williams, “Üst amosferdeki kimyasal elementleri, ozon moleküllerinin oluşumunda esaslı bir etkiye sahip olabilir... İyonosferin ısısının değiştirilmesiyle ozon üreten kimyasal reaksiyonların etkileneceği bilinmektedir.”

Prof. Dick Williams, “Bugüne dek eşi görülmemiş miktardaki enerji, yine benzeri görülmemiş bir reaksiyon üretebilir. İyonosferle deney yapmak oldukça dikkat isteyen, hassas birşeydir. Belli bir yerde sınırlandırılmış olay, dünyaya oldukça hızlı bir şekilde yayılabilir.”

Alaska halkı bir avukat tutarak bu bölgede yapılmakta olan HAARP deneylerine bir son verilmesi için kongre üyelerine dilekçe göndermiştir. Başkan Clinton’un da konuya sıcak bakmadığını ve projeye destek vermediğini biliyoruz.

Internet üzerinde yaptığım araştırmalarda aşağı yukarı hep aynı şeylerden bahsediliyor. Aydoğan Vatandaş’ın “HAARP Kıyamet Teknolojisi” adlı kitabındaki herşeyi Internet’te bulmak mümkün.

Sonuç:
Bir radyo amatörü olarak doğrudan bizi ilgilendiren bir konu üzerinde yaptığım araştırmaları sizlerle paylaşmanın doğru olacağını düşündüm. Şahsi görüşüme gelince:
Bugün dünyamızın dengesinde bir takım değişimler olduğunu biliyor ve görüyoruz. Bunun nedenini dünyamızın önümüzdeki 30 yıl içinde gireceği yeni Altın Çağı’na bağlayanlar ve üzerindeki insanların neden olduğu etkilere bağlayanlar var. Kimilerine göreyse tamamen rastlantısal olaylar. Kıyamet ve Altın Çağ ile ilgili bir yazımı da daha sonra sizlerle paylaşmayı düşünüyorum. Fakat üzerinde yaşadığımız dünyanın insanları tarafından yaratılan olumsuz durumların bugün yaşadığımız bir çok olaya etki ettiğini düşünüyorum. Açıkçası bilerek veya bilmeyerek yapılan yer altı nükleer denemelerinin ve HAARP projesinin sismik ve atmosferik hareketlere neden olduğunu söyleyebilirim. Ne yazık ki bazı ülkeler sadece kendi çıkarlarını düşünerek hareket ediyor ve bunun sonucunda oluşan olumsuz olaylardan hepimiz etkileniyor. Fakat onların da anlaması gereken çok önemli bir nokta var:
Doğa ile oyun olmaz..!

Sevgi ve bilgi ışığınız aydınlığınız olsun.


Yararlanılan Kaynaklar:
1- HAARP Kıyamet Teknolojisi, Aydoğan Vatandaş.
2- Kıyamet Alametleri, Ergun Candan.
3- ANTRAK El Kitabı
4- Internet

Rusya'nın yeni 'mucize' silahı






AYSAM'dan Bakış
Rusya'nın yeni 'mucize' silahı

Tamina Kibar / Araştırmacı



17 Kasım'da Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya Silahlı Kuvvetleri üst düzey yöneticileri ile yaptığı toplantısında, "denemelerin başarıyla sürdüğü, diğer nükleer güçlerde bulunmayan ve önümüzdeki yıllarda da olmayacak" yeni bir nükleer silahın birkaç yıl içinde kullanıma hazır olacağını belirtti.

Putin'in açıklaması, uluslararası gündemin ilk sırasına oturdu. Amerika'dan başlayıp Avustralya'ya kadar bütün basın-yayın organları, Putin'in yeni süper silah açıklamasını detaylı olarak yayınladı.

Aslında, süper silah haberi yeni sayılmaz. Daha önce de Rusya Savunma Bakanlığının üst düzey yöneticileri, Rusya'nın Amerikan füze savunma kalkanını işlevsiz kılacak yeni bir nükleer silah geliştirdiklerini dile getirmişlerdi. Bu yılın Şubat ayında Rusya Genel Kurmay Başkanı Y.Baluyevskiy, yeni füze sistemlerin denemelerinin başarıyla sonuçlandığını belirtmişti. Rusya Federasyonu Savunma Bakanı S.İvanov ise, Kasım ayı başında, Rusya'nın nükleer başlık taşıma yeteneğine sahip, çok etkili yeni bir füzenin denemesinin gerçekleştirildiğini açıklamıştı.

Putin, yeni silah konusunda ayrıntılara girmedi. Moskova ATS araştırma merkezi uzmanlarından R.Puhin'a göre; "Putin'in açıklaması politiktir. Büyük ihtimalle raftan indirilen, Sovyetler zamanından kalma eski çalışmalardır." Peki, Rusya'nın bu yeni silah sistemleri ne olabilir? Rus Deniz Kuvvetlerinin Eylül ayında 10 nükleer başlık taşıyabilen 8000 km menzilli 'Bulava' adındaki yeni bir füzenin denemesini yaptığı bilinmektedir. Gelecekte denizaltıların bu füzelerle donatılması planlamaktadır. Putin'in 2005'te göreve hazır olacağını ifade ettiği karadan atılan füze sistemleri ile, yüksek manevra yeteneğine sahip, 10 bin km menzilli, çoklu nükleer başlık taşıyabilen 'Topol- M' balistik füzesi ile sesten üç misli hızlı hareket eden, radarlarla tespit edilemeyen ve nükleer başlık taşıyabilen 280 km menzilli (taktik) 'İskender- M' füzelerinin geliştirilmiş tiplerinden bahsetmesi mümkün.

Uzmanların görüşlerine göre, Rusya'nın yeni 'mucize' silahı,füzeden ayrıldıktan sonra kendi başına hareket edebilen, dolayısıyla balistik füze özellikleri taşıyan ve füze savunma kalkanını aşabilen nükleer bir başlık olabilir. Eğer öyle ise, Rusya'nın yeni silah sisteminin haberi abartılı bulanlar yanılmakta. Bu haber ciddi sonuçlar doğurabilir. Hatırlarsak Putin, ABD Başkanı Bush'un füze savunma sisteminin geliştirilmesi kararından önce, Rusya'nın Amerikan füze savunma sistemini aşabilen yeni bir silahın geliştirilmesi için elinden gelen her şey yapacağını beyan etmişti.... Soğuk savaş döneminden sonra tarihe karışan 'nükleer yarış' yeniden canlanabilir. Tabii ki, diğer bazı ülkelerin, örneğin Çin ve Kuzey Kore'nin elinde Rusya'nın füze savunma sistemi için sorun yaratabilecek füzeleri vardır, ancak Putin'in bahsettiği füze tipi savunmaya değil saldırıya yöneliktir. Şu anda mevcut olan ve geliştirilen milli füze savunma sistemlerinden sadece Amerikan sistemi, Rusya'nın yeni silahının potansiyel 'deneme tahtası' olabilir.

ABD, Rusya'nın yeni bir nükleer füze sistemi geliştirmesinden kaygı duymadığını belirtti. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Adem Ereli, Rusya'nın nükleer gücünü sürdürme faaliyetlerinin, iki ülke arasında yapılan Moskova Anlaşmasını ihlal etmediğini ve tehdit taşımadığını belirti.

Nükleer güce sahip büyük devletlerin modern stratejik konseptlerinde, "nükleer kulüp" üyesi devletlerden nükleer saldırı tehdidi yer almasa da, ihtimal dışı da görünmemektedir. Dolayısıyla bu ülkelerden birisinin yeni nükleer silah geliştirdiğine dair beyanları, diğer ülkeler tarafından aralarındaki dengeyi etkileyecek bir faktör olarak algılanmaktadır. Nitekim, Putin'in açıklaması gibi, hassas konuların orta çıkmasıyla, Batının siyasi ve askeri çevrelerinde 'Rusya'nın gerçek niyeti nedir?' tartışmasını başlattı.

Putin'in açıklamasında, 'Uluslararası terörizm, günümüzün en büyük tehditlerinden birisidir, ancak, çok net anlaşılıyor ki, savunmamızın nükleer silah zırhı gibi unsurlarına yönelik dikkatimizin zayıfladığı anda başka tehditlerle karşı karşıya gelebiliriz' demekte ve bu anlayışa, sadece askerlerin değil bütün Rus toplumun sahip olması gerekliğinin altını çizerek, yeni silah mesajının hem iç hem dış siyasete yönelik olduğunu göstermektedir. Çünkü; Silahlı Kuvvetlerin teknik donanımı için 2005 yılı bütçesinde ayrılan para, geçen yıllara nazaran üçte bir oranında arttırılmıştır. Bu paralar, ekonomik yatırımlar ve sosyal alandan kaydırılmakta ve iç politikada huzursuzluk yaratmaktadır. Açıklama bir anlamda paraların nerelere harcandığının açıklaması olup, kamuoyunun rahatlatmasına yönelikti. Beslan terör trajedisi, Rus toplumu derinden sarsmıştı, tabii ki, terörle mücadelede nükleer silahın kullanılması yarar sağlayamaz, ancak Rusya'ya yönelik uluslararası terörün arkasında Amerika'nın olduğunu, Putin bizzat kendisi birkaç defa ima etmişti. Rus toplumunda uluslararası terörün dış destekli olduğuna inanılmakta, milli güvenlik için en büyük dış tehdit olarak da Amerika algılanmaktadır. Bundan dolayı, terör ile mücadele, ülkede güvenliğin ve huzurun sağlanması , Rusya'nın askeri harcamaların arttırılmasını gerektirmektedir.

Son zamanlarda Amerika, dünyada ve Rusya'nın çemberinde Rusya'yı ciddi boyutta rahatsız edebilecek dış politika yürütmektedir. Eski Sovyet Baltık Cumhuriyetlerinin NATO'ya dahil edilmesi, Amerika'nın Gürcistan ve Ukrayna politikası, Merkezi Asya'daki Amerikan askeri üsleri, Putin'in yeni 'mucize' silah açıklamasının dış adresinin ABD olduğunu düşündürmektedir.

İlginç olan Putin'in açıklamasını, uzun süreli ve Şili, Brezilya, Portekiz'i, daha sonra Haag'daki Rusya-AB görüşmeleri, Hindistan ve Türkiye'yi kapsayan yurt dışı turnesi ile ABD Başkanı G.W.Bush'la bir araya geleceği Asya-Pasifik Ekonomik Örgütü'nün (APEK) toplantısı arifesinde yapmasıdır. Amaç, ekonomik reformların yetersiz kaldığı Rusya'nın uluslararası arenada prestijini yükseltmektir.

PUTİN'DEN TÜRKMEN DOĞALGAZ KALKANI


TÜRKMENBAŞI - Bush yönetiminin Doğu Avrupa'ya füze kalkanı yerleştirme planına karşı 'Soğuk Savaş' zırhını kuşanan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya, Çin ve Avrupa'nın Türkmen gazına uzanma ümitleriyle Türkiye'nin enerji koridoru olma hayallerine darbe vuran yeni ittifaklara imza attı.
Rusya, Türkmenistan ve Kazakistan liderleri, Türkmen doğalgazını Kazakistan üzerinden Hazar Denizi'nin çevresini dolaşıp Rusya'ya ulaştıracak yeni doğalgaz hattında anlaştı. Putin diğer üç darbeyi Kazakistan'ın Tengiz havzasından Karadeniz'teki Novorossiisk'e ham petrol taşıyan hattın genişletilmesi, Kazakistan'ın Burgaz'dan Dedeağaç'a giden petrol hattına katılması, Orta Asya'dan Rusya'ya uzanan SSCB'den kalma bütün hatlarını yenilenmesi kararlaştırarak attı. Anlaşmalar Türkiye'nin enerji koridoru yapacak Nabucco hattı ve Trans-Hazar Doğalgaz Boru Hattı'na karşı Putin'in büyük zaferi olarak görülüyor.


Polonya zirvesine çomak
Putin'in adımları, Türkmenistan Devlet Başkanı Sefermurat Türkmenbaşı'nın ölümü sonrası, ABD ve AB'nin Ortadoğu'ya muhtaç olmaktan kurtulmak ve Rus tekelini kırmak için Hazar havzasını alternatif güzergâhlarla Batı'ya taşıma hesaplarını yoğunlaştırdığı sırada geldi. Putin Polonya'da 'Rus karşıtı' enerji zirvesine denk getirdiği anlaşmalarla Batı'ya kontür çekmiş oldu. Rus lider Polonya, Ukrayna, Azerbaycan, Gürcistan ve Kazakistan'la yapılan 11-13 Mayıs'taki Krakov zirvesini, Nazarbayev'i katılma kararından vazgeçirerek kadük bıraktı.
Enerjiyi stratejik silaha dönüştüren Putin, altı günlük Orta Asya gezisinin altın vuruşunu Hazar kıyısındaki Türkmen kenti Türkmenbaşı'nda yaptı. Yeni Türkmen lideri Gurbanguli Berdimuhammed ve Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev ile el sıkışan Putin, Rusya'yı Türkmen gazı üzerinde tekel yapan hattın 2008'in başında inşasına başlanacağını duyurdu. Rus Enerji Bakanı Viktor Khristenko ise hattın başlangıçta iki yıl 10 milyar metreküp taşıma kapasitesinin 2012'te 20 milyar, nihayetinde de 30 milyar metreküp olacağını belirtti.
Gazprom CEO'su Aleksey Miller 2028'e dek geçerli anlaşmayla yılda 80 milyar metreküp Türkmen gazı ithalini planladıklarını söyledi. Rusya'nın 2006'daki ithalatı 41 milyar metreküptü. Gazporom 1000 metreküpünü 100 dolara aldığı Türkmen gazını Batı'ya en az 250 dolara fatura ediyor.
Yeni hattın maliyeti hakkında açıklama yapılmazken ITAR-Tass 2003'te yapılmış bir çalışmadan hareketle 1 milyar doları zikretti.
Batı'ya diğer kötü haber Putin ve Nazarbayev'in Kazakistan'ın Tengiz havzasından Novorossiisk'e ham petrol taşıyan hattın genişletilmesinde anlaşması oldu. Putin Kazakistan'ın Rusya'nın kontrolünde olup Karadeniz'de Bulgaristan'ın Burgaz Limanı'ndan Yunanistan'da Dedeağaç'a uzanan hatta katılımı konusunda bir anlaşma da yaptı. Böylece Kazakistan bu hatta petrol verecek. Son iki anlaşma Rusya'yı baypas edip Kazak petrolünü Akdeniz'e taşıyan Bakü-Tiflis-Ceyhan hattının ciddi mevzi kaybetmesi anlamına geliyor.
Üçlü ayrıca, Özbek lider İslam Kerimov'un katılımıyla Orta Asya'dan Rusya'ya uzanan SSCB'den kalma tüm gaz hatlarının yenilenmesini deklarasyona döktü. Amaç eski hatları 90 milyar metreküp seviyesine çıkarmak.


Trans-Hazar öldü mü?
Putin tekel suçlaması için "Yeni hatlarla Batı'ya daha çok enerji
akıtacağız" derken, Türkmenistan-Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye
üzerinden Batı'ya uzanan Trans-Hazar doğalgaz hattı ile Nabucca'nın ölüp ölmediği meçhul. Berdimuhammed, "Trans-Hazar'dan vazgeçilmedi" derken Nazarbayev Trans-Hazar'ın ileride düşünülebileceğini belirtti. Hazar ve Ortadoğu gazını Türkiye, Romanya, Bulgaristan ve Avusturya'dan geçirecek Nabucco hattının 2008'de başlanıp 2012'de bitmesi planlanıyordu.
(Dış Haberler)

G8'de yedi kılıca karşı Putin kalkanı

G8'de yedi kılıca karşı Putin kalkanı

Heiligendamm yakınındaki plajda eylem yapan Oxfam örgütünün eylemcileri, dünyanın en zengin ülkelerinin liderlerinin (soldan sağa Harper, Abe, Prodi, Bush, Merkel, Sarkozy, Putin ve Blair) maskeleriyle ilginç pozlar verdi. Örgüt bu eylemle, G8'leri Afrika'ya yardımı artırmaya ve küresel ısınmaya karşı önlem almaya çağırdı.

Füze kalkanı krizinin gölgesinde toplanan G8 zirvesi, Bush ile Putin'i nihayet buluşturdu. ABD Başkanı'nın 'Celallenecek bir durum yok' diyerek teskine çalıştığı Rus lider Azerbaycan'da ortak bir radar kurulmasını önerdi


HEILIGENDAMM - Dünyanın en zengin ülkelerinin G8 zirvesi Almanya'nın Baltık kıyısındaki Heiligendamm kentinde ABD ile Rusya arasındaki 'füze kalkanı krizinin' gölgesinde toplanırken, yeni Soğuk Savaş polemiğinin baş aktörleri ABD Başkanı George W. Bush ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin dün bir araya geldi. Bush zirveye Rusya'nın kalkana yönelik öfkesini yatıştırmaya çalışan mesajlarla başlarken, Putin de ABD'ye Doğu Avrupa'da füze kalkanı kurmak yerine Azerbaycan'daki bir füze radar sistemini ortaklaşa kullanmayı teklif etti.


'Kaygılarımız azalır'
Kalkana karşı Soğuk Savaş'taki gibi Rus füzelerinin Avrupa kentlerini hedeflemesi tehdidi savurmuş olan Putin, Bush'la görüşmesinde Avrupa'yı yeniden hedef almak gibi bir isteklerini olmadığını söyleyip, Azerbaycan'ın kuzeyindeki Gabala radar istasyonunun ortak kullanımının kaygılarını azaltacağını belirtti. "Bu sayede Avrupa sınırımıza saldırı techizatı kurmamaz gerekmez" diyen Rus lider, Gabala'nın Doğu Avrupa'ya kurulacak bir kalkandan farklı olarak tüm Avrupa kıtasını koruyabileceğini ve imha edilen füzelerin kara yerine okyanusa düşeceğini vurguladı. Ortak kullanım kabul edilirse 'Rusya'nın kaygılarının dikkate alınmasını, her iki tarafın da sisteme eşit erişiminin sağlanması ve şeffaf olunmasını' şart koşan Putin, "Böylece hiç problemimiz kalmaz" diye konuştu.
Öneriyi "İlginç bir teklif" diye niteleyen Bush ise, uzmanların konuyu incelemesi için süre istedi. İki liderin gelecek ay tekrar bir araya gelip bu konuyu görüşecekleri belirtilirken, Putin 'bu görüşme sürecinde ABD'nin Doğu Avrupa'ya yönelik tek taraflı adım atmaması' uyarısı yaptı.


Türkiye'de de tartışılmıştı
Rusya'nın 2002'de Azerbaycan'da 10 yıllığına kiraladığı Gabala Üssü'nün tüm Ortadoğu, Uzakdoğu ve Afrika'nın bir bölümünü izleme kapasitesi olduğu
açıklanmıştı. Üssün Rusya'ya devri sırasında da 'Türkiye'deki askeri faaliyetlerin de izlenebileceği' gerekçesiyle tartışmalar çıkmıştı.
Önceki akşam Kremlin sözcüsü Dmitry Peskov da, Putin'in 'Avrupa kentlerinin hedef seçilebileceği' sözleri için 'varsayıma dayalı' izahati getirdi. Peskov, Bush'un Moskova'ya sunduğu 'gelin kalkanı inceleyin' davetini ise "Sorun Doğu Avrupa'ya Amerikan silahları konuşlanması. Denetim sorunu çözmez" diyerek reddetti.
Bush ise Rus liderle görüşmesi öncesi kalkan konusunda "Bu bu kadar celallenmeyi gerektirecek bir durum değil" sözleriyle Putin'i teskine çalıştı. Britanya Başbakanı Tony Blair'le buluşması sonrası konuşan Bush, "Rusya ve Rusların benim Soğuk Savaş'ın sona erdiğine, Rusya'nın ABD'nin düşmanı olmadığına, birlikte çalışabileceğimiz, örneğin İran, silahsızlanma gibi birçok alan bulunduğuna inanması çok önemli" vurgusu yaptı. Bush, "Rusya ile savaşta değiliz, Rusya tehdit değil" diye konuştu. Bush'un Almanya öncesi kalkanın kurulacağı Çek başkenti Prag'dan yaptığı "Rusya'da demokrasi rayından çıktı" eleştirisini "Ruslar Sovyet döneminden beri uzun yol aldı" sözüyle yumuşatmaya çabalaması dikkatten kaçmadı.
Putin'in üç günlük zirvede Batı liderleriyle çetin bir sınav vermesi beklenirken, Elysee Sarayı'na çıkışını kutlamak için 48 saat beklediği Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy dün krizi dostluk ayağından tutmayı tercih etti: "Rusya ile iyi ilişkiler önemli. Putin'e dostluğun açık sözlülükle geldiğini söyleyeceğim. Kalkana itiraz ederken açık sözlü. Bunu düşmanca görmüyorum. Putin de Rusya'da insan hakları ve pazar ekonomisiyle ilgili soruları düşmanca görmemeli."


'Küresel ısınma arzusu...'
Zirvede Merkel, 2050'ye dek sera gazı emisyonunu yüzde 50 düşürmesi konusunda bağlayıcı karar çıkarma amacına Bush'un itirazı yüzünden ulaşamazken liderler sadece bu 'hedefi dikkate almayı' kabul etti. G8 belli bir taahhüt altına girmezken Merkel, 2050'ye dek yüzde 50 hedefini değerlendirme konusunda anlaştıklarını belirterek "Karbondioksit salımı artışının önce durdurulması, ardından düşürülmesini tanıyan açık bir dil üzerinde uzlaştık. Bu büyük başarı" dedi.
(Dış Haberler)

Üç İmparatorluk ve Putin İmparatorluğu


Üç İmparatorluk ve Putin İmparatorluğu

Dr. İhsan Çomak


Rusya, Türkler için daima bir büyük devletin adı oldu. Buna kimi zaman Rusya İmparatorluğu dedik ki, imparatorluk teriminin hem ekonomik, hem de siyasi tanımına uymaktadır, kimi zaman Sovyetler Birliği dedik, ki o da tarihin gördüğü en büyük ve kanlı imparatorluklardan biriydi, şimdi ise Rusya Federasyonu diyoruz, ki burada imparatorluk modern bir biçim alarak klasik tanımının dışına çıkmıştır. Devlet Başkanı Putin Rusya için imparatorluktur diyor. Günümüz Rusya’sını anlamak için bu üç Rusya’yı kısaca ele almak gerekir.

Üç Rusya

1-Rus İmparatorluğu: Çarlık dönemi Rusya’sı yayılmacı, dinin devlet ideolojisinde önemli bir yer tuttuğu, merkeziyetçi bir imparatorluktur. Kimi tarihçiler bu dönem Rusya’sı için ‘milletlerin hapishanesi’ tabirini kullanmışlardır ve doğrudur. Osmanlı İmparatorluğu, (imparatorluk tabirini sadece siyasi tanımlamasıyla kullanıyoruz) Rusya’nın hızla her istikamette ilerlediği son 3 yüzyılında gerileme dönemini yaşadığı için, iki ülke arasındaki savaşlar genellikle yenilgimizle sonuçlanmıştır. Rusya ve Türkiye değince ilk akla gelen konulardan biri aramızdaki savaşlardır. Rus-Türk tarihi savaşlardan ibaret gibi algılanıyor. Evet iki ülke arasında savaşlar olmuştur, ancak barış dönemleri daha fazladır. Ruslarla ilk defa 1475 yılında komşu olmuşuz. 1492’de ilk elçi teatisi yapılmış. 529 yıllık komşuluk ilişkilerimiz içinde sadece 22 yıl savaşmışız. Ancak savaşlar barış dönemlerinden daha çok zikredilmiş tarihte.

Tarihsel olarak Türk-Rus itimadsızlığının kökleri savaşların yoğun olduğu 18. ve 19. yy. atılmıştır. Rusların Türkleri sevmemesinde bazı tarihsel olaylar etkilidir. Biz Türkler, Ortodoks Rusların gözünde affedilmeyecek bir günah işleyerek Konstantinopolü zaptetmişizdir. Bununla da kalmayıp Agia Sophia’yı, Ortodoksların en kutsal kiliselerinden birini, cami yapmışızdır. Hristiyanlığı Bizans’tan öğrenerek Ortodoks olmuş Rus ruhban sınıfı için bu durum yüzyıllar boyu içlerinden besledikleri bir kin kaynağı olmuştur. Günümüzde bile Ortodoks kilisesinde kıyafetlerden tutun dua ve seramonilere kadar hemen her şey Bizans’tan alındığı gibidir. İkinci Roma kabul edilen İstanbul’un ‘kafir Türklerin’ elinden alınması yüzyıllar boyunca dini ve milli bir hayal/ideal olmuştur. 1897 yılında Paris’e büyükelçi atanan Urusov’a Rus dışişleri bakanı gönderdiği talimatta aynen şunları yazar: “Konstantinopol’ün alınıp Ayasofya’nın başına haçın takılması bizim ve halkımızın yüzyıllar süren hayalimiz olsa da, şu anki politik durum, Osmanlı İmparatorluğunda statükoyu ve Sultan’ın ototritesini desteklememizi gerekli kılmaktadır.”[1]

Rus milliyetçiliğinin temelinde de Ortodoks inancı yatar ve bu inanç pan-slavizmi doğurmuştur. Pan-slavism ise, Rusya ve Türkiye’nin Balkanlarda yaptığı mücadelenin sebeplerindendir. Rusya bütün Ortodoksların hamisi olma iddiasındadır ve bunu 1774 Küçük Kaynarca ile bize tasdik ettirmiştir. Çünkü Moskova Üçüncü Roma’dır. Birinci Roma, Roma imparatorluğunun başkentidir. Hrıstiyanlığın merkezi olmanın yanı sıra, eski dünyanın kültür ve medeniyet merkezidir. İkinci Roma ise Konstantinopol’dür. Roma’nın ikiye ayrılmasında sonra, Ortodoksluğun merkezi olmuştur. Bizans ise Rusların hristiyanlığı, daha doğru bir ifade ile Ortodoksluğu öğrendikleri kutsal bir merkezdir. Ancak İkinci Roma, yani İstanbul geri gelmemek üzere Türklerin eline geçmiştir.. Öyleyse artık Üçüncü Roma, yani Moskova vardır. Moskova bütün dünya Ortodokslarının hamisi ve Rusya’nın dünya hakimiyetinin merkezidir.

2-Sovyetler Birliği: 1917-1991 yılları arası, kimi Rus yazarların ifadesi ile ‘tarihsel bir sapma’dır SSCB. “Bütün dünya bir istikamete giderken, biz ters istikamete gittik” yollu hayıflanmalar çok duyulur Rusya’da. Aslında sadece onlar değil, komünizm ideali etrafında pek çok insan o ’ters’ istikamete gitmiştir dünyada. Görünen o ki, bir kısmı SSCB’nin çöküşünden sonra dahi o istikametten geri dönmekte zorlanmaktadır.

İki ayrı kuruluşun yaşandığı Türkiye Cumhuriyeti ve Sovyetler Birliği arasında ilk başta yakın ilişkiler kurulmuş. Hintli Müslümanlardan gelen para yardımını Sovyet yardımı diye bilen bir kesim hala mevcuttur ülkemizde. Genç cumhuriyet pek çok konuda Sovyetleri taklit etmiştir bu dönemde, dine karşı tutum, 19 Mayıs gösterilerine ve milli bayramlarda tankların yürüyüşüne kadar pek çok şeyimiz ortaktır. Hatta bir dönem okullarda öğrencilerin giydiği önlükler bile hemen hemen aynı örnektir. Her iki devletin milli ideoloji oluşturmak, millet oluşturmak ve kalkınma modeli oluşturmak gibi ortak sorunları vardır.

Sovyetler Birliği çok hızlı bir gelişmenin ve kalkınmanın örneği olmuştur bir dönem. Büyük şehirlere metro gelmiş (Moskova metrosu 1932 yılında yapılmaya başlanmıştır), alt yapı problemi çözülmüş, hey yerde fabrikalar açılmış, ağır sanayi gelişmiştir. Ancak bütün bunların bir bedeli vardır. Bu bedel siyasi sürgünlerdir, GULAG kamplarıdır, sürülmüş milletlerdir. Rus imparatorluğu milletlerin hapishanesi ise, Sovyetler de ‘milletlerin mezarlığıdır’ artık.

Sovyetlerin bir başka özelliği de büyüklük düşkünlüğüdür ki, buna insanda görüldüğünde psikologlar megalomani diyorlar. Devlet megalomanisini görüyoruz her yerde. En büyük binalar, en büyük gemiler, en büyük uçaklar, en geniş yollar Sovyetlerin olmalıydı. Büyüklüğün bedelini ise halk ödüyordu. Belki de bu büyüklük yarışı sonu getirdi. 1980’li yılların başında ABD’nin başlattığı sanal ‘Yıldız Savaşları’ projesine karşı, uzay çalışmalarına çok büyük kaynaklar ayıran Sovyetler kendi sonunu hazırlamıştı.

Sovyetler Birliğinde yaşayan halk ‘milliyetçilik’ duygusunu pek bilmezdi. Genelde herkes kardeşti. Ama nedense devlette kilit noktalara ağırlıklı olarak Rus kökenliler gelirdi. Enternasyonalizm milli duyguları bastırmıştı. Belki de bu yüzden dolayı Sovyetler sonrası bağımsız olan devletlerde milliyetçilik hızla canlandı. Türki cumhuriyetlerdeki milliyetçiliğin nedenlerinden biri de budur.

3-Rusya Federasyonu: Öncelikle Rusya’da ‘federasyon’un ne ifade ettiğini açıklamakta fayda var. Rusya Federasyonu 89 federatif birimden meydana geliyor. Rusya 21 cumhuriyet, 2 özel eyalet, kalanları kray, oblast, okrug denen eyaletten oluşur. Ayrıca 2000 yılında Putin tarafından oluşturulan 7 idari bölge var. Amaç vertikal vlasti, dikey gücü oluşturmak. Bunda önemli ölçüde başarılı olundu.
Kray ve oblast eyalet anlamında kullanılıyor. Aradaki fark, Rusya imparatorluğu zamanında eyalet olanlar genellikle kray adını almış. Daha sonra oblast terimi kullanılmaya başlanmış. Okrug ise bölge demek. Yahudi Otonom Bölgesi gibi. Cumhuriyetlere ise Tataristan, Başkurdistan ve Komi örnek gösterilebilir. Moskova ve Petersburg ise özel statüsü olan iki eyalettir. Bu özel statüden dolayı Moskova Belediyesi, Moskova hükümeti diye de adlandırılır. Bu Rusya hükümeti ile karıştırılmamalıdır.

Milli İdeoloji Eksikliği

Federal bir yapının beraberinde getirdiği pek çok zorluklar vardır. Bunlardan birincisi; federal birimlerin merkezi devlete bağlılığının devamını sağlamaktır. Çok ve farklı etnik yapıya sahip bir devlette, milli birliği sağlamak zordur. İnsanları etrafında toplayabileceğiniz milli bir ideolojinin olması gerekir. Ancak bu tarz ideolojiler bazı etnik yapıları, mesela Rusları merkeze çekerken, diğerlerini de itebilir. Bu açıdan, Rusya’nın en büyük problemlerinden biri komünizmin çöküşünden sonra milli ideolojinin yokluğudur. Ülkedeki her vatandaşı kapsayacak bir Milli ideoloji eksikliği vardır. Bu ideoloji milliyetçilik olamaz. Çünkü Rusya’da nüfusun sadece %83’u Rus’tur. 180’ün üzerinde etnik yapı vardır. Din de Rusya için milli bir ideoloji olamaz. Ortodokların yani sıra 20 milyon kadar müslüman ve çok sayıda budist ve şaman da yaşamaktadır. Bu bağlamda dine vurgu yapmak olumsuz sonuçlar da doğurmaktadır.

Putin İmparatorluğu
Ruslar için savaşların ve iç-dış düşmanların birleştirici rol oynadığı görülmektedir. İç ve dış düşmanlar söylemi Rusya’da sık sık kullanılmaktadır. FSB başkanı her aralık ayında sadece Rus gazetecilerin alındığı bir basın toplantısı yaparak iç ve dış düşmanlara karşı yürütülen mücadelenin sonuçlarını açıklar. Bush’un son dönemde yaptığı korku üzerine iktidar inşa etme politikasını aslında Ruslar uzun zamandır uygulamaktadırlar. . İnsanları bir arada tutmakta şimdilik zamk olarak savaşlar ve terör tehdidi, mevcut durumda Çeçen meselesi, kullanılmaktadır. Böylece, toplum ortak düşman karşısında devlet etrafında kenetlenebilmektedir. Bu noktadan bakınca Çeçen savaşı amacına ulaşmıştır Rusya açısından. Rus birliklerinin orada aldığı sonuç, bu tahlilde, ikinci derece önem taşımaktadır.

Putin iktidara geldiğinde söz verdiği üzere, yolsuzlukların ve bir kısım oligarhların üzerine gitti. Böylece vatandaşın devlete olan güvenini tazeledi. Putin’in ilk söylemleri Rus halkının genetik kodlarına uygundu. O, Rusya’nın bir imparatorluk olduğunu ve eski gücünü tekrar kazanarak süper güç olması gerektiğini söylüyordu. Buna ‘imparatorluk düşüncesi’ dedi Putin. Bir anda halkın Putin’e güveni arttı. Galiba Putin gerekli olan ‘milli ideolojiyi’ bulmuştu. Putin’in ABD’ye karşı duruşunu siyasi ittifaklar yoluyla etkisini genişletme politikasını bu çerçevede değerlendirmek gerekir.

Rusya Kafkasya ve Ukrayna’da Kan Kaybediyor
Rusya’nın Kafkaslarda uyguladığı tüm politikalar etkisinin artmasına değil, azalmasına neden oldu. Azeri-Ermeni çatışması, Gürcistan’da Acaristan problemi Rusya’nın yanlış politika izlediği çatışmalardan sadece ikisi.

Ukrayna’daki Rus mücadelesi yıllardır sürüyordu. Burada gücünü kaybetmek istemeyen Putin, eski başbakan Viktor Çernomirdin gibi güçlü bir ismi Kiev’e büyükelçi atamıştı. Ancak Kuçma Rus yanlısı olsa da, halkın genel tercihi Avrupa idi. Rus siyasi gözlemciler, Rusya’nın Yanukoviç’ten daha başarılı ve kolayca iktidara gelebilecek isimler olmasına rağmen, Yanukoviç’e yatırım yapmanın yanlış olduğunu söylüyorlar.

Burada problem, Rusya’da son 15 yılda meydana gelen büyük değişimlere rağmen, bürokratların önemli bir kesiminin hala Sovyet tarzı idare anlayışını terk etmemeleri. Bu anlayış halkın tercihlerinin önemli olmadığı, kamuoyunun idareciler tarafından kolayca maniple edilebileceğini öngörmektedir. Ancak günümüzde halkın tercihlerinin eskisinden daha önemli olduğunu ve batılı güç odaklarının kamuoyunu maniple etmede çok yeni teknolojiler kullandıklarını Rus idareciler görememektedirler. Gürcistan ve Ukrayna örneği Rusların bu konuda bir zihniyet değişimine gitmeleri gerektiğinin iki önemli göstergesidir. Bu anlayış, Rusya’nın güneyinde işe yaramazken, eski Sovyet zihniyetinin hala hakim olduğu ve Sovyet tipi idarecilerin başta olduğu Orta Asya Türk cumhuriyetlerinde Rusya’nın etkisi artmaktadır.
Dr. İhsan Çomak: Dış Politika Analisti
dricom11@yahoo.com




--------------------------------------------------------------------------------

[1] AVPRI: Fond: 151, op: 482, d: 2980 st. 4. 28 Ocak 1898.
2004-12-11 16:58:14

Vladimir Putin


Vladimir Putin



--------------------------------------------------------------------------------
Kremlin'den yabancı Büyükelçilere gönderilen resmi bildiride "Vladimir Putin 7 Ekim 1952'de Leningrad'da doğdu. 1975 yılında Leningrad Devlet Üniversitesi Hukuk Bölümü mezunu. 1975 yılından itibaren KGB Dış İstihbarat Dairesi'nde hizmete başladı" deniyordu.

Resmi açıklamalarda 1975'ten önceki döneme ait bilgi bulamayan gazeteciler, siyaset sahnesinde birden adı parlayan Putin'in gizli kalan hayat hikayesine merak saldılar.

1975'te üniversiteden mezun olduktan sonra KGB'nin dış istihbaratında ve esas olarak Almanya'da çalıştı. Aynı zamanda, Leningrad Devlet Üniversitesi Rektörü'nün uluslararası işbirliği alanında danışmanlığını yaptı. 1990'da KGB'den ayrıldı ve Leningrad Belediye Başkanı Sobçak'a yakınlaştı, önce belediye reisinin dış ilişkiler komitesinin başına geçti. Mart 1994'ten sonra başkanın yardımcısı oldu. Evimiz Rusya'nın yerel şubesinin de başındaydı. Eylül 1996'da Sobçak'ın yenilgisinden sonra istifa etti ve Moskova'ya taşındı. Başkanlık Yönetimi'nin başındaki P.Borodin'in yardımcılığına atandı.

1997 Mart-1998 Mayıs'ta Başkanlık Yönetimi Ana Kontrol Departmanı'nın başındaydı. Mayıs 1998'de Bölgelerle İlişkiler İdaresi'nde başkan yardımcısı, Ağustos 1998'de FSB Direktörü oldu. Ekim'den itibaren de Güvenlik Konseyi üyesi seçildi. Mart 1999'da Güvenlik Konseyi Sekreterliği'ne atandı. Ağustos1999'da Yeltsin tarafından yeni başbakan olarak teklif edildi. Yeltsin'in istifası üzerine boşalan başkanlık koltuğuna vekil olarak oturdu. Ardından yapılan seçimlerde başkan seçildi.

Resmi bilgiye yalanlama

Özellikle Putin'in çocukluk dönemi ve anne-babası hakkında bilgi verilmiyordu. Internettte yayınlanan bilgilerde ise Putin'in babası Vladimir Spiridonovic'in bir fabrika işçisi olduğu, 1996 yılında vefat ettiği belirtiliyordu. Bu bilgilere göre de annesi kocasından 6 ay önce hayata gözlerini yumdu.

Resmi kaynakların Putin'in annesinin öldüğüne dair açıklamalarına şüpheyle bakan gazeteciler konuyla ilgili bilgi toplama seferberliğine çıktılar. Gazeteciler Putin'in çocukluk yıllarının geçtiği Gürcistan'ın Kaspi ilçesinin Metehi köyünün yolunu tuttular. Ve "Ben Vera Putina. Viladimir'in annesiyim" diyen 73 yaşında bir kadınla karşılaştılar.


Putin'in annesi: Ölmedim yaşıyorum
Gürcistan'da yayınlanan Alya gazetesinin aktardığına göre, gazetecilerden önce köye Sovyet ve Gürcü istihbarat servisinden ajanlar gelmişti. Köylüler Putin hakkında bilgi sızdırmasınlar diye uyarılmıştı. Ajanların talimatları bu doğrultudaydı. Köy halkı Putin'i Vova diye biliyorlardı. Bu annesinin ona hitap tarzıydı. Putin bu köyde çocukluğunun 3 ile 10 yaş arasını burada geçirmişti.

İşte Vera Putina'nın anlattıkları:
"Ben Ural bölgesinde doğup büyüdüm. Orada teknik okulda bir erkekle tanıştım. O erkek de Vova'nın babası oldu. Adını bile hatırlamak istemiyorum.O beni aldattı. Gebe kaldığım zaman onun bir ailesi olduğunu öğrenmiştim. Karısından mektup gelince her şeyi anladım. Onu hemen terkettim. Vova anne ve babamla kalıyordu.

Sonra Taskent'te tahsil görüyordum. Taşkent'te Gyorgi Osepasvili ile tanıştım. Osepasvili Sovyet ordusunda askerlik yapıyordu. Evlenip Metehi köyüne geldik. Biraz sonra annem Vova'yı Metehi'ye getirdi. O zaman Vova 3 yaşındaydı. Kocam Vova'yı istemedi. Onun kendi çocukları vardı. Ben oğlumla beraber Rusya'da kalmak istiyordum fakat benim diğer çocuklarım da vardı, onun için annesi beni Gürcistan'a dönmesi için ikna etti. Gürcistan'a kızlarım için döndüm, kızlarımı Vova'dan üstün tuttum.
Babam hastalanınca annem çocuğumu çocuk evine verdi. Onu Rusya'da bıraktığım için bana darılmıştı. Kardeşlerim de Vova hakkında haber vermiyorlardı. Kocam da Rusya'ya gitmeme izin vermiyordu. Kocamın kız kardeşi Vova'yı Tiflis'e götürdü ve bir yüzbaşının karısına verdi. Ben Tiflis'e gidip Vova'yı geri aldım. Kocam ve kız kardeşi Vova'nın benden alınması için ellerinden geleni yaptılar. Sonunda başardılar da…"

Putin'in annesi daha ilginç bir bilgiyi de aktarıyor: "KGB'den gelip Vova'nın fotoğraflarını aldılar. Bana da oğlum hakkında konuşmamam gerektiğini tavsiye ettiler."
Ajans Kafkas

Putin'den Merkel'e: Kendi İşine Bak


Almanya'da 6-8 Haziran'da yapılacak G-8 Zirvesi öncesi, ev sahibesi Angela Merkel ile konuk Rus lider Putin arasında 'demokrasi ve özgürlük' krizi çıktı.

Rusya'da gösteri hakkının engellendiğini belirten Merkel'e Putin, "Siz de G-8'i protesto etmek isteyenlerin evini basıyorsunuz" yanıtını verdi. Geçen hafta Rusya'nın Samara kentinde AB liderleriyle bir araya gelen Putin, ülkesindeki eksiklikleri eleştiren Merkel'e, G-8 Zirvesi yüzünden Almanya'daki ev baskınları ve gözaltıları hatırlatarak, 'kendi işine bak' imasında bulundu. AB üyesi Estonya'daki bir gösteri sırasında bir kişinin öldürüldüğünü vurgulayan Putin, "Sadece Rusya değil, başka ülkelerde de güvenliğin sağlanmasına yönelik önlemler alınıyor" dedi. Geçen hafta Samara'daki AB-Rusya Zirvesi'nde protesto eylemlerine katılmak isteyen dünya santraç şampiyonu Garri Kasparov ve Eduard Limonov Moskova Havaalanı'nda alıkonulmuş, Merkel buna tepki göstermişti

6 Haziran 2007 Çarşamba

EROL KARARMAZ'A CEVAP-YORUM

İSMET ÇABUK dedi ki...

ÖĞRETMEN "YOL GÖSTERİCİ"DİR!

Sayın hocam merhaba. İyiki Web siten var, yoksa aynı okulda olduğumuz halde görüşemeyeceğiz. (www.erolkararmaz.blogspot.com)
Bu yazınızda çok güzel bir konuya temas etmişsiniz. Okul-aile, Öğretmen-Veli, Öğrenci-Veli ilişkileri... Bu konu malesef ne ana babalar, ne öğretmenler ne de öğrenciler tarafından tam olarak anlaşılmış bir konu değildir. Halbuki senin değindiğin bu konu çok önemli bir konu.
Öncelikle bana göre şunun çok iyi kavranması gerekir: ÖĞRETMEN ÖĞRETEMEZ! ÖĞRETMEN HİÇBİRŞEY ÖĞRETEMEZ!
"Allah Allah bu adam ne diyor yahu?" diyeceklerdir. "Bir de öğretmenim diyor, şuna bakın!" dediklerini duyar gibi oluyorum.
Evet ben ÇOK FARKLI BİR ŞEY SÖYLÜYORUM. "Ö Ğ R E T M E N B İ R Ş E Y Ö Ğ R E T E M E Z!" Hatta hiç kimse kimseye birşey öğretemez; HERKES KENDİSİ ÖĞRENİR.
Önce bu kavram üzerinde anlaşmamız gerek yoksa hiç kimseyle doğru zemin üzerinde tartışamaz ve de anlaşamazsınız. " AYNI DİLİ KULLANANLAR DEĞİL, AYNI DUYGUYU PAYLAŞANLAR ANLAŞIR." diyor o yüce insan. Mevlana... İşin garibi herkes gibi öğretmenlerimizde ben öğretiyorum sanıyor. Halbuki ÖĞRETMEN ÖĞRETMİYOR. Eğer öğretmen öğretseydi, bir sınıfta üç beş kişi çalışkan olmazdı.
MEVLANA diyor ki: "BENİM İLMİM KARŞIMDAKİNİN ANLADIĞI KADARDIR"
Herşeyi öğretmenden bilmek yanlış. Adam eğitilmek istemiyorsa benim suçum ne? İyi eğitilmiş, başarılı öğrenci çıkarsa sorun yok. Ama başarısız öğrenci kitlesi sorun. Hadi çık işin içinden. Öğretmen kötü! Hıı öyle mi? Yok ya Yemezler.

"ATI SUYA GÖTÜREBİLİRSİN, SUYU ATIN YANINA GETİREBİLİRSİN, AMA, SU İÇMEYE ZORLAYAMAZSIN, SU İÇİP İÇMEMEK ATA AİTTİR."
Hadi çık işin içinden Anası ne yapsın , öğretmeni ne yapsın. Sayın hocam iyi güzel söylüyorsun da ÇOCUĞUN İÇİNDE YOKSA kim ne yapabilir? Neyi tartışmak istiyorsan şimdi tartış. Yalnız atı unutma!....
SAYGILAR, SEVGİLER... AHKAM KESTİK KUSURA KALMA....

"ZİHİN KONTROLÜ" VE "BEYİN YIKAMA"

Maxi-Dergi 2003 Ekim Sayı 1
____________________________________________________________________________
_________________________________________________________________________________________
www.maximumbilgi.com
 

"ZİHİN KONTROLÜ (MİND CONTROL)" VE "BEYİN YIKAMA
(BRAİN WASHİNG)" GERÇEKTEN MÜMKÜN MÜ?
YOKSA BİR FANTEZİ VEYA ALDATMACA MI?
YOKSA PSİKOLOJİK SAVAŞIN BİR PARÇASI MI?
HANGİ OLAYLARDA ZİHİN KONTROLÜ TEKNİKLERİNDEN
YARARLANILDIĞI
SANILMAKTA?


"ZİHİN KONTROLÜ MÜMKÜN MÜ?"


Geçmişte birçok zihin kontrolü ve psikolojik savaş tekniği çeşitli amaçlar için kullanılmış ve günümüzde hâlâ kullanılmakta. Zaten son 30 yıldır pek çok istihbarat örgütünün ana hedefi insan beyninin kontrol altına alınması olmuştur. Bu amaç için milyonlarca dolar gizli laboratuvar çalışmalarına ayrılmıştır. Kitaplar tarihte zihin kontrolü ve beyin yıkama operasyonlarına maruz kalmış ve bu konuda ünlü olmuş çeşitli isimler ve olaylarla doludur. Basında son zamanlarda iddia edildiği üzere Türkiye'deki bazı teröristlerin yaratılmasında acaba zihin kontrolü teknikleri mi yatmaktadır?
"Zihin kontrolü" psikolojik teknikleri çok iyi kullanan kültlerin, tarikatların veya istihbarat örgütlerinin uyguladığı bir yöntemdir. Temelinde zihin kontrolü bir kişinin veya insan grubunun davranışını kontrol etmek veya değiştirmek için isteği ve bilgisi dışında uygulanan tüm yöntemlere verilen addır.

Diğer bir tanımla, "beyin yıkama" (zihin kontrolü), bireyin farkında olmadan davranışlarının kontrol edilmesi ve değiştirilmesine girişimde bulunmak ve bu amaçla herhangi bir yöntemi uygulamaktır. "Psikolojik savaş" ise çeşitli zihin kontrolü tekniklerini de içine alan daha geniş bir kavramdır. Psikolojik savaş, insanların beyninde ve toplumsal psikoloji üzerinde sürdürülen savaştır, hedefi "reel olmayan" birtakım yanlış bilgileri propaganda, zihin kontrolü, medyanın kontrolü, toplu telkin ve beyin yıkama ile "gerçekmiş gibi" göstermektir. Böylece düşmanın veya karşıt güçlerin beyninde ve psikolojik tabanın da da savaşın kazanılması hedeflenmektedir.

PSİKOLOJİK SAVAŞ TEKNİKLERİ
* Çeşitli propaganda faaliyetleri.
* Kendini farklı gösterme, demoralizasyon yaratma ve psikolojik kamuflaj teknikleri.
* Toplumsal zihin kontrolü.
* Bireysel zihin kontrolü.
* İleri tekniklerle Mançurya Kobayları (Manchurian Candidate) oluşturma.
* Toplumlarda veya bireylerde ideoloji değiştirme, toplum mühendisliği veya toplumu tamamen kendi yönünde devşirme yöntemleri.
* Medyanın ve beyinleri etkileyen tüm araçların kayıtsız şartsız kontrolü.
* Disinformasyon yayma ve bilgi kirlenmesine yol açma.
Yukarıda ifade edilen teknikler içerisinde en çok uygulanan psikolojik faaliyet şunlardır: Propaganda, bireysel ve toplumsal zihin kontrolü, kimyasal maddeler yardımıyla kişinin düşüncelerinin etki altına alınması.
Toplumsal zihin kontrolü toplumu istenilen doğrultuya yöneltmek, o toplumun kültürünü distorsiyona uğratarak çökertmek veya toplumu istenilen amaçlar doğrultusuna çekebilmek amacıyla tüm topluma yapılmaktadır. Toplumsal zihin kontrolüne en güzel örnek ise Hitler'dir. Hitler'in hitabet sanatını ve diğer teknikleri çok iyi bir şekilde kullanarak kitleleri arkasına takması toplumsal zihin kontrolü olarak tanımlanabilir. Toplumsal zihin kontrolü amacıyla televizyondan basına, reklamlardan filmlere kadar her şey kullanılabilmektedir.
Bireysel zihin kontrolünden anlatılmak istenen, bir insanın belirli bir ortamda beyin elektrofizyolojısini ve kimyasını etkileyerek, kişiliği ve davranış biçimleri istenen amaç doğrultusunda yeniden şekillendirmektir. İstihbarat örgütleri ve istihbarat örgütlen için çalışan bilim adamları yıllarca insan zihnim kontrol etmek ama-cıyla çeşitli maddeleri kullanmışlardır. Bu maddelerin çoğu, nörotransmitterleri çok sistematik bir şekilde değiştiren halüsinojenler, amfetaminler ve türevleridir. (Nörotransmitter: Beyinde nöron adı verilen sinir hücreleri arasındaki biyoelektriksel iletimi sağlayabilen mekanizma; bu mekanizma sayesinde beyinde farklı yerlerde farklı özelliklere sahip nöronlar birbirleriyle nörotransmitterler aracılığıyla iletişim kurarak, duygu, düşünce, bilinç, his, saldırganlık, zeka, uyanıklık, yaratıcılık gibi fonksiyonları belirlerler).
Örneğin esrar (THC), sodyum pentotal gibi birçok madde bireysel zihin kontrolü amacıyla kullanılmıştır. THC'nin etkisinde bilinç dışına ait çeşitli bastırılmış motifler, imajlar ortaya çıkar. Güçlü halüsinojenler olan LSD, MDA, STP, Meskalin, PCP, İbogain algılanmakta olan her şeyin distorsiyona uğramasına, renklerin, seslerin veya bilinç dışından gelen her türlü düşüncenin değişmesine yol açarlar. Bu ilaçlarla bir kült içinde insanları transa sokmak ve istenilen amaçlar doğrultusunda kullanmak mümkündür. Sodyum pentotal kemo-hipnoz yapmaktadır ve bunu insanları konuşturmak için kullanmışlardır. Gerçekten kimyasal ajanlar kullanılarak yapay anksiyete, hipnoz, rüya görme hali, ağrıya duyarlılığın artırılması ve azaltılması, hafıza kaybı veya hatırlatma, sersemlik, psikoz, yaratıcı düşünce, aşırı duyarlılık oluşturulabilir.
Beyin yıkama ve ideoloji kontrolünde genellikle şu teknikler kullanılmaktadır:
1) Telkin ve telkine yatkınlık. Gerek hipnoz, gerekse tekrarlayan ritüeller uygulanır. Hemen hemen tüm tarikatlar ve kültler bu teknikleri kullanır.
2) Mevcut tüm psikolojik akardengeyi yıkma. Var olan inanç ve bilinç yapısı sarsılır ve kişi kendi oluşturduğu psikolojik savunma mekanizmalarından mahrum kalarak, yeni bir travmaya ve telkine açık hale gelir.
3) Egoyu zayıflatma.
4) Cinsellik. Pek çok tarikat ve kült cinselliği, libidoyu had safhada kullanarak insandaki haz-ödüllendirme mekanizmalarını harekete geçirir. Bu sırada bazı ilaçların (Ekstazi, MDA vb.) etkilerinden de yararlanılır.
5) Gizemcilik ve üstün güçlere ulaşma. Gizemcilik, parapsikoloji ve mistisizm hemen hemen her tarikatın ve kültün temel parametre olarak kullandığı unsurdur. Bu yeteneklere ulaşma konusunda bazen ilaçlar veya başka psikolojik teknikler de kullanılır (vecd, meditasyon vb.).
6) Eşikaltı algının ve kollektif bilinç dışının, arketipal öğelerin çok sistemli kullanılması. Burada ses, müzik, görüntü, duyma veya görme eşiğinin dışındaki stimülan etkiler, fikirler, film görüntüleri, klişeleşmiş yapılar ve moda gibi unsurlar kullanılmaktadır.
7) Kimyasal maddelerle beynin normal akardengesinin (hemostasis) yıkılması ve yepyeni bir yapı kurulması.
Mançurya Kobayı (Manchurian Canditate) ise kendi iradesi dışında, birtakım beyin yıkama seansları, ilaçlar veya hipnozun etkisiyle başkasının istediği eylemleri yapanlara verilen genel isimdir. Mançurya Kobayı teriminden hedeflenen robot-laştmlmış ve her istenileni yapabilen bireyler elde edebilmektir. Temel konusu LSD, halüsinojenler ve kimyasal ajanlarla beyin kontrolü olan MK-ULTRA projesini başlatan Ailen Dulles'ın 1953 yılında yaptığı konuşma bu bağlamda oldukça ilgi çekicidir. Ailen Dulles yaptığı konuşmada, hedeflerinin ne olduğunu şu cümlelerle açıklamıştır:
"Hedef, insan zihnindeki savaşı kazanmaktır. Bu savaşın ilk cephesi propaganda, depolitizasyon ve sansür ile kitlesel sindirmeyi sağlamaktır. İkinci cephe ise bireyin beyninde kazanılacaktır. Hedef, beyin yıkamak, ideoloji değiştirmek ve gerektiğinde birçok Mançurya Kobayı yaratabilmektir."


MARİLYN MONROE'NN ÖLÜMÜNDEKİ SİS PERDESİ KALDIRILAMADI.
İDDİALAR ONUN ABD DERİN DEVLETİ PROJESİ YA DA BİLDİĞİ SIRLAR NEDENİYLE
ZİHİN KONTROLÜ PROJESİ SONUCU ÖLDÜRÜLDÜĞÜ YÖNÜNDE
ZİHİN KONTROLÜ VAKALARI



Tarihte zihin kontrolü operasyonlarına maruz kalmış olabileceği iddia edilen kişilerin bazıları şunlardır:
John F. Kennedy cinayetinin faili olan Lee Harvey Oswald'ın bir zihin kontrolü operasyonuna maruz kaldığı düşünülmektedir. Lee Oswald'ın MK-ULTRA isimli zihin kontrol projesinde Mançurya Kobayı haline getirildiği iddia edilmektedir. Bilindiği gibi John F. Kennedy cinayeti hiç çözülememiş, cinayetin tüm delilleri ise Amerikan Derin Devleti tarafından yok edilmişti.
Bir zamanların efsanevi sarışını, film yıldızı Marilyn Monroe'nun ölümündeki sır perdesi yıllarca kaldırılamadı. Bazı kişiler onun intihar ettiğini bazı kişiler/kitaplar ise bir ABD Derin Devlet Projesi ya da bildiği sırlar nedeniyle bir zihin kontrolü projesi sonucu öldürüldüğünü iddia etti. Ayrıca Marilyn Monroe'nun Cathy O'Brien gibi MONARCH projesinde kullanıldığı yapılan iddialar arasındaydı.
Ünlü Manken Candy Jones'un CIA tarafından hipnozla çoğul kişilik oluşturularak yıllarca çift kişilikle yaşatıldığı iddia edilmektedir. "The Control Of Candy Jones" isimli kitapta belirtildiği üzere Candy Jones isimli manken CIA'de (Morse Allen'ın projesi) hipnoz seanslarıyla Mançurya Kobayı deneylerine tabii tutuldu ve çoğul kişilikle yaşatıldı.
Kennedy kardeşlerden biri olan Robert F. Kennedy'nin katili Sirhan Bishara Sirhan'ın da bir zihin kontrolü operasyonundan geçirildiği iddia edilmişti. Sirhan konuşamadan ve iz bırakılmadan öldürüldü.
Jim Jones'un kurduğu Halkın Tapınağı Kültü'nün 910 üyesi 1978'de topluca intihar etti. Jonestown Olayı'nın CIA'in toplumsal bir beyin yıkama olayı olduğu iddia edildi. 910 kişinin bir araya gelerek, siyanür içip intihar etmelerinin hiçbir mantıksal açıklaması olamazdı.

1981 YILINDA ÖLDÜRÜLEN JOHN LENNON'UN BİR MK-ULTRA PROJESİ
KURBANI OLDUĞU İDDİA EDİLİYOR.
ONU ÖLDÜREN DAVID CHAPMAN İSE KENDİSİNİ LENNON SANIYORDU



Hare Krishna ve diğer okkült dinsel yapılar bu kültlerin daha az ekstrem olanlarına verilebilecek başka bir örnektir.
1981'de öldürülen John Lennon'un katili Mark David Chapman'ın bir ruh hastası olmasının yanı sıra bir MK-ULTRA projesi kurbanı olduğu iddia edilmiştir. David Chapman kendisini John Lennon sanıyordu ve onu öldürürken söylediği sözler şunlardı:
"Kanımda hiçbir duygu yoktu. Hiçbir öfke yoktu. Hiçbir şey yoktu. Beynimde ölü bir sessizlik hakimdi. Ölüm, soğuk sessizlik, kalıp yürüyene kadar devam etti. O bana baktı... Beni geçerek ilerledi ve sonra kafamda onu duydum. O bana tekrar ve tekrar 'onu yap, onu yap, onu yap' diye emir verdi."
Mark Philips ve Cathy O'Brien tarafından yazılan "Baykuş İmparatorluğu (Trance Formation in America): Bir CIA Zihin Kontrolü Kölesinin Gerçek Yaşam Öyküsü" adlı kitapta Cathy O'Brien kendi ağzından yaşadıklarını anlatmaktadır:
(Baykuş İmparatorluğu, O'Brien ve Philips, Aykırı Yayınları, İstanbul: 2003)
"...MK - ULTRA projesi psikolojik travmayı ve çeşitli teknikleri kullanan bir zihin kontrolü projesiydi. Zihin kontrolü altında, kendi özgür irademi, düşüncelerimi denetleme yeteneğimi kaybettim. Ne soru sormayı, ne çıkarsama yapmayı, ne de bilinçli olarak kavramayı becerebiliyordum; sadece bana söylenilenleri yapıyordum."



5 Haziran 2007 Salı

BEN DÜNYANIN EN AKILLI İNSANIYIM: SENDE ÖYLE!

BEN DÜNYANIN EN AKILLI İNSANIYIM

"Elini her istediğinde kımıldatabiliyorsan; emin ol ki tüm kontrol sendedir. Kazanmak istediğin halde kaybediyorsan; sen asla kazanmak istememişsindir!"

'Dünyanın en akıllı adamı'

32 yaşındaki Erdal Demirkıran, işe bir kâğıda 'Ben akıllı bir insanım' diye yazarak başlamış.

Sınıfta saçma sapan yanıt verdi, hayatı değişti: Dünyanın en akıllı adamı olduğunu notere tasdik ettiren Erdal Demirkıran, özgeçmişini silmiş, özgeleceğini ise seminerlerle paylaşıyor



ULAŞ YILDIZ
İSTANBUL - Çok içine kapanık, elleri cebinde, başı önünde dolaşan bir üniversiteliydi. 18 Haziran 1993 günü, derste bir soruya verdiği yanıt nedeniyle 'rezil' oldu. Odasına kapanıp bir kâğıda yazmaya başladı...
"Pasif olmaktan, rezil olma korkusundan kurtulmak zorundaydım. Sosyal hayata girmeliydim. Değişmeliydim. 'Birine 40 kere deli dersen deli olur' sözü aklıma geldi ve başladım yazmaya. Aylarca bulduğum her boş kâğıda 'Ben akıllıyım' yazdım. Sonra işi abartıp 'Ben dünyanın en akıllı insanıyım' yazmaya başladım. Ve artık kendimi dünyanın en akıllı adamı olduğuma öyle inandırmıştım ki..." diye sözlerine başlayan 32 yaşındaki Erdal Demirkıran'ın hayatı böylece birdenbire değişmiş.

İlk tepki babadan
Önceleri kendisine 'deli' gözüyle bakıldığını söyleyen Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunu Demirkıran, babasının ilk tepkisini şöyle anlatıyor:
"Babamın karşısına çıkarak, 'Sen dünyanın en şanslı adamısın' dedim. 'Niye?' diye sordu. 'Çünkü sen dünyanın en akıllı insanının babasısın' dedim. Babamdan aldığım yanıt sadece bir kelimeydi: "Ha s...ir."
Bahçelievler 10. Noteri'ne giderek akıllılığını tasdikletmek istedi. Aksi ispatlanamadığı için noter Demirkıran'ın 'dünyanın en akıllı insanı' olduğuna dair kâğıda imzayı bastı. Demirkıran, noterden çıkıp altında 'Dünyanın en akıllı insanı' ibaresinin bulunduğu kartvizit bastırdı.
Edison ampulü, Newton yerçekimini bulmuştu. Demirkıran karar verdi: yeni Edisonlar, yeni Newtonlar yetiştirecekti.
1997 yılında ticaret müdürü olarak görev yaptığı şirketten ayrıldı. Gümüşhane Kelkit'te Kaşna diye anılıyorlardı, 'ş'yi 'sh' yapıp 'Kashna dâhi yetiştirme programı'nı hazırladı.

'Yaptığım iş basit'
İnsanlardaki referans hastalığına tepki gösteren Erdal Demirkıran, ilk iş olarak "Benim özgeçmişim yok" dedi ve kendine bir 'özgelecek' yazdı:
"Ben dünle ilgilenmem, sadece bugün ve yarınla ilgilenirim. Çünkü düne bakarsam negatif olayları referans alabilir ve hareket alanımı daraltabilirim. Geleceğimi şekillendiren dünün geyiği değil yarının hayalleridir."
Bugüne kadar İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İSKİ, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, TEMA Vakfı, Bahçelievler Belediyesi, Lüleburgaz Belediyesi, Çorlu Belediyesi, Birikim Dershaneleri ve Adalet ve Kalkınma Partisi gibi birçok yerde seminer verdiğini söyleyen Demirkıran, "Yaptığım iş çok basit. Ben sadece insanların sahip oldukları değerleri fark etmelerini sağlıyorum. Türkiye topraklarında yaşayanlar çok hızlı çözüm üretiyor. Kürdan bulamadığımızda sigara jelatiniyle dişimizi karıştırırız. Bir İngiliz' in önüne çay koysanız kaşıksız karıştıramaz. Ama biz hemen gözlüğümüzü çıkartır sapıyla karıştırırız. Ama zekâmızı akıllıca kullanmıyoruz" dedi.

Elmalarla karpuzlar
Peki "Neden dünyanın en akıllı insanı da, dünyanın en zeki insanı, dünyanın en büyük işletmecisi değil" sorusuna ise Demirkıran'ın yanıtı kısa ve net:
"Elmaya karpuz diyemezsiniz."
Tabii ki 'dâhi'liğe ilk adım her şeyde olduğu gibi parayla olu-yor. Eğitimlere 10'a kadar saymayı bilen ve 14 yaşından büyük herkes katılabiliyor.

Bilgi için: (0212) 552 00 04-653 93 80 ya da 'http://www.kashnakashna.com'.


Demirkıran'dan inciler


Kendini 'kitle değişim uzmanı' diye tanımlayan Erdal Demirkıran, kendisinden ders alma şansı olmayanlar için de bir kitap yayımlamış. Beyaz Sanat Yayınları'ndan çıkan kitaptan bazı inciler:
Güneş ben sıcağım derse asla ukala olmaz.
Birileri doğduğumuzda bize sivrisineğin sevimli bir hayvan olduğunu söyleseydi, şimdi bir çoğumuz evde sivrisinek besliyor olurduk...
Bütün insanlar dâhi olarak doğarlar. Ancak bazıları bunu fark eder ve biz yüzyıllarca tek farkı 'fark etmek' olan insanları konuşur dururuz...
Yetenek dedikleri, tembeller için iyi bir kamuflajdan başka bir şey değildir...
Çaresizlik adama ampul icat ettirir
Daima en iyi ol! Anıların bile ürkütsün insanları. Geldiğin gibi gitme. Geçip giderken, tozu dumana kat. Hayatını anlatılanlarla değil, bildiklerinle yaşa... Bir şeyi yaparken en iyisini yap! Cehennemde bile en iyi sen yan!


İşte dünyanın en iyi tüccarı!
'Dünyanın en akıllı insanı' bugüne kadar seminerlerinde toplam 100 bin kişiye eğitim verdiğini iddia ediyor. Öğrencilerinden biri de Suudi Arabistanlı Özbek Muhammed Akbar. 34 yaşındaki Akbar, 18 senedir hiç mutlu olmadığını ve son altı yıldır ilaç tedavisi gördüğünü anlattı. Ama üç ay önce Demirkıran'la tanışınca hayatı değişmiş, ilaçları bırakmış: "Bana dünle ilgilenmemeyi ve sahip olduğum değerlerin farkına varmayı öğretti. Onunla sadece iki saat konuştuktan sonra deliksiz uyudum. Ben dünyanın en iyi tüccarıyım. Önceden çocuklarıma bağırır dururdum. Ama artık onları sürekli öpüyorum."


En akıllı adamın 'özgeleceği'
2030: İnsanlar artık beş saat uyuyor. İnsanlar artık sinirlenmiyor. Artık 21. yüzyılın başlarında tüm dillerde karşılığı bulunan 'başarısızlık'
sözcüğü sözlüklerde yok! Özgüven artık özel bir vasıf değil. Cinayet, intihar, kavga, savaş.. yok! Ve artık insanlar birbirlerini seviyor.
2020: Neredeyse bütün dünyayı saran 'Kashna öğretileri' büyük bir hızla yayılıyor.
2010: Dünyanın en akıllı insanı, dünya liderlerine yönelik eğitim programını başlattı.
2005: Türkiye'deki faaliyetleri devam eden Erdal Demirkıran dünyaya açılmaya hazırlanıyor.
2002: 'Dünyanın en akıllı insanı', özel okul, kolej, dershane, şirket, belediye, siyasi partiler gibi kurum ve kuruluşlarda da dâhi yetiştirmeye başlıyor.
Bugün: Erdal Demirkıran hayatı ve kendini seviyor. Dünyayı değiştirmeye çalışıyor.

Kaynak:www.radikal.com

BEN BİR TÜRK ZABİTİYİM


Yazar:Mustafa Aydemir
Ben Bir Türk Zabitiyim
Fiyatı: 28,00 YTL
Yayınevi: Denizler
Kategori: Biyografi / Tarih / Belgesel-Kitap/Türkçe
Özellikler: Boyut: 19 x 26 / kuşe kâğıt / 203 sayfa / 1. Baskı / renkli
Yayın Tarihi: Ağustos 2004

"Batıktan iki kahraman çıktı"

"Kürek atmaz yürek atar"

O, dört küçük topu ve kocaman yüreği ile, İngilizler'in dev uçak gemisi Ben My Chree'yi Meis'te sulara gömdü. Bir diğerini savaş dışı bıraktı. İki yüze yakın irili ufaklı tekneyi ve Fransız topçu tabyalarını top ateşi ile yaktı. Akdeniz'de sahillerimize ölüm kusan Fransız savaş gemileri, Paris II ve Alexandra'yı Kemer'de batırdı.

Tarihçilerin bilmediği, tarih kitaplarının yazmadı kahraman.
Dünyanın ilk uçak gemisi batıran adamı.


Çanakkale'den Kurtuluş Savaşı'na kadar her cephede savaştı.

I. Dünya Savaşı'nda yenilip silahlarımız ellerimizden alınırken İngiliz komutanlar bir tek bu şanlı bataryanın toplarını almayı askeri şerefe aykırı saydı. Bu dört top daha sonra onun ellerinde Kurtuluş Savaşımız'da Ege'de düşmanı hallaç pamuğu gibi attı.

O, denize döktüğü yaralı düşman askerleri ölümü beklerken, onların yaralarını sardı. O, sadece kahraman değil, zafer gecesini anılarına "Zaferden mütevellit neş'emizi yaralı düşman askerlerinin acısına hürmeten izhar etmedik" diye yazabilecek kadar da insandı. Pierre Loti, O'nun Fransızlara verdiği insanlık dersi ile bütün Fransa'yı ayağa kaldırdı.

Savaştan sonra Atatürk'ün teşvikiyle anılarını yazdı. Ama yayımlamadı. İçe dönük, sade ve mütevazı yaşadı.

Ta ki Mustafa Aydemir 1995 yılında Paris II batığına dalıp, yılar süren bir araştırmanın ardından ona ulaşana kadar da kendini bizlerden sakladı... Ve onun inanılmaz anıları Fransız-İngiliz askeri arşivlerinden tek tek doğrulandı.

Bu kitap, bu batıktan çıkan, bu meçhul kahramanın kitabıdır. Bu kitap, onun barut kokulu, insanlık dolu inanılmaz destanıdır...

1 Haziran 2007 Cuma

Nesli Tükenmekte Olan Kuş:TURAÇ



TURAÇ


Tüm avrupa ülkelerinde nesli tükenen kuşlardan en göze çarpan tüylere sahip olan Turaç, Kıbrıs'ta ve ülkemizde daha çok Çukurova'da yaşamakta olan kuşlardandır. Keklikten biraz irice güzel bir kuştur. Erkek ve dişisinde farklılıklar görülmektedir. Erkek Turaç genelde yer yer beyaz ama ağırlıklı olarak siyah renkte yanaklara, parlak kestane renkli bir gerdana, ve beyaz noktalı bir böğüre sahiptir. Sırtı ve kanatları altın kahverengi benekli olan, uca yakın kısmı sarımsı kahverengi parlaklıkta bantlı ve uç kısmı solgun bir renge, ince beyaz çizgileri bulunan siyah bir kuyruğa sahiptir. Dişi Turaç; üst tüyleri, kanatları ve kuyruğunun görünüşü itibariyle erkek Turaç'a' benzemesine rağmen, erkeğin sırtının alt kısmındaki siyah renkler, dişide yerini kahverengi benekler ve kahverengi çizgilere bırakır ve ayrıca dişilerin kuyruklarının daha geniş olduğu görülür. Boyu 35 cm.'dir. Ötüşü uzaklardan duyulur. Flüte benzer sesle öter. Çok sıkıştığı zaman dikine havalanır ve kanat gererek kısa kanat vuruşları ile süzülür. Turaç da Bıldırcın ve Keklik gibi uçmaktan çok yürümeyi yeğler. Bu kuşların yetiştiği doğal ortam Kıbrıs'ın güney batısı ve Karpaz yarımadasıyla sınırlıdır. Son zamanlarda bu alan genişlemektedir. Bu kuşlar genelde güney batıda bulunan kıyısal kesimlerde ve 20 km.'ye kadar iç arazilerde bulunur.
Turaç'ın işlenmiş ekinlere iyi adapte olduğu gözlemlenmektedir. Ekinler uzun olduğu için kuşlara sığınak görevi görürler, ayni zamanda ekinlerin aşağısındaki açıklık, kuşlar için kolay yolculuk ve uygun bir kaçış rotası imkanını sunmaktadır. Yurdumuz dışında , Suriye, Irak, Ürdün, Lübnan, İran, Pakistan ve Batı Hindistan'da yaşar.
Yorum yaz!