Sayfalar

30 Mayıs 2010 Pazar

‘Efendi Teröristler’ kim?




"Siyonist İsrail devletinin kurucuları ve öncüleri, sıradan terörist değillerdi" diyen Yılmaz Dikbaş, "Efendi Teröristler"i şöyle anlatıyor: Hemen hepsi çok iyi eğitim görmüş donanımlı, doktor, profesör gibi akademik unvanlar kazanmış, birkaç dil bilen, uluslararası güçlü ilişkileri olan, beyaz yakalı, sinekkaydı tıraşlı, iyi giyimli, sözcüğün tam anlamıyla Efendi Teröristler idiler.

İsrail ve siyonizmin tarihini anlatan bir kitap daha raflardaki yerini aldı. Araştırmacı-Yazar Yılmaz Dikbaş tarafından kalem alınan "Efendi Teröristler" adlı kitap siyonistlerin maskesini düşürmekle kalmıyor, kronolojik bir sıralamayla İsrail'in kanlı tarihini de gözler önüne seriyor. Kitabında, kendisi dışındaki herkesi terörist yaftasıyla karalamayı ilke edinen siyonsitlerin, terörizmin ağababaları olduklarını vurgulayan Dikbaş, okuyucuya çarpıcı bilgiler vermeyi de ihmal etmiyor.

Bütün yahudilerin siyonist olmadıklarını, başta Einstein olmak üzere çok sayıda yahudinin siyonizme karşı olduğunun altını çizen Dikbaş, siyonizmin yakın ve uzak gelecekteki hedeflerini de açıklamaktan geri durmuyor. Dikbaş, Albert Einstein'ın, 27 ünlü arkadaşıyla birlikte, Siyonistleri, "terörist" olarak adlandırıp, İsrailli Siyonistleri, "İsrailli Naziler" diye tanımladığını ve lanetlediğini de hatırlatıyor. Dikbaş kitabında yahudileri ve siyonistleri çok güzel bir biçimde birbirinden ayrıştırıyor.

Asıl terörist İsrail'i kuranlar

Siyonizmim kurucusu Teodor Herzl'in yazdıklarından yola çıkarak siyonizmin nasıl bir vahşet ideolojisi olduğunu anlatan Dikbaş, Herzl'in yalan ve iftiralarına da bir bir açıklık getiriyor. İsrail'in kurucularını ve devlet adamlarını da mercek altına alan Dikbaş, İsrail'i kuran kişilerin terörist olduklarını savunuyor. İsrail'i kurmak için türlü terör faaliyetlerine katılan ve yönlendiren siyonistlerin daha sonra politkacı yaftasıyla göz boyamaya çalıştıklarını ifade eden Dikbaş: "Siyonist İsrail devletinin kurucuları ve öncüleri, sıradan terörist değillerdi. Hemen hepsi çok iyi eğitim görmüş donanımlı, doktor, profesör gibi akademik unvanlar kazanmış, birkaç dil bilen, kitaplıklarında yüzlerce, hatta binlerce kitap bulunan, uluslararası güçlü ilişkileri olan, beyaz tenli, beyaz yakalı, sinekkaydı tıraşlı, iyi giyimli, sözcüğün tam anlamıyla Efendi Teröristler idiler." tespitinde bulunuyor.

Batı Siyonizme arka çıktı

İsrail'i kuranların terörist, İsrail'in de terör devleti olduğunu belirten Dikbaş, batı ülklerinin Filistin'de yapılan katliamlara nasıl göz yumduklarını, İsrail'in kurulmasına nasıl öncülük ettiklerini de belgeleriyle ortaya koyuyor. Özellikle Birinci Dünya savaşı sonrasında bölgedeki İngiliz egemenliğinin nelere mâl olduğu insanı dehşete düşürüyor.

Siyonizmin ırkçılık olduğunun BM tarafından açıkca ifade edildiğini de kaydeden Dikbaş: "10 Kasım 1975 tarihinde Birleşmiş Milletler, 3379 sayılı şu kararı" aldı: "Siyonizm, bir tür ırkçılık ve ırkçı ayrımcılıktır. Dünya barışına tehdit oluşturan Siyonizmi şiddetle kınıyor ve tüm ülkeleri bu ırkçı ve emperyalist ideolojiye karşı çıkmaya çağırıyoruz." ifadelerini hatırlatıyor.

Abdülhamit ve Jön Türkler

İsrail tarihini anlatırken Osmanlı'nın son döenmlerinde sultan Abdülhamit'e karşı düzenlenen komplolara da yer ayıran Dikbaş, Siyonistlerin Abdülhamit'e olan düşmanlıklarını, Jön Türkler'in Siyonistlerle olan ilişkilerini de gün yüzüne çıkarıyor. Herzl'in Abdülhamite yazdığı mektupların orjinalinden okuyucuya sunan Dikbaş, kitabında Herzl'in İstanbul seyahatine'de geniş yer ayırıyor.

Siyonistlerin en aşağıdan en yukarıya nasıl teşkilatlandıklarını ve aralarındaki tartışmaları da gün yüzüne çıkaran Dikbaş, Filistin'den önce Yahudilerin hangi ülkelerle temasa geçtiklerinin de üzerinde duruyor.

Kalıcı barış için Siyonizmin bertaraf edilmesinin önemine vurgu yapan Dikbaş, "Yalnız Orta Doğu'da değil, tüm dünyada kalıcı barışı gerçekten sağlamak isteyenler, önce Siyonizm rejimini yıkmak zorundadırlar. Çünkü, ünlü İsrailli tarih profesörü Benny Morris'in söylediği gibi: "Siyonist projenin tamamı, Kıyamet habercisidir" diyerek konunun önemine dikkat çekiyor.

25 Mayıs 2010 Salı

Seni Bu Yamyam Kibrin Bitirecek


Billboardlardaki resimlerine baktım; güya “kudretli” görünesin diye en çılgın bakışlı fotoğraflarını seçmişler. Kontrolsüz bir adrenalin ile geldiği yeri hazmedemeyişi harmanlayan deli bakışları.

Ne yapsan olmuyor..
Kültürsüzlüğün, görgüsüzlüğün, basitliğin, açlığın her şeyin önüne geçiyor. Sadece çalma, çırpmaya, vebal almaya işleyen kıt aklın bile durup durup sana “Saygı görmüyorsun, sende bir şeyler eksik” diye fısıldıyor. Bu fısıltıyı duydukça iyice kontrolden çıkıyorsun. “Bana saygı duyun, önümde eğilin. Eteklerimi öpün” diye tepiniyorsun ama olmuyor.
Olmuyor işte.

En yakınındakiler bile senin iflah olmaz kifayetsizliğine, insanlıktan çıkmış öfkene, Allah'a şirk koşma noktasına gelmiş kibrine dayanamıyorlar.

En uyanıklar ile kullanım tarihinin tamamen sona gelmesini bekleyenler kaldı sadece çevrende. Bir de bir delinin gölgesi ardında kirli oyunlarını yürütenler.

Boşsun, bomboşsun.
Bir genelev fedaisi kadar ruhsuz ve hoyratsın.
Kabadayılığın da hikâye, dobralığında yalan, “delikanlılığın” da naylon.
Hak, hakkaniyet, adalet, merhamet gibi kavramlar kapından bile geçmemiş.
Alım-satım ustalığından, ticari uyanıklıktan dem vurarak örtmeye çalışıyorsun bu büyük eksikliğin üzerini.

Sahi kimsin sen?

Hep aynı yerden servis edilen üç adet gençlik, çocukluk ve askerlik fotoğrafından başka neden görüntün yok senin?
Hangi okulları bitirdin, kimlerle aynı sıralarda oturdun?
İlkokul öğretmenin kim?
Neden bir kişi bile çıkıp seninle ilgili bir tek anısını anlatmıyor?
Seda Sayan'ın bile mahalle yıllarından bir fotoğraf çıkıp geliyor da, senin geçmişin neden bu kadar sis perdelerinin ardında gizli?
“Olmayan” biri misin yoksa sen; laboratuarda mı imal edildin? Hangi merkezlerde programlandı hastalıklı beynin?

Bütün değerlerden neden bu kadar yoksunsun; en kutsal kavramların içini boşaltmada nasıl bu kadar maharetlisin? Hurafe, iftira, şirret ve cehaletten beslenen dilin; hırstan ve doymamışlıktan ibaret kişiliğin, bir ağaç kovuğundan başka hiçbir şey olmayan fani bedeninle tarihin onurlu sayfalarında yer almaya soyunma cesaretini nereden buldun.

Duyduk ki şimdi de “padişahçılık” oynuyormuşsun. Şah oldun, sıra şahbaz olmaya geldi. Her mevki ve makamı tattın, geriye “padişahlık” kaldı öyle mi?
Senin montaj ürünü kimlik ve bedeninden kuşkusuz bir Fatih, bir Yavuz, bir Kanuni olmaz ama Deli İbrahim-Vahdettin karışımı bir kukla, pekâlâ olabilir.
Seni bütün bu defolarınla sahnede tutanların işine fazlasıyla yarar böyle acınası bir bez bebek.

Esiyorsun, gürlüyorsun, tepiniyorsun.
Pazarcı gibi tiz çığlıklar atıyorsun.
Deli bakışlarını devire devire, boyun damarlarını şişire şişire höykürüyorsun.

İyi de sen ne istiyorsun?

Karun oldun. Çocukların ülkedeki simit tablalarından bile haraç alıyor, gudubet karın ipek kumaşlara, paha biçilmez mücevherlere büründü. Şakşakçıların ceylan derisi koltuklarda basen büyütüyor. Bu kadarı da olmaz ki diyen kim varsa işinden aşından ettin, zindanlara attın, ailelerini açlığa mahkûm ettin. Gencecik üniversite mezunları işsizlikten intihar ediyor. Doktorlar, öğretmenler, polisler, subaylar açlık sınırında yaşıyor; emekliler pazarlardan sebze artığı topluyor. Şehit katilleri Meclis'te suratımıza çemkiriyor. Sen hâlâ üstündeki pahalı elbiselerin, özel yapım som altın kol saatin, ipek kravatınla karşımıza geçip kusuyorsun da kusuyorsun.

Kime bu kinin?
Nereye doğru gittiğini bir gün olsun düşündün mü? Olmayan vicdanınla bir gün olsun kendine “Acaba biraz ileri mi gidiyorum” diye sordun mu?
İtikadın da yalan biliyoruz.
Ama bir gün olsun “Ya hesap günü varsa” diye endişelendiğin oldu mu?

Evet var.
Hesap günü var.
Ve sanki bu saldırganlığın, bu doymazlığın, tamah etmez azmışlığın, O hesap gününü biraz daha yaklaştırıyor. Artık Allah’ın gözüne batıyorsun birader!
Fazla parazit yapıyorsun, ortalığı hacminden fazla kirletiyorsun. Elde ettiklerinle şükür etmeyi, biraz da başkalarını düşünmeyi başaramadın. Böyle bir kapasiten yok çünkü.

Dünyaya yemeye, içmeye, dışkılamaya, kin ve nefret aşılamaya gelmişlerdensin. Üste bir de kibir yapıyorsun, işte bu hiç çekilmiyor...

Senin sonunu da bu yamyam kibrin getirecek…


FATMA SİBEL YÜKSEK

KENT GAZETESİ

23 Mayıs 2010 Pazar

14 Şubat Filistin'in Yas Günüdür!

14 Şubat Filistin'in Yas Günüdür!

Mahiye MORGÜL
mahiye@gmail.com



10/02/2010

Kraliçe Zenobia/Zeynep, Roma’da 14 Şubat 270’de öldürülmeden önce ev hapsinde tutulduğu evin balkonunda. Onun öldürüldüğü günü Sevgililer Günü ilan ettiler.
14 Şubat 270’de Roma’da öldürüldüğü odada, genç gardiyan Valentin’in yazdığı kâğıt parçası bulundu, kâğıtta “Seni seviyorum Zeynep” yazıyordu. Ressam Herbert Şmals tarafından yapılan tabloda, sağ alt köşede, gardiyan Valentin kraliçe Zeynep’e hayran bakarken resmedildi.
Sasani kraliçesi Zeynep (Zeyna Aba), kocası öldükten sonra 12 yıl Venedikli, Galatalı ve Cenevizli korsan yağmacılara karşı savaştı. Ayrı para bastırdı, Roma’ya vergi vermedi. Yenik düşeceğini anladığı zaman, Pülümür’e ata akrabalarından yardım almaya gitmek istedi, giderken yolda esir düştü. Başkenti Palmira’yı yakmamaları koşuluyla teslim oldu.
Zeynep’in, baba tarafından Anatiokhus (Oğuzanalı) hanedanından Part/ Ferhat boylu olduğu üzerine bilgiler vardır. Atatürk’ün arkadaşı Diyap(Duap) Ağa da Pülümür’lü ve Ferhat Uşağıdır. Diyap Ağa’nın on beş oğlunun ve torunlarının, Atatürk’ün ölümünden sonra öldürülmüş olması, bölgede isyan çıkartılması, batı emperyalizminin direnişçileri cezalandırma hastalığının devam ettiğinin işaretidir.
Sasani Uygarlığı (224 - 651) yağmacı İskender’e isyan ederek kurulmuş olan Selevkos (Selezya/Seleukia) Uygarlığının devamıdır. Sa-Sani; San Uşakları (Güneşin oğulları) açılımlıdır. Yakın tarihte Kuzistan- Şiraz-Bağdat çevresinde kurulmuş olan Safevi Luvi Devleti de benzer bir direniş devletiydi ve Yavuz Sultan Selim tarafından, Osmanlı sarayında etkin olan Venedik Yahudi elçisi Balyos ve Fransız Katolik elçisinin isteğine uyularak ortadan kaldırılmıştır.
Kraliçe Zeynep esir alınınca, Roma’ya götürülürken İstanbul boğazında oğlu Lalius’u (Leylaoğlu) öldürüp denize attılar. Oğlunun diğer adı; Sani-toros (Athenodarius), Darius hanedanından Cano idi!)
Roma sokaklarında onu zincire vurulmuş halde dolaştırdılar. Bu durum Anadolu’da duyulunca, bütün Anadolu, Filistin, Akdeniz ve Arnavutluk halkı isyan etti. Kraliçe Zeynep, halkı isyana teşvik ettiği bahane edilerek esir odasında öldürüldü. Roma senatosunda, isyan eden Anadolu şehirlerini yerle bir etme cezası verildi, örneğin Antakya bir çok defa yakılanlardandır. Kral Gladio tüm Roma erkeklerine 2 yıl evlenme yasağı koydu, onları Anadolu’yu yakıp yıkmaya gönderdi.
Yasağa uymayan aşık Valentin önce öldürüldü, sonra aziz ilan edildi. Öldürdüğünü aziz ilan etmek, yağmacı batının töresidir, buna “ölüsünden yağ çıkartmak” denir!
İtalyan ressamın yaptığı tabloya dikkatle bakınız: Arkasındaki duvarda dört atın çektiği Sümer “güneş tanrısı”, Hitit Güneşi Allat/LAT/LAZ var; Kraliçe Zeynep Şamanî’dir.
Dört atın çektiği teknede savaşan; Dor/Tur/Sor soylu Turanî’dir.
Başında Kaşgari baş bağı var; Kaşgari Oğuzludur!
Belinde, silahları alınmış “dorabuluz” kuşağı var; Savaşçı Eradne/ Er-hatune dir.
Kuşağındaki Sekizli Şems motifi; Horasanidir, Şamanidir, Turanidir, Sümerlidir, Hititlidir…
Zeynoba’nın yönettiği topraklar: Suriye, Mısır, Filistin, Lübnan, Ürdün, Mısır, Harran, Soli, Silifke, Tarsus ve Ereğli’yi de içine alan, İran Sasani Devletine bağlı Palmira Eyaleti.
Adını yaşatan kale: Ereğli Zanapa Kalesi.
Kraliçe Zeynep’in esir alındığı Pülümür’de yaşayan Ferhat Uşakları, Paller ve Koçgiri /Kaçgari Uşakları, Tunceli’nin antik halkı olup antik Luvi/ Alan (Alevi) kültüründen gelirler. Bu insanlar, Sasani/Susa Anası (1.Artemis) ile babası Karus (Kuroş) gibi Horasani ve Kaşgari Oğuzi’dirler. Zeynep gibi, onlar da Atina’ya kadar gidip köleleri kurtarıp serbest bırakan(MÖ.550) Susalı 1.Artemis ile oğlu Serhat’ın torunlarıdır.
Sasani Uygarlığı, Selevkos Asya Krallığının devamıdır, ki Selevkos krallarının soy ata adları ANATİOKHUS, Oğuz Analılar, Uzbeki/Ogziana’lı yani Oğuz Beylerdir. Selevkosların bir dönem başkenti Antakya’dır. Antakya en fazla yerle bir edilme cezası alan şehirdir.
Sele-u-Kos devletinin Tigran Agarta, Gerger, Şamsat, Antakya, Kastabala gibi önemli direniş şehirleri Sezar’ın (MÖ.65)Lukullus adlı komutanı tarafından yenilemedi, yüz yıl sonra Neron’un (MS 69) KORBULA adlı komutanı tarafından yerle bir edildi. Sezar’a on yıl boyunca savaşarak direnen bu kale şehirlere Roma senatosunda tarihten silme cezası verildi. Milat dedikleri, Milet Uygarlığını (kaynaşmış millet olmuş Oğuz boylarını /Sümerleri) yok edip tarihi sıfırdan başlatmak bu olaydır. Bu ceza Sümerlerin de tarihten silinişidir.
Benzer bir ceza Zeynep’in 270’de öldürülmesinin ardından onun şehirlerine verildi. Zeynep’in soyata akrabaları olan DERSİM aşiretlerine, özellikle Mustafa Kemal ile birlikte savaşan Koçgiri Ferhat Uşaklarına benzer bir ceza verildiğini, o yıllarda egemen olan İngiliz emperyalist devletini (ki orada egemen olan mali güç Venedik-Galata tacirlerinin torunlarıdır) akla getirmektedir.
1950’den sonra NATO kararıyla, bölgedeki, tarihte Roma’ya direnmiş bütün aşiretlerin köylerine ve şehirlerine baraj bahanesi yaratılarak yeniden tarihe ve sulara gömme cezası verildi.
Kraliçe Zeynep için bestelenmiş üç opera: 1-Anfosi; Zenobia in Palmira, 1789, 2-Rossini; “Aureliano in Palmira, 1813, 3-Mansur Rahbani; Kraliçe Zenobia/ Sani Opa, Zanapa, Zennube! (1990).
Adını yaşatan yerler: 1-GAZZA STRİP; Azize İş-tar Aba, Gazze Şeridi’nin adıdır. 2-Toros Ereğli’de antik Zanapa kalesi.
Kaşgari/Koçgiri boyu, antik İran’da Darius/Toros hanedanının soy ata adıdır. Bu hanedan, 1918’de Amerikalılar tarafından kaldırıldı, yerine Pehlevi ailesi getirildi. Bu zoraki yönetim değişikliği sırasında 50 bin Şirazlı ve Kuzistanlı Kaşgari Alevi öldürüldü. 1980’de Fransa destekli yönetime getirilen mollalara isyan eden Kaşgariler, sekiz yıl süren İran-Irak savaşı sırasında 2,5 milyon can verdi. 1988’de Talabani askerleri ile Humeyni askerleri birlikte Halepçe’ye saldırdı, halk onları püskürttü, beş gün sonra Halepçe’ye kimyasal bomba atıldı, 5 bin Luvi öldürüldü, sekiz yıllık savaş böyle sona erdi. Kuzistan, Susa ve Şiraz’dan Halepçe’ye kaçarak orada kadınlı erkekli direniş birlikleri oluşturan Kızılbaş/Başoğuzlu halkın öldürülmeleri tarihe Halepçe Katliamı olarak geçti(1988). Her iki tarafa da silah satan ABD şirketiydi, resmen açıklandı.
Filistin bayrağındaki siyah renk, Zeynep’in yasını tutmaktır. Filistin’de çalınan tulumun adı NANAY olup, Şiraz’da ve Yusufeli’de de Nanay’dır. Filistin boyun bağı tıpkı Sasani puşisidir.
Kraliçe Zeynep’in parası, yakılan başkent Palmira ve Palmira eyalet sınırları:

Aşağıda, boynundaki “Hilal” kolyesiyle “Tanrı ALLAT’ın armağanı Zeynep” adlı heykeli, sonradan yapılmış büstü ve tablosu:

İnternetten: Sasani devletinin kurucusu Ardashir (Ar?axš?r), is also known as Ard ash?r-i P?pag?n "Ardashir, son of P?pağ", and other variants of his name include Latinized Artaxares and Artaxerxes. Ardashir's father was Papak.
Zenobia with her large army made expeditions and conquered Anatolia as far as Ancyra or Ankara and Chalcedon (Kadıköy), then to Syria, Palestine, and Lebanon.

Tarihimizi artık yağmacı batıdan öğrenmeyelim ve 14 Şubat’ı, Kerbela gibi, Zeynep’e YAS GÜNÜ ilan edelim.

16 Mayıs 2010 Pazar

Şantaj Demokrasisi


Zahide Uçar

Aslında Baykal ve partisi 1 Mart Tezkeresine hayır oyu verdiğinde “not” edilmişti. 1 Mart tezkeresinin hemen arkasından Sarıgül ABD’ye davet edildi, sonra da Baykal’a rakip oldu.

Baykal küresel güçlerin BOP planı çerçevesinde yürüttüğü “açılımlar” a da destek vermedi. Emperyalistler ve işbirlikçileri nezdinde Baykal’ın “suç dosyası” büyüyordu.

“Silivri toplama kampı” sürgünlerine karşı da dik duran Baykal’a, Anayasa Mahkemesine yapılacak itiraz ve ihtimal referandum öncesi alçakça bir tuzak kurularak istifa etmesi sağlandı. Demek ki BOP’çuların acelesi var ve bütün engelleri hiçbir kural tanımadan kaldıracaklar.

ABD, dolayısıyla da küreselleşme yalanıyla köleleştirme düzenini dünyaya hakim kılmak isteyenler önlerine çıkan kim varsa yok ediyor. Değerli okur, AKP’yi iktidara taşıyan güçlerin Türkiye’yi ele geçirirken yaptığı operasyonları niçin yaptığını anlatmak için bir beyin jimnastiği yaptıracağım. Yazı biraz uzun olacak, sabırla okumanızı öneririm.
1-2006 yılında ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu, Avukat Kemal Kerinçsiz’e önce telefon, ardından da “resmi yazı” ve elektronik postayla başvurdu. Başkonsolos Sandra Oudkirk, “Dernek hakkında bilgi almak ve ülke gündemine ilişkin sohbet etmek istiyoruz” diyerek randevu istedi. Büyük Hukukçular
Derneği Cevabi yazısında;
“Amerika Birleşik Devletleri İstanbul Başkonsolosluğu

A- 24 Temmuz 2006 tarihli randevu talebinizi içeren iletiniz ve elektronik postanız tarafımızca alınmıştır.
B-Yazınızın içeriğinde, görüşme isteğinizin, derneğimiz hakkında bilgi almak, ülke gündemine ilişkin bazı konularda fikirlerimizi öğrenmek amacıyla yapıldığı belirtilmiştir.

C-Büyük Hukukçular Birliği, başkonsolosluğunuzun bu davetini 26.07.2006 tarihli Yönetim Kurulu toplantısında görüşmüş neticede; yabancı bir devletin konsolusluk makamının, kabul eden ülke içinde irtibat kuracağı kişi ve kurumların, resmi sıfata sahip kişi ve kurumlar olabileceği, resmi bir sıfat taşımayan derneğimizin, yabancı diplomatlarla, ülke meseleri ve gündemi ile ilgili bir görüşme yapmasının, derneğimizin güttüğü milli gayelere ve uluslararası anlaşma ve teamüllere uygun olmayacağı, kanaatine varılmıştır.

D-Bu sebeple, nazik davetinizin derneğimizce kabul edilebilir bulunmadığını bildirir, saygılarımızı sunarız.”

Dışişleri Bakanlığı’na da bildirdiler

Kerinçsiz’in imzasıyla Bakanlığa gönderilen yazıda, ABD Başkonsolosluğunun talebine ve verilen cevaba yer verildi.
Büyük Hukukçular Birliği’nin Yönetim Kurulu toplantısında ayrıca Başkonsolosluk’tan gelen randevu talebinin Dışişleri Bakanlığına bildirilmesi de kararlaştırıldı. Yine Kemal Kerinçsiz imzasıyla gönderilen yazıda Başkonsolosluğun muhatabının Dışişleri Bakanlığı olduğu belirtildi ve şöyle denildi:
İşte o yazı
“T.C. Dışişleri Bakanlığı’na ABD İstanbul Başkonsolosluğu’nca derneğimizden 24.07.2006 tarihli ileti ve elektronik posta mesajı ile görüşme talebinde bulunulmuş olup bu görüşme talebinde, derneğimiz hakkında bilgi almak ve ülke meseleri ve gündemine ilişkin bazı konularda fikirlerimizi öğrenmek amacı olduğu, belirtilmiştir. Söz konusu talep, derneğimiz Yönetim Kurulu’nca görüşülerek; bir yabancı devlet konsolosluğunun ancak kabul eden ülkenin resmi yetkilileriyle görüşebileceği, derneğimizin resmi sıfat taşımadığı, ülke meseleleri ve gündemi ile ilgili hususların yabancı bir devletin yetkilileri ile derneğimiz arasında görüşmeye konu olamayacağı inancıyla belirtilen randevu talebi, geri çevrilmiştir. Konu, yabancı bir devletin diplomatik biriminin görüşme talebi olması ile bakanlığınızı ilgilendireceğinden, 1.randevu talebi, 2.derneğimizce verilen cevap ekte bilgilerinize sunulmaktadır.
Sagılarımızla”
Hakettikleri cevabı aldılar
ABD Başkonsolosluğu’nu verdikleri cevapla şoka uğratan Büyük Hukukçular Birliği Yönetim Kurulu üyeleri randevu talebini “Kadife devrimin alt yapısı hazırlanmak isteniyor” diye değerlendirdiler.
Büyük Hukukçular Birliği’nin tepki göstererek hukuk mücadelesi verdiği olayların bazıları: Ermeni Konferansı’nın iptali, Patrikhane’nin kapatılması davasının danıştay’da açılması, Türk Milletine hakaret eden Orhan Pamuk, Hırant Dink, Perihan Mağden, Elif Şafak , Murat Belge, Hasan Cemal, İsmet Berkan, Haluk Şahin, Ergin Aytın, Arat Dink gibi sözde aydınlar hakkında açılan davalar, Denize Haç atma törenleri, Derinkuyu, Ürgüp, Bergama’da Bartholomeos’un yaptığı yasaya aykırı ayinler hakkında açılan davaların takibi, Kürt-Der’in kapatılması, Galataport ihalesinin feshi, AB Eşbaşkanı Joost Lajendijk ve Rum parlamenter Matsakis hakkında TCK’nın 301. maddesine göre açılan davalar, Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç ve Abdullah Gül hakkında TCK’nın 302. maddeleri gereğince açılan davalar, AB aleyhine Alman İdare mahkemesinde açılmış bulunan tazminat davası, Tüpraş hisselerinin devri konusunda açılan davalar. (CIA’nın zokasını yutmadılar-Yeniçağ)
Kemal Kerinçsiz şimdi nerede? 2.5 yıldır Silivri esir kampında. Tutuklanmadan bir hafta önce Sevgi Erenerol ile beraber Yeniçağ Tv’de PKK’nın Ermenistan’a yerleştiğini açıklayan bir program yapmıştı.
2-Sevgi Erenerol Türkiye’deki misyonerlik faaliyetlerine karşı mücadele ediyordu, O da aynı toplama kampına toplanmaktan kurtulamadı.
3-Emin Gürses Rum Pontus hayali güdenlerin Karadeniz’de yaptığı istihbarat çalışmalarını açık ediyordu, O’da toplama kampında uzun süre kaldı.
4-Hurşit Tolon askerimizin başına çuval geçirildiğinde ABD idi, haberi alınca geri döndü. 1 Mart tezkeresine Türkiye hayır dediği için “biz bunu not ettik” diyen ABD’nin sözüne karşılık Tolon Paşa’da “biz de bunu not ettik” demişti. Kendisi tutuklandığında PKK’lılarca uzun süre protosto edildi.
5-Türkiye 2005 yılında İsrailli Al-Elbit Konsorsiyumuna, kamuoyunda Heron diye bilinen 10 adet insansız uçak siparişini verir. Teslimat tarihi, yapılan sözleşmeye göre 2007’dir. Süre aşılır, lakin bu teslimat yapılmaz.
Hal bu iken ne sözleşme feshedilir ne de sözleşmede var olan tazminat şartı işletilir. Heron’ların alımına TSK başlangıçtan beri karşı çıkar. Niçin mi? İsraillilerin Heron’la ilgili bilgisayar yazılımlarından, kumanda edilmesine kadar hiçbir ayrıntıyı Türkiye’ye vermemesinden! Dahası, TSK Heron’u İsrail’in onay veremeyeceği yerlere de uçuramayacak! Havada kalış süresi sınırlı olan Heron’larla ilgili olarak TSK’nın tereddüt ve itirazları hep devam etti.
İsrail ile bu sorunlar yaşanırken TSK boş durmadı ve gayriresmi olarak alternatif arayışlara girdi. Bu bağlamda Rusya ile ilişki kuruldu. Bir işadamı ve emekli üç Silahlı Kuvvetler mensubu defalarca Rusya’ya gidip gelerek insansız uçak noktasında uzlaşmaya vardı. Rusya’nın ürettiği ve teslimi için taahhüt ettiği insansız uçak Heron’lardan daha uzun süre havada kalabiliyor. Fiyatı da Heronların yarısı kadar.
En önemlisi, kumandası yani uçağın yönetimi tamamen TSK’da olacak. Bilgisayar yazılımından diğer bütün teknik ayrıntılara kadar her şey TSK’ya teslim edilecek. TSK, ön çalışmasını yaptığı bu uçağın alımı için düğmeye bastı. Ancak AKP iktidarı bu alıma olur vermedi ve illa da Heron olsun dedi.
Son bir şey:
Tesadüf herhalde!
Tam bu günlerde Rusya’ya insansız uçak alımı için gönderilen emekli askerlerin ikisi apar topar tutuklandı! Neden mi?
Ergenekon davasından!( Sabahattin Önkibar Yeniçağ Gazetesi)
6-Tümamiral Cem Gürdeniz Tuğamiralken, Karadeniz’de Türkiye’nin ulusal operasyonu olarak başlatılan Uyum Harekatı’nı planlayıp uyarlamışdır. Uyum Harekatıyla Ukrayna’nın katılımı sağlanıp ABD’nin bu bölgeye girme çabalarının önü tamamen kesilmiştir. Özetle; Cem Gürdeniz, ABD’nin Karadeniz’e çıkma çabalarının önünü kesen amiraldir. Doğal olarak O da toplama kampının bir sakinidir(!)..
6-20-11-2006 yılında Orgeneral Ergin Saygun Beyaz Saray’a giriş yaparken, binanın tüm girişlerine yerleştirilmiş olan x-ray cihazı, üniformasındaki metal düğmeler nedeniyle “negatif sinyal” vererek ötmeye başladı. Bunun üzerine kapıdaki güvenlik görevlisi Orgeneral Saygun’un üzerini aramaya kalkıştı. Orgeneral Saygun, bu tutuma anında tepki koyarak Beyaz Saray’ı terk etti ve görüşmesine gitmedi. ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dr. Jack D. Crouch, Beyaz Saray’a girerken aranmak istenen Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Ergin Saygun’dan, kaldığı otele kadar giderek özür diledi. ABD not etmiş olmalı ki Ergin Paşa’da Balyoz Darbe Planından gözaltına alındı, sorgusunun ardından “denetimli” olarak serbest bırakıldı.
7-Sözde Balyoz Planından tutuklanan J.Kur. Albay Hanifi Yıldırım daha yüzbaşıyken terör örgütü elebaşının “gerekirse 1000 kayıp verin ama o bölüğü yok edin” diye emir verdiği o bölüğün komutanıdır. Vücudunda şarapnel parçaları taşıyan bir gazi kahramandır.
8-E. Alb. Levent GÖKTAŞ Kuzey Irak’ta yapılan bütün operasyonlara katılmış. Barzani ve Talabani’nin, adını duyduklarında kaçacak delik aradıkları bir Türk! Arazide pusuya düşen ve kuşatılan askeri birlikle teröristler arasına tek başına girip, elindeki makineli tüfekle teröristlere göz açtırmadan askeri birliğin pusudan çıkmasını sağlayan Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın en seçkin subaylarının eğiticisi ve bir çok birliğinin kurucusudur. Onun vücudunda et ve kemiğe ilave olarak ameliyatla çıkarılamayıp halen vücudunda bulunan kurşunlar ve kırık kemikleri birbirine tutturmak için kullanılan metal parçaları bulunur.
9-Albay Ali Tapan Erzurum davasında “Erzincan’daki istihbarat zafiyeti, teröristlerin Karadeniz’e geçiş noktasını onlar lehine rahatlattı” diyor.
10- Emk. Jandarma Albay Atilla Uğur: Mardin’de PKK’ya karşı çarpışan ve sonrasında terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ı teslim alan ve sorgulayanlar arasında bulunmak. (1999 yılından bu yana PKK tarafından kimliği araştırılırken, kimliği Ergenekon tertibiyle deşifre oldu.) Tutuklanmasının ardından PKK sitelerinde bebek katilinin yakalandığında söylenen söze atfen “vatanına hoş geldin” diye yazıldı.
11- Emk. Korgeneral Engin Alan: CIA güdümlü ve NATO’ya bağlı Özel Harp Dairesi’nden sonra tam aksi yönde çalışan Özel Kuvvetler Komutanlığı yaptı. Abdullah Öcalan’ın Kenya’da yakalanma operasyonunu Türkiye’den yönetti. Şemdin Sakık’ın Kuzey Irak’tan Yarasa Operasyonu ile Türkiye’ye getirilmesinde rol oynadı. Şimdi önemli sağlık problemlerine rağmen tutuklu.
12- Eski Hava Kuvvetleri Komutanı Emk Orgeneral H. İbrahim Fırtına: 2004 ve 2005 tarihlerinde Rusya ve Çin’i ziyaret ederek hava savunma sistemleri ve uzay programlarında işbirliği için görüşmeler yaptı.
Bunlar sadece bir köşe yazısında verebildiğim örnekler. Sözün özü, Türkiye’yi işgal eden gücün çıkarına kim çomak soktu ise, kimi tehlikeli buluyorlarsa bir operasyon ile bertaraf ettiler. Küresel güçlerin faaliyetlerini deşifre eden de, yazan da, Kardak’a Türk Bayrağı’nı diken de tutuklu. Milli direnç noktalarımız etkisiz kılınarak bağışıklık sistemimiz çökertiliyor. İşte anlamamız gereken bu! Baykal olayını da bu bilgiler ışığından okumalıyız. Bu Baykal’ı sevip sevmeme olayı değildir. Bu kendi ülkemizde CİA’nın bizim insanımıza yaptığı operasyonlara hayır deme iradesidir. Lütfen bu operasyonu artık görün!

Erdoğan birilerine kızdığında “bildiklerimizi söylersek” diye tehdit etmiştir. O zamanlar şantaj ile ülke yönetiliyor diye yazdım. Bir Başbakan böyle bir söz edebilir mi? Bir suç var ve siz o suçu saklıyorsanız suç işliyorsunuz demektir. Yok eğer şantaj amaçlı elinizde tutuyorsanız, iki kere suç işliyor ve elinizde tuttuğunuz gücü kötü niyetli kullanıyorsunuz demektir!

Erdoğan’ın akıl hocaları kim bilmiyorum ama bilimsel bir akla sahip olmadıkları kesin. Şöyle ki:
Siyasi iktidar yanlış yaptığında halk muhalefet partilerine, Yargıya ve Askerine güvenir. Bu kurumların varlığı halkta gaz sıkışmasını önler, rahatlatır. Siz askeri düşman ilan edip pasifize ettiniz. Yargıyı ikiye bölüp yandaş yapamadığınız kısmını hedef seçtiniz. Baykal’a kurulan tuzak ile Anamuhalefet Partisi Başkanı istifa ettirildi. Bahçeli’nin başına ne gelecek bilmiyoruz. Medyayı susturdunuz. Yapılan icraatlarınızı eleştiren gazetecileri ya içeri tıktınız, ya da işten attırdınız.

Bu durumda toplumda biriken öfke enerjisinin patlamasını kim engelleyebilir? O gaz birikimi grizu patlaması gibi patlarsa, bu yıkımın altında kimin kalacağı belli olmaz. Siz icraatlarınıza eleştiri getiren, ülkeyi peşkeş çekmenizin karşısında duran kişi ve kurumları belden aşağı yöntemlerle yok ediyorsunuz. Açtığınız bu çirkin yolun sonunda sizleri de yutacağını göremeyecek kadar hırslarınız gözlerinizi kör mü etti?

Yargının etkisiz kılınmasıyla yargıya takılmadan özelleştirmeler yapılacaktır. Ayrıca bu anayasa değişikliği ile AKP kendini güvenceye alarak Anayasanın Değiştirilemez denilen maddelerini değiştirmenin yolunu arayacaktır. Bütün bu hesapları hep iktidarda kalacağını düşünerek yapıyor olabilirler mi? Ya iktidardan düştüklerinde ne olacak? Muhaliflere hazırladıkları tuzaklara kendileri mi düşecek? Demirel Başbakan, Özal Cumhurbaşkanı iken Demirel Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini kısıtlamıştı. Özal’ın ani ölümü ile Cumhurbaşkanı olan Demirel, o kısıtlamaları kendi için çıkarmış oldu. Bu da bir hatırlatmadır.

Erdoğan Baykal’a yapılan aşağılık komplo için; “bir bilgi, belge bulursanız yargıya bildirin” buyuruyor. Aman ne lütuf(!).. Bu ülkenin emniyeti, istihbaratı size bağlı değil mi? O sözü söylerken bile belden aşağı vurmaktan da vazgeçmiyorsunuz. “Bu durumda bile” diyerek olaya atıfta bulunuyorsunuz. Bilmiyorsunuz ki, sizin için de kendi partinizin kadın kollarında bile bu tür yakıştırmalar yapılıyor. Kendinizin ilelebet iktidarda kalacağını zannediyor olmalısınız ki, birilerinin elinde sizin de CD’lerinizin olabileceğini düşünemiyorsunuz. Üstelik o gün geldiğinde ektiğiniz nefret tohumlarından dolayı “hak etti” deneceğini de göremiyorsunuz.
Demokrasi demokrasi diye yırtınıyordunuz ya? İşte, geldiğimiz nokta burası: Şantaj Demokrasisi…
Dünya Baronları (Rothschild ailesi) Türkiye’de ofis açmıştı. 35 CİA ajanının Türkiye’de olduğu söylendi. Demek ki “Şantaj Demokrasisi” oluşturmakta iyi malzeme toplamışlar.
Keşke Baykal istifa ederek “Şantaj Demokrasisi’nin” amacına ulaşmasına izin vermeseydi.

Z_eucar@yahoo.com.tr

Kaynak:http://www.turkishforum.com.tr/tr/content/2010/05/11/santaj-demokrasisi/