Sayfalar

14 Haziran 2008 Cumartesi

SÜMER MEDENİYETİ

GEÇMİŞ MEDENİYETLERİN HAYRANLIK UYANDIRAN İZLERİ
SÜMER MEDENİYETİ
Phillip Johnson
Darwinist bilim adamları insanlık tarihinin sözde evrimini anlatırlarken, çok önemli bir konuda daha aciz kalmaktadırlar. Bu da insanlığın üniversiteler, hastaneler, fabrikalar, devletler kurmasına, besteler yapmasına, olimpiyatlar düzenlemesine, uzaya gitmesine vesile olan, kısaca insanı insan yapan en önemli özelliklerinden biri olan "akıldır."
Evrimciler insan aklının, sözde yaşayan en yakın akrabası şempanzelerle ayrıldıktan sonra yaşanan süreçte evrimleşerek bugünkü halini aldığını iddia ederler. Aklın sözde evriminde var olduğunu iddia ettikleri sıçramaları ise beyinde meydana gelen rastlantısal değişimlere ve alet yapımı yeteneğinin geliştirici etkisine dayandırırlar. Bu iddialarını televizyon belgesellerinde, dergi ve gazete yazılarında sık sık karşımıza çıkarır ve önce taştan bıçak, sonra da mızrak yapmayı öğrenen maymun adamların hikayesini anlatırlar. Ancak bu propaganda geçersizdir. İnsanlara aktarılan senaryolar bilimsel gösterilmeye çalışılmalarına karşın tamamen bilim dışıdır ve tek kaynakları Darwinist ön yargılardır. Ve kuşkusuz en önemlisi, insan aklının maddeye indirgenemez oluşudur. Bu gerçek materyalizmin geçersizliğini belgeleyerek aklın evrimi iddialarını temelinden yıkmaktadır.
Gerçekte aklın evrimle ortaya çıktığını iddia eden evrimciler, ilkel bir akıl seviyesine sahip olmanın neye benzediğini kişisel olarak tecrübe etme ve sözde evrimsel süreçteki şartları tekrarlama imkanına sahip değildirler. Evrimci yayınlarıyla bilinen Nature dergisinin editörü Henry Gee, bir evrimci olmasına karşın bu tür iddiaların bilim dışı olduğunu açıkça kabul etmektedir:
Mesela, insanın evriminin, vücudun duruşu, beyin hacmi ile ateş, alet kullanımı gibi teknolojik başarılar ve lisanın ortaya çıkmasını sağlayan el-göz koordinasyonundaki gelişmelere bağlı olarak geliştiği söylenir. Ancak bu gibi senaryolar subjektiftir. Deneylerle asla test edilemezler, öyleyse bilimsel değildirler. Genelde kullanımda olmaları, bilimsel testlere değil, sahiplerinin iddia ve otoritesine dayanır.51
Bu tür senaryolar bilim dışı olmalarının yanı sıra mantıksal açıdan da tutarsızdırlar. Evrimciler sözde evrimle ortaya çıkan akıl sayesinde alet kullanımının ortaya çıkıp geliştiğini; alet kullanımı sayesinde de aklın geliştiğini savunmaktadırlar. Oysa böyle bir gelişim ancak insan aklı zaten mevcutken mümkündür. Bu anlatıma göre ilk olarak teknolojinin mi yoksa aklın mı sözde evrimle ortaya çıktığı sorusu cevapsızdır.
Darwinizm'in en etkili eleştirmenlerinden Phillip Johnson bu konuda şunları yazar:
Aklın ürünü olan bir teori, teoriyi üreten aklı uygun bir şekilde asla açıklayamaz. Mutlak doğruyu keşfeden üstün bilimsel aklın hikayesi ancak ve ancak aklı verilmiş bir yetenek olarak kabul ederseniz tatmin edicidir. Aklı kendi icatlarının bir ürünü olarak açıklamaya çalıştığımız anda, çıkışı olmayan aynalı bir koridora girmişizdir.52
Darwinistlerin insan aklını açıklamakta aciz kalmaları, insanlığın kültürel ve sosyal tarihi hakkında öne sürdükleri iddiaların da geçersiz olduğunu gözler önüne serer. Nitekim buraya kadar incelediğimiz bütün bilgiler ve bulgular da Darwinist bilim adamlarının, "tarihin evrimi" iddiasını tam anlamıyla geçersiz kılmaktadır.
İnsanlık tarihi, eski dönemlerde yaşayanların -evrimcilerin iddialarının aksine- tahmin edilenden çok daha üstün bir teknoloji ve medeniyete sahip olduklarını gösteren yüzlerce delil ve bulguyla doludur. Bunlardan biri de Sümer medeniyetidir. Sümerlerin geriye bıraktığı eserler, insanoğlunun binlerce yıl önce sahip olduğu bilgi birikiminin delillerindendir.
İleri Bir Medeniyet: Sümerler
Mezopotamya, Yunancada "nehirler arasında" anlamına gelir. Bu bölge, dünyadaki en verimli topraklardan biridir ve bu özelliğiyle büyük medeniyetlerin geliştiği bir bölge olmuştur.
Bu toprakların güneyinde bulunan ve bugün Kuveyt ve Kuzey Suudi Arabistan olarak bilinen bölgeden çıkan bir grup insan, diğer topluluklardan farklı bir dil konuşuyor, şehirlerde oturuyor, hukuki düzene dayalı bir monarşi ile yönetiliyor ve yazıyı kullanıyorlardı. Bu toplum Sümerlerdi. MÖ 3000'den itibaren büyük şehir devletleri kurarak gittikçe genişlemiş, geniş kitleleri kontrol altına almışlardı.53
MÖ 2000'lerde Antik Yakın Doğu halklarının yayılması Sümerlerin kültürel alanları Sümerler MÖ 3000'den itibaren büyük şehir devletleri kurarak sürekli genişlemiş ve geniş kitleleri kontrol altına almışlardı.
Sümerler ilerleyen tarihlerde, Akad toplumu tarafından yenilgiye uğratılarak kontrol altına alınmışlardır. Ancak Akadlar, Sümerlerin kültürünü, dinini, sanatını, hukukunu, yazısını, devlet yapısını ve edebiyatını benimseyerek, Mezopotamya uygarlığının devam etmesini sağlamışlardır.
Sümerler döneminde teknolojiden sanata, hukuktan edebiyata kadar tüm alanlarda önemli gelişmeler yaşanmıştır. Sümerlerin gelişmiş ticaretleri ve güçlü bir ekonomileri vardı. Tunç metalurjisi, tekerlekli araçlar, tekneler, heykeller ve anıtsal yapılar bu dönemdeki hızlı gelişimin günümüze ulaşan kanıtlarından birkaçıdır. Ayrıca Sümerlerin, günümüze kadar ulaşamamış olan birçok el sanatına da sahip olduğu bilinmektedir. Mezopotamya kentleri için önemli bir dış satım malı olan yün dokumaların dokunup boyanması da, gelişmiş yan sanatlara örnek olarak verilebilir..54
Sümerlerin toplumsal alanda da gelişmiş bir yapılanması vardı. Sümer devleti monarşik bir yapıya sahipti. İktidarda bulunan rahip-kral, devleti bir dizi bürokratlar yardımıyla yönetiyordu. Yardımcıları, hasattan sonra, ürünleri halk arasında paylaştırır, toprakları gezip gözlem yaparlardı. Sümerlerin sahip olduğu yönetim sisteminin temelini bürokrasi oluşturmaktaydı. Her bölgedeki rahip, orada yaşayan halkın sorumluluğunu üstüne alır ve özellikle büyük şehirlerde gıda paylaşımının dikkatli bir şekilde yapılmasını sağlardı. Rahiplerin bu çalışmaları kaydedilerek saklanırdı.
Günümüzden yaklaşık 5000 yıl önce yaşamış olan Sümerlerin sosyal, sanatsal, bilimsel ve ekonomik alandaki yaşantıları, evrimcilerin öne sürdükleri sözde "ilkelden gelişmişe doğru ilerleyen insan" modeliyle tamamen çelişmektedir. Sümerlerin inşa etmiş olduğu büyük medeniyet hem kendi devrinde son derece ileridir, hem de günümüzde dahi pek çok toplumla kıyaslandığında oldukça gelişmiş bir medeniyettir. Evrimcilerin iddialarıyla, sözde maymunsuluktan bir müddet önce kurtulmuş, hırıltılar çıkarmaktan konuşmaya geçeli kısa bir süre olmuş, daha yeni sosyalleşmeye başlamış, hayvan yetiştirmeyi, tarımla uğraşmayı yeni öğrenmiş insanların nasıl olup da bu derece gelişmiş bir kültür inşa ettikleri açıklanamaz. Açıkça görülmektedir ki, tarihin her döneminde insan zihniyle, yetenekleriyle, zevkleriyle, sosyal ilişkileriyle insan olarak var olmuştur. Evrimcilerin çeşitli yayın organlarında sıkça gündeme getirdikleri, ateş başında oturan, mağaralara sığınmış, kaba taştan aletler yaparak günlerini geçiren yarı maymun-yarı insan çizimleri ise hayal ürünü olmaktan öteye gitmeyen, tarihsel, arkeolojik ve bilimsel bulgularla hiçbir şekilde uyuşmayan hikayelerden ibarettir.
Geçmiş toplumların inşa etmiş oldukları köklü medeniyetler, Darwinistlerin sözde "ilkelden medeniye doğru ilerleme" tezinin gerçeği yansıtmadığını göstermektedir. Sümer medeniyeti de bu durumun örneklerinden biridir.
Sümerler ve Bilim
Sümerler 12 aydan oluşan bir takvime sahiplerdi. Ayrıca pek çok takımyıldızın haritasını çıkarmışlardı ve Merkür, Venüs, Jüpiter gibi gezegenlerin hareketlerini de takip edebiliyorlardı. Sümerlerin tespitlerinin doğruluğu, günümüzdeki bulgularla da doğrulanmaktadır.
Sümerler yaptıkları gözlemlere dayanarak Güneş Sistemimiz'de 12 gezegen olduğunu düşünüyorlardı. Sümerlerin elde ettiği bu sayıya Güneş ve Ay da dahildi. Sümerlerin 12. gezegen ya da bazı kaynaklarda Nibiru olarak adlandırdıkları bu gezegen, yakın zamanda pek çok bilim adamı tarafından varlığı kabul edilen ve Gezegen X olarak adlandırılan 10. gezegendir.
Soldaki resimde Sümerlerin Güneş Sistemi çizimleri görülmektedir. Buna göre Güneş ortada yer almakta ve gezegenler de Güneş'in etrafında dönmektedirler.
Sümerler, matematikte sayı sistemini uygulamışlardır. Günümüzde kullanılan 10 sayısına dayalı matematik sistemi yerine, 60 sayısına dayalı bir matematik sistemi kullanmışlardır. 60 sayısı, halen bazı hesaplamalarda önemli bir yer tutar, bir saatin 60 dakikadan, bir dakikanın 60 saniyeden oluşması ya da dairede 360 derece olması gibi... Bu nedenledir ki, geometri ve cebirin de ilk formüllerini ortaya koyan Sümerlerin matematik bilgileri, günümüz matematiğinin temeli olarak kabul edilir.
Ayrıca Sümerler, astronomide oldukça ileri bir düzeye ulaşmış, ay, yıl, gün hesaplarını günümüzle neredeyse aynı şekilde yapmışlardır. 12 aydan oluşan bir takvime sahip olan Sümerlerin takvimini, Antik Mısırlılar, Yunanlılar ve bazı Semitik toplumlar da kullanmıştır. Bu takvime göre, bir yıl kış ve yaz olmak üzere iki mevsimden oluşmaktaydı. Yaz mevsimi ilkbahardaki gün dönümünde, kış mevsimi ise sonbahardaki gün dönümünde başlıyordu.
Sümerler, "Ziggurat" adını verdikleri kulelerde uzayı da incelemişlerdir.55 Güneş ve Ay tutulmalarını önceden saptayabildikleri, çeşitli kayıtlarda açıkça görülmektedir. Sümerlerin bir diğer astronomik bulgusu da, pek çok takımyıldızın haritasını çıkarmış olmalarıdır. Güneş ve Ay'ın yanı sıra, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn'ün de hareketlerini takip edip kaydetmişlerdir. Bundan 5000 yıl önce Sümerlerin uzayla ilgili yaptıkları bilimsel saptamalar, bugün uzay araçlarından gönderilen görüntülerle doğrulanmaktadır.
Hiç şüphesiz bu durum, tarihin evrimi iddialarıyla tamamen çelişmektedir. Ortada, günümüzün dev teleskopları, gelişmiş bilgisayarları, her türlü teknik alt yapıya sahip gözlem merkezleri sayesinde ancak yeni elde edilmiş bilgileri, bundan 5000 yıl önce keşfetmiş bir topluluk vardır. Bu durumda evrimci bilim adamlarının yapması gereken, ön yargılarını bir kenara bırakarak, bilimsel ve tarihsel bulguların onlara gösterdiği gerçeğe göre hareket etmektir. Ve bu gerçek, Darwinistlerin iddia ettiği gibi, medeniyetlerin sürekli ilkelden gelişmişe doğru ilerlediği, toplumların ve kültürlerin evrim geçirdiği tezinin bilimsel ve tarihsel bir geçerliliği olmadığını göstermektedir. Medeniyetler kuran, besteler yapan, sanat eserleri meydana getiren, görkemli yapılar inşa eden, uzayla ilgili araştırmalar yapıp önemli veriler elde eden, bilimsel gelişmelere imza atan, teknolojik buluşlar ortaya koyan insanın tarihini sözde evrimsel bir süreçle açıklamaya çalışmanın temelinde yatan neden, birtakım ideolojik kaygılardır. Bilim adamlarına yakışan tavır ise ideolojik kaygılara göre değil, deneylere, bulgulara, gözlemlere kısaca bilimsel verilerin ortaya koyduğu delillere göre davranmaktır.
Ziggurat
Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Allah, herşeye güç yetirendir. (Al-i İmran Suresi, 189)
Nemrud Merceği
Günümüzden yaklaşık 3000 yıl öncesine ait, mercek görünümündeki parça , "bilim tarihinin belirlenmesi konusunda önemli bir buluş" olarak nitelendirilmektedir. Bilim tarihi insanın, ilk ortaya çıktığı andan itibaren zihniyle, yetenekleriyle, zevkleriyle insan olarak var olduğunu göstermektedir.
1850 yılında arkeolog John Layard'ın elde etmiş olduğu bir bulgu, "Merceği aslında ilk olarak kim kullandı?" sorusunu gündeme getirmiştir. John Layard, şimdiki Irak topraklarında yaptığı kazıda, günümüzden 3000 yıl öncesine ait mercek görünümünde bir parça bulmuştur. Halen İngiliz Müzesi'nin arşivinde yer alan bu parça, bilim dünyasında bilinen ilk merceğin Asurlular döneminde kullanıldığını göstermiştir. Roma Üniversitesi'nden Prof. Giovvani Pettinato da, bilim tarihinin belirlenmesi konusunda önemli bir buluş olarak nitelendirdiği bu parçanın, Asurluların kapsamlı astronomi bilgisinin kaynağını da açıkladığını söylemektedir. Asurlular, Satürn gezegenini ve bu gezegenin etrafındaki halkaları tespit etmiş bir toplumdu.56
Bu merceğin hangi amaçla kullanılmış olduğu elbette tartışılabilir bir konudur, ancak açık bir gerçek vardır, o da geçmiş toplumların hepsinin evrimci bilim adamlarının öne sürdüğü gibi basit bir hayat yaşamadıklarıdır. Geçmişteki toplumlar da, bilimi ve teknolojiyi kullanmış, köklü medeniyetler inşa etmiş, gelişmiş bir yaşam sürmüşlerdir. Nasıl bir yaşam sürdüklerine dair günümüze son derece kısıtlı bilgi ulaşmıştır. Ama ulaşan bilgilerin hemen hepsi bu toplumların evrim geçirmediğini açıkça göstermektedir.
Allah gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Şüphesiz, bunda iman edenler için bir ayet vardır. (Ankebut suresi, 44)

Bağdat Pili
Resimde görülen, 2000 yıl öncesine ait "Bağdat pili" olarak adlandırılan bu parçayla ilgili araştırmalar, bunun akım üreten bir pil olarak kullanıldığını kanıtlamaktadır.
1938 yılında Alman arkeolog Wilhelm Konig tarafından bulunan vazo görünümündeki bir parça, "Bağdat Pili" olarak adlandırılmaktadır. Peki yaklaşık 2000 yıllık bir geçmişi olduğu hesaplanan bu parçanın pil olarak kullanıldığı sonucuna nasıl varılmıştır? Zira, eğer bu parçanın pil olarak kullanıldığı doğruysa -ki yapılan araştırmalar doğru olduğunu göstermektedir- medeniyetin sürekli ileri gittiği, geçmişteki toplumların ise geri koşullarda yaşadığına dair tüm teoriler yerle bir olmaktadır. Ağız kısmı asfaltla kapatılmış olan bu toprak kabın iç kısmında bakır bir şerit bulunmakta, bu da bir tüp içinde durmaktadır. Alt kısmından bakır bir diskle kapalı olan bu tüp, daha çok asfaltın kullanıldığı bir ortam içindedir. Kısa bir demir çubuk üst taraftaki asfalt kapak aracılığıyla tutturulmuş ve bakır tüpün içine doğru sallanır pozisyondadır. Ancak hiçbir noktayla temas etmemektedir.
Kabın asitli bir sıvıyla doldurulması durumunda ise, akım üreten bir pil elde edilmiş olunur. İşte bu, elektrokimyasal reaksiyon olarak bilinen olaydır ve günümüzde kullanılan pillerin işleyiş mekanizmasından hiçbir farkı yoktur. Bağdat piliyle yapılan denemelerde 1.5-2 volt arasında enerji elde edilmiştir.
Bu durumda önemli bir soru daha gündeme gelmektedir: Bundan 2000 yıl önce pil, ne için kullanılmaktadır? Ortada bir pil olduğuna göre, pille kullanılan birçok da cihaz ve alet olması gerektiği açıktır. Ve bu durum, bundan 2000 yıl önce yaşayan insanların bilinen ve tahmin edilenden çok daha gelişmiş yaşam standartlarına sahip olduklarını bir kez daha göstermektedir.

51. Henry Gee, In Search of Deep Time: Beyond the Fossil Record to a New History of Life, The Free Press, A Division of Simon & Schuster, Inc., 1999, sf. 5 52. Phillip E. Johnson, Reason in the Balance: The Case Against Naturalism in Science, Law & Education (Downers Grove, Illinois: InterVarsity Press,1995), sf. 62 53. Temel Britannica, Cilt 16, Ana Yayıncılık, İstanbul: Haziran 1993, sf.20354. Georges Contenau, Everday Life in Babylon and Assyrıa, Edward Arnold Publishers, London, 196455. S.N.Kramer, Tarih Sümer'de Başlar, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara: 1990, sf. 224-23156. http://news.bbc.co.uk/1/low/sci/tech/ 380186.stm

ORTA ASYADAKİ TÜRK PİRAMİTLERİ

Bugün Çin Halk Cumhuriyeti’nin sınırları içerisinde yer alan, Xian şehrine 100 km uzaklıkta Qin Ling Shan dağlarında Ön-Türk uygarlıklarından birisi tarafından inşa edilmiş, etrafında irili ufaklı 100 adet piramitle beraber, 300 metre yüksekliğinde bir piramit bulunmaktadır;

BEYAZ PİRAMİT
Beyaz Piramit’in ikinci dünya savaşı sırasında Çin’e yardım malzemesi götüren bir C-54 uçağından çekilen fotoğrafı 1957 yılında ilk kez Life dergisinde yayınlanmıştır.
Bu piramitleri araştırmak üzere1994 yılında Şensi bölgesinde bir araştırma gezisi yapan Alman bilim adamı Hartwig Hausdof kendi koleksiyonundan birkaç resmin halka açılmasına izin vermiştir. Hausdorf’a göre piramitlerin yapım tarihi en az M.Ö. 2500’ler civarındadır.
Bölge Çin Halk Cumhuriyeti tarafından yasak bölge ilan edilmiş olduğundan dolayı Piramitler içerisinde bulunan Mısır medeniyetinden çok ileri bir teknikle mumyalanmış olan cesetler ve Ön-Türkçe yazıtlar üzerinde araştırma yapılamamaktadır.
Türk Bilim adamı Kazım MİRŞAN yaptığı araştırmalarda Ön-Türk uygarlıkları tarafından OT-OĞ olarak isimlendirilen Ön-Mısır’a M.Ö 3000 Yıllarında Doğu Anadolu’dan Isub-Ög yazısının gittiğini tespit etmiştir. Kazım MİRŞAN’ın bugüne kadar anlamı çözülemeyen 184 adet mısır hiyeroglifini Ön-Türkçe olarak okumuş olduğu ve mumyalama tekniklerinin yine M.Ö. 3000’li yıllarda Altaylarda geliştirildiği düşünülürse Piramit inşa teknolojisinin Eski Mısır’a Ön-Türk Uygarlıkları tarafından öğretildiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Tüm İnsanlık tarihini değiştirerek; MEDENİYETİN ASIL YARATICISININ TÜRKLER OLDUĞU SONUCUNU DOĞURAN bu olağanüstü keşif batılı bilim adamları(!) tarafından ısrarla görmezlikten gelinmekte ve insanlığın bilgisinden daha uzun süre saklanması mümkün olmayan bu piramitleri başka bir uygarlığa mal etmeyi amaçlayan maksatlı çalışmalar yapılmaktadır.
Ayrıntılı bilgi için Ön-Türk Uygarlığı Araştırmaları Merkezi ve Töre Yayın Grubu tarafından basımı yapılan Haluk TARCAN’ın “Ön-Türk Uygarlığı – Resmi Tarihin Çöküşü” (2. Baskı) adlı eserine bakabilirsiniz.
İlgi adresler:

Beyaz Piramit
http://www.crystalinks.com/pyramidchina.html
http://www.earthquest.co.uk/china/china.html
http://www.lauralee.com/chi_pyr.htm
http://www.trilobia.com/pyramids.htm
http://webmongrel.com/dzone/chinapyramids/

KAZIM MIRSAN http://www.geocities.com/kazimmirsan/

KURÂN-I KERÎM “B” MEÂLİ

KURÂN-I KERÎM “B” MEÂLİ
Değerli dostlarım…
Kurân-ı Kerîm'in, işaret ettiğimiz anlamlarına açıklık getiren bir meâl istenildi yıllardır…
Lûtfu ilahi ile, isteklerinize büyük ölçüde cevap verecek olan ve dahi Türkiye’de bir benzeri olmayan Kurân “B” Meâli’ni sizlere takdim ediyoruz!.
Şimdi, yeniden “OKU”maya çalışalım, İslâm DİNİ’nin yüce bilgilerini, yepyeni bir anlayışla!.
Dostlarım…
İnsan, ne aradığını bilmezse, gözünün önündekileri dahi göremez olur!.
Kişinin, neyi araması gerektiğini bilmesi işin başıdır!.
Bilmediğinizi aramazsınız!.
Hazreti Muhammed aleyhisselâmın sırlar içeren muhteşem mesajları, asırlardır örtüle örtüle; bugün, son derece kısır ve sığ bir “DİN” anlayışı ile şartlanmışız!. Bu yüzden de, evrensel insana evrensel gerçekleri anlatan ve kıyâmete kadar geçerliliğini kaybetmeyecek olan Kurân-ı Kerîm’i değerlendiremiyoruz.
Gökte bir yerlerde oturan ulu tanrının, yanındaki melekleri, yeryüzünde seçtiği postacısına yollaması; onun da gökten gelen kitabı(?) insanlara aktarması; diye kabullendiğimiz “DİN” anlayışının kesinlikle yeniden ele alınıp orijin kaynaktaki gerçeklere göre yeniden değerlendirilmesi zamanı gelmiş geçmektedir.
www.ahmedhulusi.org adresindeki web sitemizde yayınlanan tüm çalışmalarımızda, geçmişteki tüm mâneviyât ehli zevâtın bildiği İslâm Dini’ne ait gerçekleri çağımız diliyle anlatmaya çalıştık. Bütün bu bilgilerin kaynağı ise elbette ki elimizdeki tek BİLGİ kaynağı olan Kurân-ı Kerîm’dir.
“ALLAH” ismiyle neye işâret edildiğini; evrensel sistem ve mekânizmayı; insanın hakikatini ve varlıktaki yerini; tüm incelikleriyle, işâret, mecâz, misâl yollu açıklamalarla anlatan bu Kitap=BİLGİ anlaşılmadan, asla konunun özüne ermek mümkün değildir.
Kurân-ı Kerîm kökenli İslâm Dini anlayışını elde etmemiz için de bu inceliklere işaret eden noktaları vurgulayan iyi bir Kurân meâline ihtiyaç olduğu elbette malûmunuzdur.
Halen Türkçe olarak yayınlanmış Kurân meâllerinin hiç birinin, Kurân’ın bazı çok önemli inceliklerini hesaba katarak hazırlanmadığı görüşünde olduğum için; değerli Kurân âlimi, İstanbul Kanlıca Camii İmamı Sayın Hasan Güler’den bir “Kurân “B” Meâli” hazırlamasını rica etmiştim birkaç yıl önce.
Şimdi size, web sitemizden ilk defa olarak, Hasan Güler Hoca’nın birkaç yıllık çalışma sonucu hazırlamış olduğu “Kurân “B” Meâli”ni Ramazan hediyesi olarak iletiyorum.
Bu arada şunu da kesinlikle bilmemiz gerekir ki, yeryüzünde hiç kimse tarafından tam hakkıyla bir Kurân meâli yapılması mümkün olmaz!. Zirâ, bir âyetteki bazı kelimelerin birden fazla anlam ihtiva etmesi sebebiyle, aynı âyetten birkaç mânâ anlaşılabilir; okuyanın irfan derecesine göre!.
Bu meâlin benzerlerinde olmayan inceliklerine gelince…
En başta ve en önemli olarak…
İslâm Dini anlayışını insanlara bildiren ve açıklayan Kurân-ı Kerîm, insana, yeryüzünde “HALİFE” oluşunun sırrını, “ALLAH” ismiyle neye, nasıl işâret edildiğini; bir kısım kelimelerin başına koyduğu “B” harfiyle vurgulamaktadır. Aynen “Bismillah’ta” olduğu gibi! “B” sırrını anlayamayan kişi, Kurân’ın ana mesajından mahrum kalır ve O’nu bir gök tanrısının fermannâmesi gibi algılar.
Kurân-ı Kerîm’in en önemli yanı ihtiva ettiği “B” sırrıdır!. Tanrı kavramıyla “Allah” isminin işaret ettiği anlam arasındaki fark da bu sırrı keşfetmeye dayanır!.
Bu sırrın farkedilebilmesi için de mutlaka “B” harfiyle başlayan kelimelerin çok iyi değerlendirilmesi zorunludur. Aksi halde, eksik ve yanlış algılama yüzünden kuru bir yasa ve tarih kitabından söz edilebilir.
İşte bu “B” Meâl’de, öncelikle, “B” sırrına işaret eden âyetlerin veya “B” harfiyle başlayan kelimelerin çevirisinde; bu anlam farkedilecek şekilde düzenleme yapılmıştır; ki bu yüzden de, bu çalışma, Kurân-ı Kerîm’in bâtın-derûni-içsel-sır anlamlarını daha iyi fark etmemize yol açacaktır.
İkinci olarak, “B” Meâl’de bir kısım kelimeler orijinalinde olduğu gibi kullanılmıştır düşünen beyinlere yeni kapılar açmak için. Meselâ “Rasûl” kelimesi geçen yerde, çeviride de “Rasûl”; “Nebî” geçen yerde “Nebî” kullanılmış; bunlar “peygamber” kelimesiyle geçiştirilmemiştir. Çünkü her bir kelime bir hikmete ve bir sırra dayalı olarak Kurân-ı Kerîm’de öylece kullanılmıştır. Ayrıca, her kelimenin işaret ettiği İŞLEV, diğerinden farklı, ayrı bir İŞLEVdir.
Dilin semantiği gereği, bu kelimelerin yerine başka kelimelerin kullanılması yanlıştır! “Hak” ismi ayrı özelliğe işaret eder, içinde geçtiği âyette; “Rab” kelimesi ayrı özelliğe-mertebeye-vasfa işaret eder; “Allah” kelimesi ayrı özelliğe işaret eder. Bunların tümünü “tanrı” diye geçiştirmek çok büyük bir gaflettir! Keza “konuşmak” anlamında tercüme edilen “kelam”, “kavl”, “nutk”, “tahdiys/hadiys”kelimeleri dahi böyledir.
“B” Meâl’de birçok kelimenin orijinal olarak yer alması yüzünden, ilk bakışta ifadesi ağır gelebilir... Bu uygulama, Kurân-ı Kerîm, rasgele bir Arapça metin olarak görülmeyip; “meal hazırlamak, bir Arapça metni Türkçe’ye çevirmek değildir” diye düşünüldüğü içindir! Yani, hem, Kurân’ın mânâ ve te’vilini Türkçe tek bir kelimeyle sınırlamamak ve hem de Arapça bilmeyen okuyucuya, Kur’an terminolojisini öğrenme ve tefekkür etme fırsatı vermek niyetindendir... Ayrıca o kelimenin anlamının sorgulanması ve araştırılması gerekliliğine işaret içindir. Mesela, Türkçe çevirilerde topluca “korkmak” diye tercüme edilen “havf”, “haşyet”, “rahbet”, “ittika”, “hazr”, kelimeleri, orijinalleri ile verilmiş olup; gerekliliğine göre parantez içinde sözlük ve te’vili anlamları da Türkçe olarak yazılmıştır... Bunlarla birlikte, “B” Meâl’de parantez içerisindeki ifadelerin yanına konmuş soru işaretleri de, üzerinde düşünülüp, sorgulanması gereken, farklı anlamların dahi çıkarılabileceği hususlara işaret etmektedir.
Ayrıca, örneğin, Kurân’da “ölüm” anlamına gelen“mevt” ile “yakıyn” kelimeleri ayrı ayrı geçerken, çevirilerde “YAKIYN” kelimesini kaldırıp, onun yerine “mevt” kelimesinin karşılığı olan "ölüm"ü koymak çok önemli bir yorum hatasıdır!. Sırlara giden yolu kapatmaktır!.
Üçüncü misâl olarak tüm meâllerde gördüğünüz “KİTAP” kelimesini ele alalım… Kurân-ı Kerîm’de Arapça “kitap” kelimesi kullanılarak “BİLGİ” kastedilmiştir!. “Kitap inzâli” tâbiri ile anlatılmak istenen, “insan bilincinde ilâhi BİLGİnin açığa çıkarılması”dır! Yoksa, bizim Türkçe’de kullandığımız anlamda, gökten yeryüzüne yazılı ciltli veya ciltsiz kitap veya herhangi bir lisan ile yazılmış kağıt sayfalar inmemiştir!. “Kitap indirdik” türünden çeviriler maalesef insanları tamamen konudan uzak farklı düşüncelere yönlendirmektedir.
Kısacası, “OKU”yabilirseniz, birebir tam karşılığı olmasa da, bu meâlin, şu ana kadar yayınlanmış ve okuyucuya sunulmuş Kurân meâlleri içerisinde çok farklı bir yerde olduğunu göreceksiniz.
Sayın Hasan Güler, sadece Allah’a kulluğu ve Rasûlullah’a hizmet aşkıyla hazırladığı bu meâli tüm insanlığa karşılıksız olarak sunmaktadır. Bu meâlin telif hakkı yoktur!. Dileyen herkes orijinaline sadık kalmak kaydıyla çoğaltıp yayabilir. Allah kendisinden razı olsun; makâmı Rasûlullah aleyhisselâmın yakını olsun.
AHMED HULÛSİ 22 Eylül 2006 North Carolina, USA www.ahmedhulusi.org

6 Haziran 2008 Cuma

Zümrüdü Anka Kuşu

ANKA KUŞU
Zümrüdüanka olarak, halk edebiyatımızın sözlü geleneği içinde yer alan ve özellikle yedi kat tamudan yeryüzüne uçabilen olarak nitelendirilen epik masal figürüdür. Bu figüre yüklenen en önemli yüklem; bilgi ağacının dalında yaşayan bilge birkuş oluşu anlatılır. Aynı zamanda onun her yokoluşta kendi küllerinden hayata dönme kabiliyetinin olmasıdır. Bu da Türk milletinin her sefer zor dönemlerinde ayakta kaldığnın sembolü olarak düşünülmektedir.
Avrupa dillerine Phoenix olarak giren bu masal kahramanı kuşa, çeşitli kültürlerde çeşitli isimler ve anlamlar yüklenmiştir. Daha çok bir Türk, İran ve doğu kültürüründe masal kahramanı olan Anka kuşu; tuğrul-togrul, zümrüdüanka kuşu, phoenix, Simurg Anka(otuz Kuş), Senmurw(pehlevi), Sina- Mrü (pazand) adlarında da anılır.
Phoenix yani anka kuşu ise 1960 yılından beri ABD'li, Rus, Japon ve Avrupalılar'ın Mars'a gönderdiği 38 araçtan sonuncusudur.
Mars'ın yüzeyine başarılı bir iniş yapan 4 aracın hepsi de ABD'ye aittir.
Bir Türk ve doğu kültürü unsuru olan Anka Kuşu'na daha çokbatılılar ve özellikle de ABD'liler sahip çıkmaktadırlar.
Phoenix; ABD'nin en büyük 6. şehri ve Arizona eyaletinin en büyükşehridir. 1.5 milyon kişinin yaşadığı ABD'nin en kalabalık 10 şehrinden birisinin adıdır.
İşin en acı tarafı da, bizim kendi kültürümüzün bir parçası olan bu motifi şimdi hiç kimsenin bilmiyor oluşu. Allah'dan ki bu kültür unsuru Orta Asya'da hala canlılığını korumaktadır. Özbeklerin parası 500 cym'in bir yüzünde Zümrüdü Anka'nın başının üzerinde sekizgen içinde Türklüğün sembolü Ay-Yıldızı da görebilirsiniz.