Sayfalar

14 Mayıs 2007 Pazartesi

AĞAÇ(YAŞIL), DAĞ VE SU KÜLTÜ

"SERSEM" VE AĞAÇ KÜLTÜ

Ağaç, İslam öncesi Türk ve Anadolu topluluklarında kutsaldır. Ağaç, toprağın derinliklerine varan kökleriyle, gök kubbeye doğru uzanan gövdesi ve dallarıyla, yapraklarıyla ve çiçekleriyle, meyva ve tohumlarıyla, her mevsimde kendini yenileyen özelliğiyle ve don değiştirmesiyle; insanlarda dini duyguların kabul edinmesine neden olmuştur. Bunun sonucu olarak da ağaç, yaşamın devamlılığının sembolü olarak benimsenmiştir.

Avrupalı ve bazı Türk araştırmacılar “Tahtacılar”ın Likyalıların torunları olduklarını öne sürmektedirler.Yine bazı araştırmacılar Hozat’ta konuşulan lehçenin “Hurri'ce” olduğunu ileri sürmektedirler. Her iki yöredeki insanlar Alevi inancına sahip olduklarından ağaca bakış açıları da aynıdır. K. Maraş, Adana, İçel, Antalya, Muğla, İsparta, Burdur, Denizli, Aydın, İzmir, Manisa, Balıkesir ve Çanakkale illerinde yaşayan Tahtacılar orman işçiliğiyle uğraşırlar.

Tahtacılar gün doğmadan ormana varırlar. Güneşin ilk ışıklarıyla kesilecek ağaca önce niyaz ederler, af dilerler ve kesimine başlarlar. Daha sonra kestikleri ağaca tekrar “niyaz” ve “takdis” ederler. Yaşlı kadınlar kesmek zorunda kaldıklar ağaçlar için “ağıt” yakmaya başlarlar. Ağacı boylu-boslu, güçlü-kuvvetli, dürüst, yiğit ve erdemli, meziyetli bir insana benzeterek ağlarlar...

Aleviler; meşe, ardıç, sakız gibi ulu ağaçları kutsayarak ve onların etraflarını taşlarla çevirerek ziyaret haline dönüştürmüşlerdir. Erzincan, Malatya, Elazığ, Tunceli yörelerinde; Sakız Baba, Ardıç Dede, Çitlenbik Dede, Çınar Dede, Buğday Dede, Nohutlu Baba,  Çam Baba gibi bitki ve ağaçlarla anılan Veli sayılan kimliklere sıkça rastlamak mümkündür. Genç ağaçlar ve fideleri kesmek bir insan öldürmek kadar günahtır. Ağaç kültü; dağ ve su unsurlarıyla birlikte telakki edilerek “üçlü kutsallık” izafe edilir.

Pir Sultan Abdal:

“Öt benim sarı tanburam /
Senin aslın ağaçtandır

Ağaç dersem gönüllenme/
Kırmızı gül ağaçtandır.”



Deyişinde ağaca verilen önemi vurgulamaktadır.

Hz.Muhammed’in biat aldığı ve Müslümanlarında ikrâr verdiği “Ridvan Ağacı”nı Halife Ömer kestirir. Aleviler bu ağaçın kutsiyetinden dolayı dallarını Ayn-i Cem’lerde dedeler “Tarık” (asa/sopa) olarak kullanmaktadırlar. “Üzerlik otu” kutsal kabul edildiğinden Cemevi meydanı açılmadan önce, ateşe (ocağa/küre üstüne) atılarak tütsülenir ve afsunlanır. Bu cins otlara veya boyalarının renklerine ilahi bir güç yüklenmiştir.

Hoca Ahmet Yesevi Tarikatının en önemli sembolü olan," Tahta Kılıç Kuşanma" ;  gönüllülük temelinde Aleviliğe girişin ve ikna metodunun bir sembolü olmuş; tüm Alperenler bu tip bir kılıç taşımışlardır.

Cemevi’nin tahta kapısı Hz.Muhammed’i, eşik Hz.Ali’yi yanlar Hasan ile Hüseyin’i tahta kasanın üst atkısı da Hz. Fatıma’yı temsil eder. Yani Ahşap kapı beşleri “Ehl-i Beyt”i senbolize ettiği için, Cemevine giriş bir seromoni gerektirmektedir.

Gaybi Baba; varoluşculuğu ağaçta şöyle tanımlamaktadır:


“Bir ağaçtır bu alem

Meyvası olmuş adam

Meyvadır maksut olan

Sanmaki ağaç ola”


Ozan, Adil Ali Atalay ise ağaçlar için :

“Hem ısıtan hem ışıtan

Bir güneşe benzer ağaç

Hem yeşerten hem yaşatan

Bir kaynağa benzer ağaç”


Sersem, Hubyar Köyünün tam karşısında dik bir yamaçta bulunan ve Kutsal bir çam ağacı ile su gözelerinin bulunduğu bir yerdir. Sersem’de bulunan çam ağacı yanık bir vaziyettedir. Gelen ziyaretçiler bu ağacın ayakta kalmış yanık dallarına ve etrafına dikilen yeni çam ağacına yapma beşikler asmakta ve dilekler tutup çocuk istemektedirler. Bu çam ağacı eski dönemlerde (tarihi tam olarak bilinmemektedir) birileri tarafından “Kızılbaşlar buraya tapıyor” gerekçesiyle yakılmıştır. Çamın yanık kalıntılarından çok kalın , yaşlı ve görkemli bir çam ağacı olduğu anlaşılmaktadır. Burayı Alevi-Sünni tüm çevre köylerden insanlar ziyaret etmekte ve çocuk istemiyle adaklar adamaktadır. Hatta Sünni inançlı insanlar burayı ziyaret sonrasında doğan çocuklarına Sersem ve Hubyar isimlerini koymaktadırlar. Halen de bu isimde hayatta olanlar bulunmaktadır. Hubyar – Sıraç topluluklarında ise kutsallığı bakımından kesinlikle bu isimler konulmaz.

Sersem, Sersem Baba olarak da adlandırılmaktadır. Sersem Baba olarak adlandırıldığı zaman sanki burada bir yatır olduğu düşünülmektedir. Fakat burada böyle bir yatır mevcut olmadığı gibi bu konuda Hubyarlılar içerisinde hiçbir söylencede yoktur. Sersem’in yıkımında Hubyar Dedelerinden Karabeğ (Kara Hasan) ismiyle yaşayan kişi şu deyişi söylemiştir.

Hızır Sersem

Hubyar kendini çekti penana

Sersem kayıt oldu On iki imama

Kerbela da yatan Hüseyin gibi

Filcan kast eyledi değdi sineme


Az muratlar hep sağdılar balını

Düşünmedi Hubyar’ ın yolunu

Kafire de bildirmedi halını

Şehitlik mi geldi Hızır Serseme


Hizmetini gören bir yeşil gelin

Horasan erenleri yetişin gelin

Ha Hasan elleri yetişin gelin

Alim seni çağırıyorum bugün dar günüm


Arşeleye çıkar sersemin önü

Açılsın zülfikar sallasın kını

Alim seni çağırıyorum bugün dar günüm

Şehitlik mi geldi hızır serseme







TEKELİ DAĞI (DOKUZLAR) KÜLTÜ




Dağ kültü, eski çağlardan buyana çeşitli kavimler ve halklarda olan bir
inançtir. Bu inanç nereden gelmektedir ve her topluluğu neden bu kadar etkisi altına almıştır? Bu
sorunun cevabı biraz zor çünkü Batılılar tarafından beyinleri yıkanarak şartlandırılmış kişileri inandırmak zor. Tanrının/Allah'ın bir sürü dini yoktur Hak din tektir. Yani Hz. Adem'den bu yana devam edegelen bir tek din vardır. Zaman zaman bu din insanlar tarafından bozulmuş, zaman zaman ise peygamberler tarafından tekrar düzene sokulmuştur. İşte bu Kadim Dinin adı; TUR DİNİ idi. Bu dinin inançlarından bir tanesi de ağaçların kutsanmasıdır. Tarihin ilk insanlarından olan ve ismini bu Kadim Din olan TUR DİNİ'nden alan TUR-K'ler  de de dağlar, ağaçlar, sular ve gök yüzü kutsanmıştır. Onun için Türkler'de Tanrı Dağı ve Ötüken Dağı, Yahudiler’de Sina Dağı’nı, Yunanlılar’da Olympos dağı, Hintliler Himalaya Dağları, Kürtler ve Ermeniler’de Ararat Dağı, Araplar’da Arafat dağı, Moğollar’da Burhan Kaldun dağları kutsal kabul edilmiştir. Türklerde her boyun ve her oymağın kendine özgü kutsal kabul ettiği bir dağı olduğu gibi, boylar konfederasyonunda kutsal kabul ettikleri ortak dağları vardı. İşte aynı kült geleneğini Anadolu’da da görmekteyiz. Beğdili Sıraç toplulukları da Tekeli Dağı’nı; Tahtacılar Kaz dağlarını, Dersim Alevileri Munzur Dağlarını kutsal kabul ederler. Yer-Su kültünün en önemli kaynağı dağlar olarak kabul edilmektedir. Çünkü suyun ana kaynağı dağlar olarak görülür. İslam öncesi Türklerde dağ kültü Gök Tanrı kültüyle özdeşleşerek bir inanç halini almıştır. Türkler her yıl Gök Tanrı’ya kurbanların yüksek dağların tepelerinde sunulduğu kaynaklarından öğrenmekteyiz. Eski Türkler, ulu dağların tepelerini Gök-Tanrı makamı olduğuna inanmakta idiler. Türkler dağlara kutsiyet ifade eden; mübarek, mukaddes, ata, hakan anlamlarına gelen isimler verirlerdi.

Sıraç topluluklarının yoğun olduğu bölgenin en yüksek dağı “2643 m.”lik Tekeli dağıdır. Tekeli Dağı, Hubyarlılar tarafından “Dokuzlar” diye de isimlendirilmektedir. Bunun sebebi ise kimine göre başında dokuz adet evliya olduğu, kimine göre de dokuz ayrı ocağın yeri olmasındandır. Ay Ali, Gün Muhammet diye inanmış olan sıraç toplulukları, bu nedenle de güneşe dualarını sunmak için ve inanışlarına göre onun binbir güçlükle doğuşunu izlemek için Dokuzlar dağına geceden çıkmaya başlarlar. Uzunca süren yolculuktan (yaklaşık 4-5 saat) sonra dokuzlar dağının zirvesine varılır ve güneşin doğuşu beklenir. Bu esnada hemen karşıda bulunan Pir Sultan’ ın mekanı Yıldız Dağına ve bölgenin yüce dağlarından olan Asmalı Dağa niyazlar edilir. Aha niyazın Asmalı Dağ, aha niyazın Yıldız dağı denilerek işaret veya baş parmak öpülür. Dokuzlar Dağının zirvesinde sesli bir şekilde edilen dualarla ziyaretler yapılır ve güneşin doğuşu beklenir. Ve bu doğuşun kolay olması için dualar edilir. İnanışa göre güneş binbir güçlükte doğmaktadır veya güneşin doğuşunu engellemek isteyen kötü güçler bulunmaktadır. Güneşin doğmaya başlamasıyla birlikte pür dikkat gözlerini güneşe diken sıraçlar bir taraftan da ellerini açarak güneşe karşı dualarını ederler. Güneşin doğuşu gerçekleşip belirli bir süre geçtikten sonra ateşler yakılıp kazanlar kurulur. Yanlarında getirdikleri kurbanlar kesilir, sazlar – kemaniler çalınır, semahlar dönülür, türküler söylenir kutsal dokuzlar dağının doruğunda yani 2643 m yükseklikte. Adeta şenlik ortamında pişirilen lokmalar yenilip dualar edilir. Bu ziyaretler eskilerden yayladan köye göç esnasında tüm köylülerin topluca katılımı ile yapılmakta imiş. Dokuzlar dağının hemen altında bulunan yaylalarında yazlarını geçiren Hubyarlılar. Dokuzlar dağının binbir çeşit çiçekleri ve otlarıyla besledikleri hayvanlarından aldıkları bereketli ürünlerinin karşılığı olarak ve bir dahaki yıla tekrar bereketli ürünler alabilmek için Dokuzlar dağına şükranlarını sunar kurbanlarını keserlermiş. Şimdilerde ise yazın hemen hemen iki üç günde bir kalabalık guruplar halinde hiç değişmeyen aynı inançla ve aynı heyecanla dokuzlar dağı ziyaret edilmekte, kurbanlar kesilmekte güneşin doğuşu izlenip güneşe ve yüce dağlara dualar edilmektedir.



Ulu dağlar birbirine yaslanmış

Ne güzel kurulmuş yerin Tekeli

Bozdumanlar pare pare bölünmüş

Bitmiyor dumanın karın Tekeli


Bizden önce nice beyler varımış

Yücesini bozdumanlar bürümüş

Kırcı vurmuş çiçeklerin kurumuş




Tükenmez feryadın zarın Tekeli


Otağ kursam yaylasına düzüne

Yüzüm sürsem Erenlerin izine

Hazan vurmuş çiçeklerin özüne

Kurumuş yaprağın harın Tekeli


Hubyar Sultan buralardan geçti mi?

Asapınarı’ndan bir dem içti mi?

Tozanlı’da obasına göçtü mü?

Ondan da bir haber verin Tekeli


Çetirez den esen seher yelleri

Dolaşayım sahraları çölleri

Açtı m’ola epsile’ nin gülleri

Gelenden geçenden sorun Tekeli


Aşık olan deryaları boylasın

Varsın alem ne söylerse söylesin

Kümbet Baba bize himmet eylesin

Yaralar derindir sarın Tekeli


Esti deli poyraz eyyam güz oldu

Dertlerim bir idi şimdi yüz oldu

KARAOĞLAN’ım ateş oldu köz oldu

Ozanın halini görün Tekeli