Sayfalar

12 Haziran 2010 Cumartesi

Kabala ve Bediüzzaman Said-i Nursi

Said-i Nursi


 










Kürtçülük akımını nasıl başlattığını da en sonunda okuyup Nur cemaatinin ve manevi liderinin nasıl bir insan olduğunu anlayacaksınız.

Eklenme tarihi: 27.09.2009 00:21:06


Kuşkusuz başlığı okuduğunuzda her ne görüşü savunuyorsanız savunun aklınızda ‘'ne alaka'' sorusu belirecektir.
Heleki nur cemaatinden olanlar hem küfür edip hemde okuyarak savunma pozisyonunda bana karşı her yönden saldırıya geçeceklerdir. Ben hepsine göğüs gerecek ve cevap verecek güçteyim evvel ALLAH..!


Yazı uzun olacak bunu ilk olarak söyleyeyim. Onun için tam okumadan ve anlamadan yorum yapmayın.


Bazı saf kardeşlerimizin zamanın en büyük din alimi diye adlandırdıkları ‘'Bediüzzaman Said-i Nursi'' nin yapmış olduğu işlerin, sarfetmiş olduğu açıklamalarının, yazdığı risale, külliyat vb. kitaplarının KABALA ile ne kadar benzerlik ve uyum içinde olduğunu anlayacak, ortak olarak seçtikleri kişilerin milliyet ve dinlerinin de ne olduğunu göreceksiniz.


Kürtçülük akımını nasıl başlattığınıda en sonunda okuyup Nur cemaatinin ve manevi liderinin nasıl bir insan olduğunu anlayacaksınız.


İlk olarak tam anlayabilmeniz için KABALA'nın ne olduğunu kısaca özetleyeyim.


KABALA NEDİR ?


Kabala kelime olarak sihir, büyü anlamlarını ifade etmektedir.


Yahudi dili olan İbranice'de kabalanın özel bir yeri bulunmaktadır. Yahudi'lerin tevrat'tanda çok önem verdikleri kabala bir sihir, büyü kitabının özetidir. Bir takım hesaplar kullanılarak olaylara yön verebilen bir sihirdir KABALA.


Yahudi'lerin inançlarına göre ALLAH (Yehova) H.z Adem ile Havva'ya bazı sihir ve büyü formülleri vermiştir. Dünya'ya geldiklerinde bu sihirleri kuşaktan kuşağa anlatmışlar ve silsile yolu ile nesilden nesile bildirmişler.


Tabi bu nesil Adem (selam olsun ona) den sonra gelen Peygamber'lerdir.


Adem'den, Nuh aleyhisselama ondan da İbrahim'e, İbrahim'den Musa'ya, Musa'dan da kardeşi Harun'a ve Harun'dan da HAHAM'lara aktarılan sihir formüllerinin tümüne ‘'KABALA'' diyorlar.


Şu anda kabalist bir yapıya sahip İsrail Devleti aslında Tevrat değil Kabala'ya göre yönetilmektedir.


Sadece Yahudi HAHAM'larının bildiği Kabala öğretisi tüm evrenin Yahudi ırkının emrinde olması için devam ettirilmektedir.


Onun için bazı devletleri kabalist bir yapıya büründürmek ve kirli emelleri için araç olarak kullanmak amacındadırlar. O bazı devletler ise nilden fırata kadar olan bölgeyi sınırlayan devletlerdir. Bunun içinde Türkiye'de vardır.


SAİD-İ NURSİ VE TERAKKİ MASONLARININ İŞ BİRLİĞİ


İttihat ve Terakki'nin kurucuları malumunuz üzere Yahudi Masonlarıdır.


Büyük Hakan 2.Abdülhamit'in siyasi iradesine engel olmak için o büyük Hakan'ı tahtan indirip sürgüne bile yollamışlardır.


Sırf modern (!) Siyonizm'in babası olan Thedor Herzl'in Amerikalı Yahudi Rotchild'in direktifiyle İsrail'in kurulması için Büyük Hakan'dan para karşılığında toprak isteyipte aldığı "RED" cevabı üzerine İttihat ve Terakki Masonları tarafından ‘'KIZIL SULTAN'' lakabı yaftalanarak Türk Milleti'ni o büyük sultana karşı kışkırtmışlardır.!


İşte bu dönemlerde Rusya'da esir (mi ?) düşmüştü Said-i Nursi.


Esirlikten kurtulup (!) bir yolunu bularak ülkeye dönen Said-i Nursi İttihat ve Terakki'cilerin çok büyük desteğini bilinmez bir şekilde almıştır.


Bu desteği Rusya'da esir (mi düşmüştü acaba ?) düştüğü içinmi yoksa başka bir sebep içinmi verdiler bilinmiyor.


Yine o dönemlerde İngiliz ve Amerika'lı ajanlar cephede bir türlü yenilmeyen Türk'lerin ayakta nasıl hala dimdik kaldığının üzerinde çalışmalar yapıyorlardı. Ve sonuçta aradıklarını buluyorlardı.


Aradıkları cevap İSLAMİYET idi..!


Eğer İslam dini yozlaştırılıp, yanlış kişiler tarafından yönlendirilirse Türk'ler İslam dininden bilmeden uzaklaşacak ve böylece cephe düşman tarafından ele geçirilecekti.


Bunu başarmanın bir yoluda İslamcı (!) kimlikli birini bulup (İcad edip) önce Milleti'in gönlünde taht kurdurmak, ona karşı sevgi beslettirmek sonra onu İslamcı olduğu için sürgüne yollamak, sürgünden sonra tekrar Millet'in önüne sürmek, halkın bu yanlış kişiyi önder diye sahiplenmesini sağlamak ve toplumun onun her dediğine onay vermesini sağlayarak gizlice hem İslam'ı hemde vatanı parçalara ayırmak düşüncesini ve fikrini buldular.


Bizi ancak böyle yenebilirdiler. (Bakınız Recep Tayyip Erdoğan'ın gelişimi)


İşte bu yüzden İttihat ve Terakki'cilerin desteğini almıştı Said-i Nursi denen şahıs.


Ve Türk Milleti'ni kandırmak ve parçalamak için harekete geçmişti birileri.


İslam dininin yozlaştırılması için Yahudi Masonları olan İttihatçılar tarafından kurulan ‘'Darül Hikmet'ül İslamiye'' yani İslam Akademisi'nin başlarından biride artık Said-i Nursi idi.


İttihatçılar birden bire İslam'a heveslendiler nedense.


Onun içinde Said-i Nursi'yi buldular.!


Şimdi siz değerli okuyucularıma soruyorum…..?


Bir Yahudi Mason'un İslam'ı gerçek manada yaşatmak için bir akademi kuracağına inanıyormusunuz..?


Said-i Nursi'nin gerçekten Rusya'da esir düştüğüne inanıyormusunuz…?


Her türlü ajan ve hainin arka çıktığı akademinin güvenilir olduğunu sanıyormusunuz…?


Bunların sonunda da Said-i Nursi'ye İslam alimi diyebiliyormusunuz.?


İşte size cevap…HAYIR ve ASLA..!


Ondan ötürü de benim şahsi kanaatim şudur ki Said-i Nursi Mason'lar tarafından desteklenmiştir.


Ne İslam ile nede vatan ile alakası yoktur. Kürtleri kışkırtmak için kullanılan maşadan başka bir şey değildir.!


KABALA'DAN İLHAM ALAN NURCULUK VE SAİD-İ NURSİ


Nur cemaati ve okulları kendi içlerinde ‘'CİFR'' ilmine çok önem verirler.


Bir takım ‘'Ebced'' hesapları ile geleceği tahmin etmeye uğraşmaktadırlar.


Gizli bir ilim olan ‘'cifr ve ebced'' hesapları KABALA ile aynı oranda benzerlik teşkil etmektedir.


Çünkü KABALA'da da bir takım hesaplar ve formüller kullanılarak gelecek tahmin edilmek istenmektedir ve bazı ileriye dönük çalışmalara zemin hazırlanmak istenmektedir..


Bilindiği gibi Said-i Nursi de yazdıkları risalelerde, külliyatlarda, lemalarda bu hesapları kullanarak bir takım tahminlerde bulunmuştur.


Ve günümüzde olan bu ‘'İBRAHİMİ DİNLER'' masalının zeminini ta o zamanlar hazırlamıştır.


Cemaat içindeki okullarda öğrencilerin beyinlerine Said-i Nursi'nin yazmış olduğu Risalelerin, Külliyatların, Lemaların kaynağının ALLAH olduğunu ve ALLAH' tarafından Said-i Nursi'ye gelen ‘'İLHAM'' ile yazılmış olduğunu aşılamaktadırlar.


Yani yüce ALLAH tövbe, büyük RAB'bimden ayet, ayet bu paçavraları Said-i Nursi'ye indirmiş ve yazdırmıştır.


Aynı ‘'KABALA'' daki bir takım hesapların ve sihirlerin ALLAH'tan peygamberlere, peygamberlerden de sil sile ile HAHAM'lara inmesi gibi. Benzerliğe bakın..!


Durun daha bitmedi..Sihirbaz Said-i Nursi hapisteyken mürtileriyle bile konuşabiliyormuş.!


O yıllarda hapise atılan Said-i Nursi yine bir takım sihir ve büyüler kullanarak geceleri kaldığı hapishaneden esrarengiz bir şekilde UÇUP belirli müritleriyle bir evde toplantılar yapıyor, gece boyunca konuşabiliyor, sabaha yakında kaldığı hapise tekrar aynı şekilde esrarengiz bir şekilde geri dönebiliyormuş.


Hep KABALA öğretilerinin tesiridir bunlar.


Esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolmalar, direk aracısız (Cebrail a.s. bile yok) ALLAH' c.c.tan alınan ilhamlar, bir takım gizli büyüler hesaplar ‘'cifr ve ebced'' gibi hepsi KABALA'da mevcuttur.


Hatta Nur cemaatinin Said-i Nursi'den sonraki manevi lideri olan Fettullah Gülen 31 ocak 1986 tarihinde İzmir İl Nüfus Müdürlüğüne başvurarak, 3881 kayıt numaralı kimliğindeki ismini ‘'FETULLAH''tan ‘'FETHULLAH'' a çevirmiştir.


Bu ‘'H'' harfindeki değişiklik bazılarına göre (bize göre yani) ‘'ebced'' hesabına uydurarak ileriki zaman dilimlerinde kendinin İSLAM önderi olacağının inanılması içindir, bazılarına göre ise (nur cemaati) Said-i Nursi'nin Siirt'teki hocası ‘'MOLLA FETHULLAH''ın ismini almak istediği için yapılmıştır.


İşte size yine KABALA ile aynı oranda benzerlik teşkil eden olay. Sihir ve büyü hesapları kullanılarak kendini ‘'YÜCELTME'' çalışmaları..!


Bir başka benzerlik ise Nur cemaati okullarında mevcuttur.


Yahudi doktrininin (KABALA) öğretildiği gelenekçi okullardaki öğretmenlere ‘'SOFERİM'' yani ‘'YAZICILAR'' denilmektedir.


Bu okullarda yazılı Tora ve Sözlü (vahiy edilmiş ama yazılmamış !) Tora vardır.


Soferimlerin görevi, vahiy edilenleri açıklamak ve bunun toplumlar ile fertleri tarafından öğrenilmesini ve benimsenmesini sağlamaktır.


Nur cemaati içinde de Said-i Nursi'nin ‘'Risale-i Nur Külliyat''ını aslından (yani Latin harfleriyle basılmamış haliyle) okuyan, açıklayan, topluma ve fertlere öğretenlerede ‘'YAZICILAR'' denilmektedir.


Hem KABALA'da, hemde Nur Cemaati içinde aynı şey…! ‘'YAZICILAR'' Bu sizce tesadüf, rastlantı olabilirmi..?


Bence asla, kat'a, imkansız…! Böyle tesadüf o-la-maz..!


SAİD-İ NURSİ'YE AÇIK DESTEK VEREN YAHUDİLER


Bediüzzaman sempozyumuna katılan Yahudi…!


‘'Dindar, fakat antisiyonist bir Yahudi'yim''


diyen Central Connecticut Üniversitesi öğretim üyesi olan Profesör Norton Merzinsky sunduğu bir açıklamada Said-i Nursi'nin yazdığı Risalelerin diğer dini kitaplardan ayrılan üç özelliği olduğunu söylüyor.


Barışa sık sık atıfta bulunması,
kendisi gibi düşünmemeye anlayış ve
Müslüman-Yahudi ilişkilerine bakışta tek bir tarafı haklı çıkarır bir tutum sergilememesi !


Said-i Nursi'nin Yahudi'lerinde hak ve hukukunun bulunduğunu yazması,
Kudüs ve çevresinin Yahudi'ler için kutsal olduğundan bahsetmesi Yahudi Profesör Norton Merzinsky'i çok şaşırtmış.!


Said-i Nursi'ye destek çıkan bir diğer Yahudi Profesör Yehezkel Landau'nun 2004 yılındaki bir konferansta sunduğu açıklamanın konusu;


Yahudi geleneği ve Said-i Nursi'ydi.


1978 yılında vatandaşı olduğu Amerika'yı terk edip İsrail'e yerleşen, 1980 yıllarında dindar bir Siyonist hareket olan Netivot Salom'da idarecilik yapan,


1981-2003 yılları arasında İsrail'in Ramle şehrinde Arap ve Yahudi birlikteliğini hedefleyen ‘'Açık ev'' merkezini kuran, Profesör Yehezkel Landau zaman gazetesinden Nuriye Akman'ın sorularına şöyle cevaplar veriyordu…;


"Nursi'nin hayatı ve eserleri bazı Yahudi düşünürleriyle benzerlikler gösteriyor. 19.yüzyıldan itibaren bazı hahamlar Yahudi'lere bilimsel çalışmalar (KABALA) ile modern dünya arasında bağlantı kurma konusunda yardım etmeye çalıştı. Tel Aviv yakınlarında dini ilimler ve seküler bilimleri birleştiren Barilan isimli harika bir üniversitemiz var. Yine New York'ta Yashiva isminde bir üniversite daha var.


Ben Said-i Nursi'nin fen ve din ilimlerini birlikte öğretmek üzere Doğu Anadolu'da kurulmasını planladığı üniversite
( Medresetüzzehra ) fikrini duyduğumda Barilan üniversitesinin Türkiye versiyonunu kurmak istemiş diye düşündüm.


Bence Said-i Nursi devlet sistemi olarak tamamen seküler Atatürk modeli ve İmamlarca yönetilen İran modeli arasında bir sentez istedi.


İsrail'de bunu yapmaya, tamamen seküler olmayan parlementosunda dini partilerinde yer aldığı, hahamların en yüksek yetkiye sahip olmadığı bir Yahudi devleti kurmaya çalışıyor.


İsrail'de sivil mahkemeler, anayasa mahkemesi ve kişilerin özel statüleriyle ilgili konulara bakan hahamlarca yönetilen dini mahkemeler var. Bana göre sosyal sahada dini özel bir meta yapmak yeterli değildir. İnanıyorum ki Siad-i Nursi içinde yeterli değildi.
(31 ekim 2004)


Kabalacı Said-i Nursi'ye ilgi duyan sadece dış devletlerdeki Yahudi'ler değildir.


Ülke içindeki Sabatayistlerde bu adama ilgi duymuşlardır.


Nur cemaatine yakın olan ‘'Matbuat'' dergisinin, sabatayist olduğunu saklamayan ve ‘'Evet ben selanikliyim'' kitabını yazan Ilgaz Zorlu'yla yaptığı bir röportajdan kısa bir bölüm aktarmak istiyorum.


Soru : Kabalizm sizin için çok önemli bir nokta. Peki Bediüzzaman'ın ebced hesabıyla ilgili çalışmalarını biliyormusunuz ?


Cevap : Evet biliyorum ve o konuya girmeyeceğim. Enteresan ifadeleri var. Bence Said-i Nursi yazmak istediği şeylerin çoğunu yazmamış bir insan. Özellikle cifr konusunda bir hayli bilgisi var. Bunu açık bir şekilde yazmamış bu çok önemli.


Soru : Bediüzzaman'ın eserlerinin sizde ne gibi bir tesiri oldu ?


Cevap : En çok ilgimi çeken ‘'Tabiat Risalesi''. Dinsizlik ve materyalizm karşısında bu insan çok sağlam delillerle bu kitabı atıyor ortaya ve ben onun vermiş olduğu örnekleri kendi dini tartışmalarımda kullanıyorum. Diyorum ki Bediüzzaman Said-i Nursi'de böyle söylüyor. Ve ben bundan hicap duymuyorum. Niye duyayım ? Çünkü oda aynı yolda gidiyor.


Din olarak Yahudi'liği seviyorum. Yahudi'lik üzerine çok araştırma yapıyorum ama bu benim Bediüzzaman'ı araştırmayacağım anlamına gelmez. Eminimki Bediüzzaman Said-i Nursi yaşasaydı ondan öğreneceğim çok şey olurdu.


İşte sizlerde okudunuz sevgili okurlar.


Kabala nasılda Said-i Nursi'yi, Fettullah Gülen'i etkisi altına almış. Yaptıkları her hareket, her söz, her laf Kabala'ya göreymiş. Bunu açıkça okuduk ve öğrendik.


Son söz…


KÜRT KIŞKIRTICISI, SİHİRBAZ SAİD-İ NURSİ DİN ALİMİ DEĞİLDİR


Eser Adı


İki Mekteb-i Musibetin Şahadetnamesi Yahut Divan-i Harb-i Örfi ve Said-i Kürd-i


Yazar Adı


Said-i Nursi Kürdi


Tarih ve yer


1909, İstanbul, Vezir Han, İkbal-i Millet Matbaası


Saidi Nursi olarak bildiğimiz zat, söz konusu eserinde, kendisinin "Said-i Kürd-i", yani "Kürt Said" olduğunu onaylamakta, ayrıca kendisini "Bediüzzaman" diye takdim etmektedir.


Kitab toplam 48 sayfadır ve kitabın "hatime" kısmında Saidi Kürdi şu satırları yazmaktadır:


"******larıma (Ebnâ-i cinsime) burada birkaç söz söylemezsem, bence bahis eksik (natamam) kalır. Ey Asuriler ve Keyanilerin cihangirlik zamanında, onların öncüleri (pişdar) ve kahraman askerleri olan Arslan Kürtler! Beşyüz yıldır yattınız, yeter artık, uyanınız, sabahtır. Yoksa vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrasında yağma edecektir."


Ayrıca Saidi Nursi Kürdi şöyle söylemektedir:


"Süphan ve Ağrı dağları gibi geleceğin yüksek dağlarının doruğunda ayağa kalkmış, nefse esir olmayı yasak etmiş ve başkasına tecavüzü caiz görmeyerek şeriate dayanmış olan, hürriyet sultanı, yüksek sesle sizin gibi mazinin en derin derelerinde gafil ve dağınık bir kavme, cehalet ve yoksulluğa hücum için, fen, sanat ve silah başına, ileri arş."


Saidi Nursi Kürdi; "Kürt milliyetçiliği” çatısı altında Kürtleri birleştirmek gayesi gütmekte, 1909 tarihli eserinde Kürtçülük propagandası yapmakta, yüzyıllar boyunca bir arada yaşamış olan Türkleri ve Kürtleri -Kürtçülük söylemleri ile- kışkırtmaya çalışmaktadır.


Kısacası Saidi Nursi Kürdi'nin gerçek niyeti, Türklerin bölgede egemen olmalarını istemeyen İngilizlerin istekleriyle birebir örtüşmektedir.


Gerçek gayesi, geri kalmış Kürtleri kalındırmak/bilinçlendirmek olsa idi,


“fen ve sanat başına”


demekle yetinirdi. Ancak "SİLAH BAŞINA" diyebilecek kadar pervasızdır.


Üstelik aynı satırlardan, kendisinin emperyalist güçlere karşı hareket ettiği sonucunu çıkaranlar, şunu görmelidirler:


Saidi Nursi Kürdi'nin söylemleri doğrudan doğruya Kürtlere yöneliktir; muhatap sadece ve sadece Kürtlerdir. Ve de kendisi İngilizlerin icad ettiği şeriat sevdalısıdır. Gerçek İslam şeriatinden fersah fersah uzaktadır.


Evet, Saidi Nursi Kürdi Kürtçüdür, ne var ki kendisini gizlemek için müslümanlık/ümmetçilik örtüsüne bürünmektedir.


Saidi Nursi Kürdi, Türk müridlerinden evlenip "dinsiz evlatlar yetiştirmemeleri"ni isterken, habire çoğalan ve nüfusu gün geçtikçe -hızla- artan Kürtleri engellemek gereği dahi duymamaktadır.


Evet, Saidi Nursi Kürdi bölücüdür; onun müridleri de, gerçekleri görmekten aciz vatan hainleridir. Bunlar, Siyonizm'in istekleri doğrultusunda ayaklanan Şeyh Said'den hiçbir farkı olmayan Saidi Nursi Kürdi'nin ardına takılmış, Cumhuriyet ve Laiklik karşıtı ikiyüzlü Müslüman görünen ama Müslümanlıkla alakası olmayanlardır!


Kendi ırkçılıklarını gerçek milliyetçilere yamamaktan ise asla geri durmazlar. Kürtçülüğe/Kürdistan'a hizmet eden bu vatan düşmanları, bizleri “sahte milliyetçi/ırkçı” olarak lanse etmeye çalışmaktadırlar.


Oysa Mustafa Kemal Atatürk, “Ne Mutlu Türk Doğana” değil, “Ne Mutlu Türküm Diyene” demiştir; yani ırkçılığı değil, aynı dili konuşan insanların bir araya gelmeleriyle ortaya çıkan bir milleti işaret etmiştir.


İşte, bizim milliyetçiliğimiz bu çizgidedir, yurtseverliktir.


MİLLET; ırk/din birliği değil, AYNI DİLİ KONUŞAN insanların bir araya gelmelerinden oluşur ve "Türküm" diyen Türk'tür. Bu, asla ve kat'a, ırkçılık değildir.


Asıl ırkçı/şoven olan, Saidi Nursî Kürdi'nin ta kendisi ve onun nurcu müridleridir.


Fethullah Gülen Hocaefendi de, Saidi Nursi Kürdi çizgisinde yürüyen bir Kürtçüdür. Yakın gelecekte Saidi Nursi Kürdi'yi elinin tersiyle silip atacak ve Kürtçülüğünün rengini/örtüsünü değiştirecektir; ancak asıl amacından hiçbir zaman vazgeçmeyecektir.


Yani SİYONİZM'in İslam yeşiline boyanmış Din Devleti rücusundan..!


İşte, Türk Milletine asıl zararı verenler/verecek olanlar gerçek İslam Şeriatini isteyenler değil, Siyonist Süfyani düşünceye sahip bu kişilerdir.


Çünkü bunlar, içimizde barındırdığımız komşularımız, yakınlarımızdır. Çünkü bunlar, ikiyüzlü/takiyyeci vatan düşmanlarıdır. Çünkü bunlar sahte müslümanlardır.


Mustafa Kemal Atatürk'ün bizlere işaret ettiği yurtsever bazlı milliyetçiliğimizi, ırkçılıkmış gibi gösterip, gençliğimizi/milletimizi fırkalara ayıran bu zihniyete karşı akıllı hareket etmek sorumluluğundayız.


Ve unutmamalıyız ki, bizler, Enver Paşa'nın maceraperestliğindeki ahmaklar gibi değil, Mustafa Kemal Atatürk'ün ufkunda ötesini görebilmeyi hedef kılan/edinen kişiler olarak düşünebilmeliyiz.


Tüm gelişmelere bu yönde bakabilmeli, geniş yelpazede analizler üretmeli ve buna göre stratejiler belirlemeliyiz. Sağın ve solun fırkalaşmış/parçalanmış gençleri değil, milliyetimizin atası Atatürk'ün refere ettiği ÖNCÜ/İLERİCİ insanlar olduğumuzu artık idrak etmeliyiz.


Evet, bizler Farklıyız, ancak Fırka/tefrika değiliz! Ne sağda, ne solda, her daim ÖNDE/İLERİDE yürümeliyiz.


Hepiniz bir ve var olan ALLAH'a emanet olun..




Not: Bu yazıyı yazarken yararlandığım kaynaklar: Diyalog Belgeseli 1-2-3, Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, Arslan Bulut'un bir yazısı, Yeni Mesaj gazetesi yazarları ve güvenilir birkaç internet sitesi
Ufuk GÜNAÇTI

11 Haziran 2010 Cuma

ABD’de Gülen federasyonu


ABD’de Fethullah Gülen hareketiyle bağlantılı tüm dernek ve kuruluşlar “Türki Amerikan Federasyonları Asamblesi” adıyla tek çatı altında toplandı.

ABD’de toplam 48 eyalette faaliyet gösteren 180 dernek ve kuruluşu bir araya getiren “Türki Amerikan Federasyonları Asamblesi”, Türk-Amerikan Dernekleri Konseyi, Orta Atlantik Türki-Amerikan Dernekleri Federasyonu, Güneydoğu Türk-Amerikan Federasyonu, Ortabatı Türk-Amerikan Federasyonu, Amerikalılar ve Avrasyalılar Turkuaz Konseyi ve Batı Amerika Türki Konseyi olmak üzere 6 çatı kuruluşun birleşmesinden oluşuyor.

Washington’da kuruluşun açılışına yönelik olarak düzenlenen Willard Inter-Continental Otel’deki gala gecesine 7 ABD senatörünün yanı sıra 60 Temsilciler Meclisi milletvekili de katıldı.

Asamble ABD çapında Gülen ile bağlantılı kültürel, diyalog ve akademik merkezlerinin yanı sıra özel okullar, sosyal kuruluşlar ve camiler gibi geniş yelpazedeki kurumları da temsil edecek.

ABD’nin başkenti Washington’da merkez kuruluş şeklinde faaliyet gösterecek olan Asamble, ülke içinde Gülen cemaatine yakın tüm kurumları koordine edecek. Kuruluşun başkanı Faruk Taban gazetecilere yaptığı açıklamada, Washington’da Beyaz Saray, ABD Kongresi, düşünce kuruluşları ve hükümet dışı örgütlere yönelik çalışmalar yapacaklarını söyledi.

2009’dan bu yana bu fikrin olgunlaştığını ifade eden Taban, sonuçta bu tür bir yapılanmaya gitme ihtiyacı doğduğunu söyledi. Taban, kuruluşun mali kaynağını bağışlar ve gönüllü çalışmalarla karşıladıklarını ifade etti. Asamble Türklerin yanı sıra ABD’de yaşayan Boşnak, Arnavut, Türkmen, Kırgız, Azeri ve Kazak topluluklarının derneklerini de içeriyor.

AKP’li vekiller katıldı

Büyük davetli kitlesinin geldiği gala gecesine Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Namık Tan, Demokrat Pennsylvania Senatörü Bob Casey, New Jersey Senatörü Frank Lautenberg, New Mexico Senatörü Jeff Bingaman, Virginia Senatörü Mark Warner, North Carolina Senatörü Kay Hagen ve Cumhuriyetçi Mississippi Senatörü Roger Wicker ile Indiana Senatörü Richard Lugar katıldı. Gecede ABD’li milletvekillerinin yanı sıra 8 AKP’li milletvekili de bulundu.

Cumhuriyet

FETTULLAH GÜLEN KAZ DAĞLARINDA NE ARIYOR?

Bu yazıya yapılan yorumlar...
http://ahmetdursun374.blogcu.com/kaz-daglari-gulen-kaz-daglarinda-ne-ariyor-yazisina-ilavedir/2582116
****************
ALTIN VE FETULLAH'IN KOZASI ..
Fethullahçıları kimse tutamıyor..
Kaz Dağları zaten altın
AA - ÇANAKKALE - Kaz Dağları'nda sondaj aşamasına gelen altın arama çalışmalarının bölgeyi harap ettiğini söyleyen Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, belediye başkanlarını durum değerlendirmesi yapmaya çağırdı. Gökhan, "Bana göre Kaz Dağları'nın üstü, altındaki madenlerden bin kat daha değerlidir. Buradaki doğal ortamın yeniden yaratılması için ne dünyanın parası ne teknoloji yeter. Biz, Kaz Dağları'nın Milli Park sınırı içine alınması gerektiğine inanıyoruz. Çan, Bayramiç hatta Balıkesir belediye başkanları toplanıp değerlendirme yapmalı" dedi. 22/08/2007

Fethullah'ın Kozası. ..
Fethullahçıları kimse tutamıyor..
Yıllardır ABD'de yaşayan Fethullah Gülen 'in ''müritleri'' ABD ve Kanadalı ''altın avcıları'' nın taşeronluğunu yapıyor...
Keyifleri yerinde!..
Gazeteler, televizyonlar, radyolar onların; okullar, yurtlar, şirketler onların...
ABD'de ''yeşil kart'' almaya çalışan emekli vaiz, şimdi de ''altın-gümüş'' çıkarmak için kolları sıvadı...
İşler tıkır tıkır yürüyor...
Kolay iş mi 5 milyar dolara hükmetmek!..
Nakşiler, Süleymancılar ve Nurcuların ''Fethullahçı kolu'' dışında kalanlar AKP'yi yavaş yavaş terk ederlerken onlar, Recep Tayyip Erdoğan 'ı ölümüne destekliyorlar...
2007 yılında Almanya'nın başkenti Berlin'de üniversite açmaya hazırlanan Fethullahçılara bir ''talih kuşu'' daha kondu. Koza Altın İşletmeleri AŞ 'ye Kaz Dağı ve Madra Dağı arasında kalan ''Küçükdere'' yöresindeki 144 kilometre alanda ''altın-gümüş'' işletmesi için ruhsat verildi...
Elimdeki Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Maden İşleri Genel Müdürlüğü'nün (Daire Başkanı Mehmet Tombul imzalı) avukat Senih Özay 'a gönderdiği ''resmi yazı'' ya göre, Koza'ya maden işletme ruhsatı verildiği bildiriliyor...
Bilindiği gibi Kaz Dağı'yla Kanadalı ''El-Doragold'' ilgileniyordu. Koza'nın yönetim kurulu başkanı Akın İpek , daha önce ABD'li ''Newmend'' den Bergama Ovacık'taki ''altın madeni'' ni almıştı...
İddia şu:
''Akın İpek'in Koza şirketi ABD'li ve Kanadalı şirketlerin taşeronudur...''
İddia doğruysa ilişkilerin boyutu büyük...
****
Akın İpek, ''Bugün'' gazetesinin de sahibi. Fethullahçı Samanyolu Okulları'nın yönetim kurulu başkanı. Yaşı ise 43.
Edremit'in Güre Belediye Başkanı Kamil Saka 'yla görüştüm olayı öğrenince. Saka, ''Evet doğru'' deyip ekledi:
''Binlerce yıldır tarihin, kültürün ve insanlığın yaşadığı bu topraklarda zehir solumak istemiyoruz. Demokratik ve siyasal her türlü çabayı sürdüreceğiz. Bergama Ovacık 'ta insanlar zehir soluyor. Orada ekolojik değişim oldu. Turizmde büyük yatırımlar yapılıyor. Kaplıca turizmi gelişiyor. Tüm duyarlı insanları bizi desteklemeye davet ediyorum. Çevrecilerden, AKP dışındaki tüm siyasi kuruluşlardan katkı bekliyorum.''
Troya ve İda Dağı Platformu kurucularından zeytinci Murat Narin , ''Olacak iş değil'' diyor. Kaz Dağı'nın ''milli park'' olduğunu söyleyen Narin şöyle diyor:
''Küçükdere bölgesi dünyanın en iyi yağlık zeytinini üretiyor. Bu bölgede Havran'ın ve Burhaniye'nin onlarca köyü. Bölge halkının yüzde 70'i zeytincilikle geçiniyor. İlk aşamada 4-5 bin zeytin ağacı kesilecek. Kaz Dağı 'nda bitki örtüsü yok olacak. İnsanlar zehir soluyacak, ekolojik denge bozulacak.''
Fethullahçı Koza Madencilik, yargı kararını AKP hükümetinden güç aldığı için dinlemiyor, bir bakıma hukuku çiğniyor...
Bergama Ovacık 'tan sonra şimdi de Kaz Dağı-Madra Dağı arasında kalan Küçükdere 'de ''altın-gümüş'' çıkarılacak...
Kimin adına?
Kanadalı El-Doragold adına!.. İddiayı başta yazmıştım:
''Koza, ABD'li ve Kanadalı şirketlerin taşeronudur...''
****
Kaz Dağı binlerce yıllık tarih ve kültürle iç içe yaşıyor bugün...
Kaz Dağı'nın 21 bin 463 hektarlık bölümü milli parktır.
Kaz Dağı salt Türkiye 'nin değil Avrupa'nın en önemli bitki alanıdır. Tam 80 çeşit bitki türü vardır...
Tanrıların ve tanrıçalarının yaşadığı Kaz Dağı ''altın-gümüş avcıları'' na teslim ediliyor. Zeytin, köknar, karaçam ve sedir ağaçları yok edilmek isteniyor...
Eşme Kışladağ'ında onlarca insan siyanürden zehirlenmedi mi?
Tüm bu işleri ABD 'de oturan Fethullah Gülen çeviriyor...
Unutmayın, 5 milyar dolara hükmediyor...
Demek ki paranın dini-imanı yokmuş!..
Benim cennet ülkem her yıl 1 milyon dolarını ''yağ ithali'' ne yatırıyor...
Ayçiçeğini bile ithalle karşılarken, fındık, zeytin üreticisini inim inim inletiyor...
Şimdi de ''zeytin ülkesi'' Kaz Dağı-Madra Dağı'nı ''altın avcıları'' na teslim ediyor...
İda Dağları, Alpler'den sonra yeryüzünün ikinci oksijen yöresi...
İda Dağları katlediliyor artık. Türkiye'yi yönetenler bu gerçeği görmüyor.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler , nedense bu gerçeği görmezden geliyor. Yıllar önce Bergama Ovacık'ta olduğu gibi "çevrecilere" damgayı yapıştırıyor:
"Ne zaman altın madeni işletmek söz konusu olsa birileri devreye giriyor..."
Bergama Ovacık'taki "altın madeni" Fethullahçı, "zarf tüccarı" Akın İpek 'in elinde. Bugün gazetesini parasız dağıtan Akın İpek'in "köşe tetikçileri" , siyanürlü altına karşı çıkan herkesi aynı yöntemle suçluyorlar:
"Ajanlar iş başında!"
Peki bu sözleri söyleyenler işbirlikçi değil mi?
Bergama Ovacık'taki "altın madeni" deneme üretimiyle birlikte 11 yıldır çalışıyor. Kaç ton altın çıktı, devlete ne kadar para kaldı, kimse bilmiyor. Çünkü, altınlar Bergama' dan doğruca İsviçre'ye gidiyor.
Çokuluslu şirketlerin taşeronları var Türkiye'de...
Akın İpek, hangi çokuluslu şirketlerin taşeronudur?..
Yoksa sahibi mi?
Ayvalık sırtları, Burhaniye Sübeylidere, Avunduk, Karadere, çokuluslu Newmont şirketinin...
İvrindi'nin Ergama, Çamavşar ve Kınık bölgeleri "Galata Madencilik" in...
Bergama Ovacık'ı, yıllarca yabancı şirketler işletmişti. Eurogold, Newmont bir süre Ovacık'ta boy göstermişlerdi. Ardından Akın İpek'in Koza şirketi, Bergama'daki madeni satın aldı.
*****
Newmont niçin çekilmişti Bergama Ovacık'tan? Akın İpek'in Koza'sı satın mı almıştı madeni, yoksa taşeronluğu mu üstlenmişti, bilen yok.
Newmont bu kez Ayvalık'tan Burhaniye'ye dört ayrı yerde "altın madeni" ruhsatı alıyor. Akın İpek'in Koza'sı, hakkında yargı kararları olmasına karşın Havran, Küçükdere, Bergama, Kozak Yaylası'nda maden işletmek istiyor.
İda Dağları parsellenmiş durumda bugün. Kanadalı Teck Cominco Şirketi Bayramiç, Muratlar, Çan Söğütalan'da sondaj izni aldı. Altın ve bakır arıyor Kanadalı şirket.
Global Madencilik, Küçükkuyu Fatma Kayası bölgesinde altın, bakır, kurşun, çinko çıkaracak. Oreks Madencilik Yenice'de "kurşun" peşinde.
Bakan Hilmi Güler, "Olumsuz bir duruma izin vermeyeceğiz" derken, çevre talan ediliyor, zeytin ağaçları kesiliyor.
İda Dağları'nda 12 milyon zeytin ağacı var...
Binlerce insan geçimini zeytincilikten sağlıyor...
İda Dağları, Havran, Kozak Yaylası, İvrindi, Kınık, Ayvalık, Bergama.
Şimdilerde zeytin ağaçları ve fıstık çamları kesiliyor.
Türkiye'nin akciğerleri yok oluyor.
Bölgedeki şirketler, Enerji Bakanlığı Maden Dairesi'nden sondaj ruhsatı aldılar. Ardından Çevre ve Orman Bakanlığı 'ndan ÇED raporu alarak, işletme ruhsatı için Enerji Bakanlığı'na başvuracaklar.
Sadece Çan, Bayramiç ve Çanakkale'de 13 bin 252 hektar alan için arama ruhsatı alındı, 600'ün üzerinde sondaj yapıldı. Sondaj sırasında binlerce ağaç kesildi.
****
Ben İda Dağları 'nı iyi bilirim...
Edremit'te doğdum, Güre'de okudum ilkokulu...
İda Dağları'nda ayak basmadığım yer kalmamıştır...
Delik deşik ediliyor İda Dağları , Madran Dağları...
İzmir'in Bayındır ilçesinde İhlas Madencilik'e 18 değişik noktada altın araması için izin verildi...
Ödemiş , Kiraz ve Tire bölgeleri de oyulacak...
Enver Ören 'in İhlas Madencilik Şirketi kolları sıvadı bile...
Bakanlıktan arama ruhsatı alan her şirket dağlarımızı, ovalarımızı delik deşik ederken, biz sadece seyrediyoruz...
Neyse medya uyandı!..
Yıllardır yazdık çizdik, İda Dağları 'nda, Bergama 'da, Eşme Kışladağ' da, Kaçkarlar 'da olup bitenleri...
Kimse umursamadı!..
Direniş zamanı şimdi. İda Dağları 'na sahip çıkın. Binlerce yıllık tarihe, kültüre, doğaya sahip çıkın.
Az daha unutuyordum. Enerji Bakanlığı'nda yolsuzluk operasyonu yapıldı, 30 kişi gözaltına alındı. Maden İşleri Genel Müdürü Hilmi Özbeden niçin istifa etti?
"Maden Dairesi'nden kaç bürokrat var gözaltına alınanlar arasında?'
Hikmet Çetinkaya
************
Kazdaglari....Turkiye'nin oksijen cadiri Homeros'a ilham vermis Zeus'a ise ev sahipligi yapmis ...

Milli Park ilan edilerek koruma altina alinan, dunyada sadece Kazdaginda bulunan 32 adet bitkiye sahip olmakla ekolojik onemi bulunan Turkiye'nin en buyuk zeytin uretim alani ve dunya capinda en kaliteli zeytinyaginin uretim yeri Kazdaglari buyuk tehdit altinda....

Eger topraklarimiz isgal edilseydi ve dusman gucler bu ulkeye ne gibi kotuluk yapsak diye dusunseler akillarina gelirdi ama bunu yapmaya elleri varir miydi bilemiyorum ama bu iktidar bunu yapti ve Kazdaglarinda siyanur ile altin aranmasina izin verdi ! Calismalar basladi ve yuzlerce yillik agaclar yerlerinden sokulmeye basladi bile...

Eger durdurulmazsa kisa surede oradaki ekolojik denge yok olacak ve oksijen yerine artik zehir soluyacak oradaki tum canlilar.....Tam da kuresel isinma ile karsi karsiya bulundugumuz bu donemde lutfen duyarli olalim ve ekolojik, tarihi, turistik ve ekonomik oneme sahip olan bu yerlerin yok olup gitmesine izin vermeyelim.

Asagiya altin arama calismalari baslatan firma ile ilgili internetten alinti yaptigim bir yaziyi ekledim. Son olarak saf dini duygulari ile AKP'ye oy veren vatandaslarimizin dikkatini cekmek istiyorum iste gorun oy verdiginiz zihniyeti ....
Saygilarimla H.Ates
***********
İşte doğa katliamlarının devamı:
ARTVİN TALANI
Artvin'in doğası da 'altın'a feda ediliyor...

[Sesonline] "Geçen hafta, NTV’de Kaz Dağları ile ilgili konuşan Çevre Bakanı (önce İstanbul’un ve sonra da devletin ‘su müdürü’, şimdi de bakanı) Veysel Eroğlu, “maden arama çalışmaları, Kaz Dağları’nda koruma altındaki ‘Milli Park’ dışında kalan kısımda yapılıyor” demişti. Ardından da eklemişti: “Koruma altındaki alanda ‘kuş’ uçurtmuyoruz!..” Artvinliler ise, Çevre Bakanı’nın ağzıyla itiraf ettiğinin tersine, dağlarında, yaylalarında kuşlar uçuşsun, cıvıldaşsın istiyor. Çekin ellerinizi Artvin’den, doğadan, yaşamdan!
----------------
Geçen hafta, “Yurdumuz bütün cihandır bizim...” başlıklı yazımda Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler’in doğanın ve çevrenin talan edilmesine, canlı türlerinin yok olmasına karşı çıkan “yaşam savunucuları”nı ‘dış kaynaklı gruplara ‘alet’ olmakla’ suçlayarak suç işlediğini belirtmiş savcılara suç duyurusunda bulunmuştum. Henüz Bakan Bey'den de, savcılıklardan da bir ses çıkmadı. Ama ....
Devamı... http://www.birgun.net/view.php?type=article&id=10816
**********
TEMA Vakfı'na Son 6 ayda 95 İhbar Yapıldı
Maden Kanunu'nda yapılan değişikliklerin doğal varlıklarımız üzerinde yarattığı baskı ve tahribat toplumda infiala neden oldu. Çanakkale Kaz Dağları'ndan İzmir ve Balıkesir Kozak Yaylası'na, Artvin Cerattepe'den, Antalya Kurşunlu'ya, Samsun Bafra'dan Kırklareli Vize'ye, Balıkesir Havran'dan Kastamonu Hanönü'ne her yerden yükselen patlayıcı, dozer sesleri ormanlarımızı, tarım, mera, SİT alanlarımızı, kıyı şeritlerini, sulak alanları, milli parkları, özel koruma alanlarını tahrip ediyor.
TEMA Vakfı'na son altı ayda ülkenin 95 ayrı noktasından maden arama ve işletme, taşocağı, kumocağı ihbarları yağdı. Ülkemizin en önemli doğa koruma alanlarından olan Kaz Dağları'nda yaşanan sorun ne yazık ki, sadece buzdağının görünen ucu.
TEMA Ne Yaptı ?
Maden Kanunu'ndaki, doğal varlıkların korunması ve geliştirilmesi, toplum sağlığının korunmasıyla ilgili hükümleri etkisiz hale getiren değişiklik girişimi 2002 yılında 57'nci Hükümet tarafından yapıldı. TEMA Vakfı'nın lobi çalışmaları ile üstün kamu yararına aykırılıklar içeren Maden Kanunu'nda değişiklikler öngören tasarının geri çekilmesi sağlandı. Ancak tasarı 59'ncu hükümet tarafından Nisan 2004'te Meclis onayına sunularak yasalaştı.
Ana Muhalefet Partisi Anayasaya aykırılığını öne sürerek Anayasa Mahkemesinde dava açtı. Dava henüz sonuçlanmadı. 21 Haziran 2005 tarihli Madencilik Faaliyetleri için İzin Yönetmeliği'nin yayınlanmasının ardından 02 Ağustos 2005'te TEMA Vakfı bu yönetmelik hakkında Danıştay 8'nci Daire'sinde iptal davası açtı.
Nisan 2007'de Madencilik Faaliyetleri için izin Yönetmeliği'nde değişiklik yapılarak, ruhsat izinleri için idareden gelecek onay süreler yarı yarıya azaltıldı. Bunun üzerine 31 Mayıs 2007 tarihinde Danıştay 8'nci Daire'de TEMA Vakfı tarafından ikinci bir dava daha açıldı. Her iki dava da halen devam ediyor.
Şimdi Ne Olacak ?
Dünyadaki 200 en önemli ekolojik bölgeden biri olan Kazdağları'nda ve en önemli fıstıkçamı üretim bölgesi olan Kozak Yaylası'nda yaşanacak doğa katliamının buzdağının sadece görünen ucu olduğunu ifade eden TEMA Vakfı Genel Müdürü Dr. Uygar Özesmi, "İnsanımızın da doğamızın da Maden Kanunu'na sırtını dayayarak gerçekleştirilen yağmaya, tahribata tahammülü kalmamıştır. TEMA Vakfı'na son altı ayda gelen 95'in üzerinde maden arama-işletme, taş ve kumocağı ihbarları bu konuda toplumsal hareketin başladığını ve şiddetle de devam edeceğini göstermektedir TEMA Vakfı, Temsilcileri ve Gönüllüleri aracılığıyla bu toplumsal hareketlere destek vermekte aynı zamanda da Maden Kanunu ile hukuki mücadelesini Danıştay 8'nci Dairesi'nde 2005 ve 2007 yılında açtığı 2 dava ile sürdürmektedir. Ne Kaz Dağları'nın ne Balıkesir Kozak Yaylası'nın ne de başka bir doğal varlığımızın tahribine toplum olarak müsaade etmeyeceğiz." dedi.
Maden Yasası İçin Kamuoyunun Sesine Kulak Verin
T.C. Enerji Tabii Kaynaklar Bakanlığı Maden İşleri Genel Müdürlüğü Verilerine göre Maden Kanununda 2004 yılında yapılan değişiklikler maden arama ve işletme ruhsatı talebinde patlamaya neden oldu. 2004 yılında 3.984 izin talebinde bulunulurken, 2005'te 15.149, 2006'da 18.208, 30.09.2007 itibariyle de 13.908 izin başvurusu yapıldı. TEMA Vakfı, bu çarpıcı veriler ışığında hükümetin üstün kamu yararı ve toplumsal uzlaşının sağlanması adına kamuoyundan yükselen sese kulak vermesi gerektiğini değerlendirmektedir. Maden Yasası konu ile ilgili sivil toplum örgütlerinin de görüşleri alınarak yeniden düzenlenmeli, talana izin veren maddeler kaldırılmalı, verilen arama ve işletme izinlerinin iptali için de gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Toplumsal mutabakat şart.
Saygılarımızla; Toprağına Sahip Çık ! TEMA Vakfı
***************
GÜLEN KAZ DAĞLARINDA NE ARIYOR YAZISINA İLAVEDİR.
Savunma gibi yazı
http://ahmetdursun374.blogcu.com/4579716/

5 Haziran 2010 Cumartesi

Mavi Marmara gemisinin güvertesine Türk bayrağı asanlardan hesap sormalıyız.


Feridun Nevzat


İlk günden beri söylüyorum şimdi sıkı durun.
İsrail Aptal bir devlet değildir ve Hamas ve Ahmedi Nejad ise zannettikleri kadar akıllı değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise , bazen yöneticileri aptalca yada panik içinde davransa da, her zaman doğruyu görecek kadar bilgi birikimi ve deneyime sahip hepsinden de akıllı bir devlettir.
Mavi Marmara Gemisi Komor bandıralıdır, Türk bayrağı çekemez kardeşim !
Bu gemi, İstanbul Büyükşehir Belediyesine aittir ve KOMOR bandıralıdır.
Bu nedenle İsrail bir Türk gemisine değil, Komor gemisine saldırmıştır.
Bu durumda Türkiye taraf değildir.
Güvertesine Türk Bayrağı asılarak, Türkiye bu oyunun içine çekilmek istenmiştir.
Konu, tamamen Birleşmiş Milletler'e ait bir konudur.
Türkiye'deki provakasyonları durdurmamak için, ne İstanbul Büyükşehir Belediyesi, ne de hükümet ve bu durumdan fayda sağlamaya çalışan, dini siyasete alet etmeyi defalarca uygulayanlar;
ilk günden buyana geminin Türk gemisi olmadığını bilmelerine rağmen, bu konuda tek kelime söylememiş, hatta aksini teşvik edecek davranışlarda bulunmuşlardır.
Toplumda infiali teşvik etmişlerdir. Ve bu suçtur.
Türk bandıralı olmayan bir gemiye Türk Bayrağı asarak, vuracağını en başından beri söyleyen bir ülkeye karşı göndermek ve bunu da insani yardım adı altında yapmak, Türkiye'yi bile bile ateşe atmaktır.

Diğer yazılarımda bunun nedenlerini anlatmıştım . Ahmedi Nejad, Hamas ve Türkiye'deki işbirlikçileri çok pis bir oyun oynadılar. Şimdi dava açılmalı bu insanlara, savcılar devreye girmeli.
Ne hakla benim ülkemin bayrağını kullanarak benim ülkemi böyle bir kaosa sokarsınız diyerek.
Ve Herkes şunu bilsin.
Şu anda Uluslararası hukuka göre Türkiye tek başına İsrail'e saldırma hakkına bile sahip değildir. Yaparsa suç işlemiş olur.
Bizi çektikleri tuzağa bakın.
Konu tamamen Birleşmiş milletler ile sınırlı kalmıştır, sadece vicdani ve insani olarak sivillere ateş açan bir devlet terörünü kınamaktan öte hiçbir şey yapılamaz. Ne yazık ki.
Neden en başından bu yana bunu bilen hükümet ve yetkililer bize söylemediler ?
İstediklerini aldılar.
Hepimiz Hamasi olduk dünyanın gözü önünde.
Durun sevgili dostlarım kardeşlerim. Benim sevgili vatansever, insan sever, imanına bağlı dürüst kardeşlerim.
Bir kez daha söylüyorum. Kalleş Araplar, katil İsrail, dost değildir, olmazlar. Hele din kardeşi hiç olamazlar. Mutlaka bir hesap kitapları vardır. Bakın daha neler çıkacak bu işin arkasından.
Evet gemide vurulanlar Türk vatandaşıdır, canımızdır, ciğerimizdir ama herkes kendi inandığını yapmakta özgürdür ve sorumluluğunu da kendisi taşımalıdır.
İsrail % 100 haksızdır ama biz de salak değiliz. Arapların oyuncağı olmayız.
Ve şunu da bilin ki.
Bu işin gerçek nedeni, dış güçlerin Türkiye'deki kontrolü ellerinden kaçırdıklarını bilmelerinden kaynaklanmaktadır.
Türkiye de gerçek Türkiye harekete geçip değişimler yapmaya başlayınca panik oldular. Türkiye'deki İslami siyasilerin elini güçlendirmek istediler. Pensilvanyan’nın elini güçlendirmek istediler. Bu olaylar zinciri Türkiye’nin Gücünü göstermektedir.
Türkiye sahipsiz değildir.
Hiçbir şey de görüldüğü gibi değildir. Daha farklı şeyler de olacak. Sadece bu alanda değil başka alanlarda da. Biz yeter ki Mustafa Kemal çizgisinde Güçlü adımlarla, sapmadan yürümeyi sürdürelim. Provakasyona gelmeyelim. Her şeyin arka planını öğrenmeye devam edelim.


Adı : Mavi Marmara
Bayrak : The Union of Comoros ( Komor Cumhuriyeti )
Türü : Yolcu gemisi
Sistem: İnmersat C sitemi
Numarası : 461695211 461695210

30 Mayıs 2010 Pazar

‘Efendi Teröristler’ kim?




"Siyonist İsrail devletinin kurucuları ve öncüleri, sıradan terörist değillerdi" diyen Yılmaz Dikbaş, "Efendi Teröristler"i şöyle anlatıyor: Hemen hepsi çok iyi eğitim görmüş donanımlı, doktor, profesör gibi akademik unvanlar kazanmış, birkaç dil bilen, uluslararası güçlü ilişkileri olan, beyaz yakalı, sinekkaydı tıraşlı, iyi giyimli, sözcüğün tam anlamıyla Efendi Teröristler idiler.

İsrail ve siyonizmin tarihini anlatan bir kitap daha raflardaki yerini aldı. Araştırmacı-Yazar Yılmaz Dikbaş tarafından kalem alınan "Efendi Teröristler" adlı kitap siyonistlerin maskesini düşürmekle kalmıyor, kronolojik bir sıralamayla İsrail'in kanlı tarihini de gözler önüne seriyor. Kitabında, kendisi dışındaki herkesi terörist yaftasıyla karalamayı ilke edinen siyonsitlerin, terörizmin ağababaları olduklarını vurgulayan Dikbaş, okuyucuya çarpıcı bilgiler vermeyi de ihmal etmiyor.

Bütün yahudilerin siyonist olmadıklarını, başta Einstein olmak üzere çok sayıda yahudinin siyonizme karşı olduğunun altını çizen Dikbaş, siyonizmin yakın ve uzak gelecekteki hedeflerini de açıklamaktan geri durmuyor. Dikbaş, Albert Einstein'ın, 27 ünlü arkadaşıyla birlikte, Siyonistleri, "terörist" olarak adlandırıp, İsrailli Siyonistleri, "İsrailli Naziler" diye tanımladığını ve lanetlediğini de hatırlatıyor. Dikbaş kitabında yahudileri ve siyonistleri çok güzel bir biçimde birbirinden ayrıştırıyor.

Asıl terörist İsrail'i kuranlar

Siyonizmim kurucusu Teodor Herzl'in yazdıklarından yola çıkarak siyonizmin nasıl bir vahşet ideolojisi olduğunu anlatan Dikbaş, Herzl'in yalan ve iftiralarına da bir bir açıklık getiriyor. İsrail'in kurucularını ve devlet adamlarını da mercek altına alan Dikbaş, İsrail'i kuran kişilerin terörist olduklarını savunuyor. İsrail'i kurmak için türlü terör faaliyetlerine katılan ve yönlendiren siyonistlerin daha sonra politkacı yaftasıyla göz boyamaya çalıştıklarını ifade eden Dikbaş: "Siyonist İsrail devletinin kurucuları ve öncüleri, sıradan terörist değillerdi. Hemen hepsi çok iyi eğitim görmüş donanımlı, doktor, profesör gibi akademik unvanlar kazanmış, birkaç dil bilen, kitaplıklarında yüzlerce, hatta binlerce kitap bulunan, uluslararası güçlü ilişkileri olan, beyaz tenli, beyaz yakalı, sinekkaydı tıraşlı, iyi giyimli, sözcüğün tam anlamıyla Efendi Teröristler idiler." tespitinde bulunuyor.

Batı Siyonizme arka çıktı

İsrail'i kuranların terörist, İsrail'in de terör devleti olduğunu belirten Dikbaş, batı ülklerinin Filistin'de yapılan katliamlara nasıl göz yumduklarını, İsrail'in kurulmasına nasıl öncülük ettiklerini de belgeleriyle ortaya koyuyor. Özellikle Birinci Dünya savaşı sonrasında bölgedeki İngiliz egemenliğinin nelere mâl olduğu insanı dehşete düşürüyor.

Siyonizmin ırkçılık olduğunun BM tarafından açıkca ifade edildiğini de kaydeden Dikbaş: "10 Kasım 1975 tarihinde Birleşmiş Milletler, 3379 sayılı şu kararı" aldı: "Siyonizm, bir tür ırkçılık ve ırkçı ayrımcılıktır. Dünya barışına tehdit oluşturan Siyonizmi şiddetle kınıyor ve tüm ülkeleri bu ırkçı ve emperyalist ideolojiye karşı çıkmaya çağırıyoruz." ifadelerini hatırlatıyor.

Abdülhamit ve Jön Türkler

İsrail tarihini anlatırken Osmanlı'nın son döenmlerinde sultan Abdülhamit'e karşı düzenlenen komplolara da yer ayıran Dikbaş, Siyonistlerin Abdülhamit'e olan düşmanlıklarını, Jön Türkler'in Siyonistlerle olan ilişkilerini de gün yüzüne çıkarıyor. Herzl'in Abdülhamite yazdığı mektupların orjinalinden okuyucuya sunan Dikbaş, kitabında Herzl'in İstanbul seyahatine'de geniş yer ayırıyor.

Siyonistlerin en aşağıdan en yukarıya nasıl teşkilatlandıklarını ve aralarındaki tartışmaları da gün yüzüne çıkaran Dikbaş, Filistin'den önce Yahudilerin hangi ülkelerle temasa geçtiklerinin de üzerinde duruyor.

Kalıcı barış için Siyonizmin bertaraf edilmesinin önemine vurgu yapan Dikbaş, "Yalnız Orta Doğu'da değil, tüm dünyada kalıcı barışı gerçekten sağlamak isteyenler, önce Siyonizm rejimini yıkmak zorundadırlar. Çünkü, ünlü İsrailli tarih profesörü Benny Morris'in söylediği gibi: "Siyonist projenin tamamı, Kıyamet habercisidir" diyerek konunun önemine dikkat çekiyor.

25 Mayıs 2010 Salı

Seni Bu Yamyam Kibrin Bitirecek


Billboardlardaki resimlerine baktım; güya “kudretli” görünesin diye en çılgın bakışlı fotoğraflarını seçmişler. Kontrolsüz bir adrenalin ile geldiği yeri hazmedemeyişi harmanlayan deli bakışları.

Ne yapsan olmuyor..
Kültürsüzlüğün, görgüsüzlüğün, basitliğin, açlığın her şeyin önüne geçiyor. Sadece çalma, çırpmaya, vebal almaya işleyen kıt aklın bile durup durup sana “Saygı görmüyorsun, sende bir şeyler eksik” diye fısıldıyor. Bu fısıltıyı duydukça iyice kontrolden çıkıyorsun. “Bana saygı duyun, önümde eğilin. Eteklerimi öpün” diye tepiniyorsun ama olmuyor.
Olmuyor işte.

En yakınındakiler bile senin iflah olmaz kifayetsizliğine, insanlıktan çıkmış öfkene, Allah'a şirk koşma noktasına gelmiş kibrine dayanamıyorlar.

En uyanıklar ile kullanım tarihinin tamamen sona gelmesini bekleyenler kaldı sadece çevrende. Bir de bir delinin gölgesi ardında kirli oyunlarını yürütenler.

Boşsun, bomboşsun.
Bir genelev fedaisi kadar ruhsuz ve hoyratsın.
Kabadayılığın da hikâye, dobralığında yalan, “delikanlılığın” da naylon.
Hak, hakkaniyet, adalet, merhamet gibi kavramlar kapından bile geçmemiş.
Alım-satım ustalığından, ticari uyanıklıktan dem vurarak örtmeye çalışıyorsun bu büyük eksikliğin üzerini.

Sahi kimsin sen?

Hep aynı yerden servis edilen üç adet gençlik, çocukluk ve askerlik fotoğrafından başka neden görüntün yok senin?
Hangi okulları bitirdin, kimlerle aynı sıralarda oturdun?
İlkokul öğretmenin kim?
Neden bir kişi bile çıkıp seninle ilgili bir tek anısını anlatmıyor?
Seda Sayan'ın bile mahalle yıllarından bir fotoğraf çıkıp geliyor da, senin geçmişin neden bu kadar sis perdelerinin ardında gizli?
“Olmayan” biri misin yoksa sen; laboratuarda mı imal edildin? Hangi merkezlerde programlandı hastalıklı beynin?

Bütün değerlerden neden bu kadar yoksunsun; en kutsal kavramların içini boşaltmada nasıl bu kadar maharetlisin? Hurafe, iftira, şirret ve cehaletten beslenen dilin; hırstan ve doymamışlıktan ibaret kişiliğin, bir ağaç kovuğundan başka hiçbir şey olmayan fani bedeninle tarihin onurlu sayfalarında yer almaya soyunma cesaretini nereden buldun.

Duyduk ki şimdi de “padişahçılık” oynuyormuşsun. Şah oldun, sıra şahbaz olmaya geldi. Her mevki ve makamı tattın, geriye “padişahlık” kaldı öyle mi?
Senin montaj ürünü kimlik ve bedeninden kuşkusuz bir Fatih, bir Yavuz, bir Kanuni olmaz ama Deli İbrahim-Vahdettin karışımı bir kukla, pekâlâ olabilir.
Seni bütün bu defolarınla sahnede tutanların işine fazlasıyla yarar böyle acınası bir bez bebek.

Esiyorsun, gürlüyorsun, tepiniyorsun.
Pazarcı gibi tiz çığlıklar atıyorsun.
Deli bakışlarını devire devire, boyun damarlarını şişire şişire höykürüyorsun.

İyi de sen ne istiyorsun?

Karun oldun. Çocukların ülkedeki simit tablalarından bile haraç alıyor, gudubet karın ipek kumaşlara, paha biçilmez mücevherlere büründü. Şakşakçıların ceylan derisi koltuklarda basen büyütüyor. Bu kadarı da olmaz ki diyen kim varsa işinden aşından ettin, zindanlara attın, ailelerini açlığa mahkûm ettin. Gencecik üniversite mezunları işsizlikten intihar ediyor. Doktorlar, öğretmenler, polisler, subaylar açlık sınırında yaşıyor; emekliler pazarlardan sebze artığı topluyor. Şehit katilleri Meclis'te suratımıza çemkiriyor. Sen hâlâ üstündeki pahalı elbiselerin, özel yapım som altın kol saatin, ipek kravatınla karşımıza geçip kusuyorsun da kusuyorsun.

Kime bu kinin?
Nereye doğru gittiğini bir gün olsun düşündün mü? Olmayan vicdanınla bir gün olsun kendine “Acaba biraz ileri mi gidiyorum” diye sordun mu?
İtikadın da yalan biliyoruz.
Ama bir gün olsun “Ya hesap günü varsa” diye endişelendiğin oldu mu?

Evet var.
Hesap günü var.
Ve sanki bu saldırganlığın, bu doymazlığın, tamah etmez azmışlığın, O hesap gününü biraz daha yaklaştırıyor. Artık Allah’ın gözüne batıyorsun birader!
Fazla parazit yapıyorsun, ortalığı hacminden fazla kirletiyorsun. Elde ettiklerinle şükür etmeyi, biraz da başkalarını düşünmeyi başaramadın. Böyle bir kapasiten yok çünkü.

Dünyaya yemeye, içmeye, dışkılamaya, kin ve nefret aşılamaya gelmişlerdensin. Üste bir de kibir yapıyorsun, işte bu hiç çekilmiyor...

Senin sonunu da bu yamyam kibrin getirecek…


FATMA SİBEL YÜKSEK

KENT GAZETESİ

23 Mayıs 2010 Pazar

14 Şubat Filistin'in Yas Günüdür!

14 Şubat Filistin'in Yas Günüdür!

Mahiye MORGÜL
mahiye@gmail.com



10/02/2010

Kraliçe Zenobia/Zeynep, Roma’da 14 Şubat 270’de öldürülmeden önce ev hapsinde tutulduğu evin balkonunda. Onun öldürüldüğü günü Sevgililer Günü ilan ettiler.
14 Şubat 270’de Roma’da öldürüldüğü odada, genç gardiyan Valentin’in yazdığı kâğıt parçası bulundu, kâğıtta “Seni seviyorum Zeynep” yazıyordu. Ressam Herbert Şmals tarafından yapılan tabloda, sağ alt köşede, gardiyan Valentin kraliçe Zeynep’e hayran bakarken resmedildi.
Sasani kraliçesi Zeynep (Zeyna Aba), kocası öldükten sonra 12 yıl Venedikli, Galatalı ve Cenevizli korsan yağmacılara karşı savaştı. Ayrı para bastırdı, Roma’ya vergi vermedi. Yenik düşeceğini anladığı zaman, Pülümür’e ata akrabalarından yardım almaya gitmek istedi, giderken yolda esir düştü. Başkenti Palmira’yı yakmamaları koşuluyla teslim oldu.
Zeynep’in, baba tarafından Anatiokhus (Oğuzanalı) hanedanından Part/ Ferhat boylu olduğu üzerine bilgiler vardır. Atatürk’ün arkadaşı Diyap(Duap) Ağa da Pülümür’lü ve Ferhat Uşağıdır. Diyap Ağa’nın on beş oğlunun ve torunlarının, Atatürk’ün ölümünden sonra öldürülmüş olması, bölgede isyan çıkartılması, batı emperyalizminin direnişçileri cezalandırma hastalığının devam ettiğinin işaretidir.
Sasani Uygarlığı (224 - 651) yağmacı İskender’e isyan ederek kurulmuş olan Selevkos (Selezya/Seleukia) Uygarlığının devamıdır. Sa-Sani; San Uşakları (Güneşin oğulları) açılımlıdır. Yakın tarihte Kuzistan- Şiraz-Bağdat çevresinde kurulmuş olan Safevi Luvi Devleti de benzer bir direniş devletiydi ve Yavuz Sultan Selim tarafından, Osmanlı sarayında etkin olan Venedik Yahudi elçisi Balyos ve Fransız Katolik elçisinin isteğine uyularak ortadan kaldırılmıştır.
Kraliçe Zeynep esir alınınca, Roma’ya götürülürken İstanbul boğazında oğlu Lalius’u (Leylaoğlu) öldürüp denize attılar. Oğlunun diğer adı; Sani-toros (Athenodarius), Darius hanedanından Cano idi!)
Roma sokaklarında onu zincire vurulmuş halde dolaştırdılar. Bu durum Anadolu’da duyulunca, bütün Anadolu, Filistin, Akdeniz ve Arnavutluk halkı isyan etti. Kraliçe Zeynep, halkı isyana teşvik ettiği bahane edilerek esir odasında öldürüldü. Roma senatosunda, isyan eden Anadolu şehirlerini yerle bir etme cezası verildi, örneğin Antakya bir çok defa yakılanlardandır. Kral Gladio tüm Roma erkeklerine 2 yıl evlenme yasağı koydu, onları Anadolu’yu yakıp yıkmaya gönderdi.
Yasağa uymayan aşık Valentin önce öldürüldü, sonra aziz ilan edildi. Öldürdüğünü aziz ilan etmek, yağmacı batının töresidir, buna “ölüsünden yağ çıkartmak” denir!
İtalyan ressamın yaptığı tabloya dikkatle bakınız: Arkasındaki duvarda dört atın çektiği Sümer “güneş tanrısı”, Hitit Güneşi Allat/LAT/LAZ var; Kraliçe Zeynep Şamanî’dir.
Dört atın çektiği teknede savaşan; Dor/Tur/Sor soylu Turanî’dir.
Başında Kaşgari baş bağı var; Kaşgari Oğuzludur!
Belinde, silahları alınmış “dorabuluz” kuşağı var; Savaşçı Eradne/ Er-hatune dir.
Kuşağındaki Sekizli Şems motifi; Horasanidir, Şamanidir, Turanidir, Sümerlidir, Hititlidir…
Zeynoba’nın yönettiği topraklar: Suriye, Mısır, Filistin, Lübnan, Ürdün, Mısır, Harran, Soli, Silifke, Tarsus ve Ereğli’yi de içine alan, İran Sasani Devletine bağlı Palmira Eyaleti.
Adını yaşatan kale: Ereğli Zanapa Kalesi.
Kraliçe Zeynep’in esir alındığı Pülümür’de yaşayan Ferhat Uşakları, Paller ve Koçgiri /Kaçgari Uşakları, Tunceli’nin antik halkı olup antik Luvi/ Alan (Alevi) kültüründen gelirler. Bu insanlar, Sasani/Susa Anası (1.Artemis) ile babası Karus (Kuroş) gibi Horasani ve Kaşgari Oğuzi’dirler. Zeynep gibi, onlar da Atina’ya kadar gidip köleleri kurtarıp serbest bırakan(MÖ.550) Susalı 1.Artemis ile oğlu Serhat’ın torunlarıdır.
Sasani Uygarlığı, Selevkos Asya Krallığının devamıdır, ki Selevkos krallarının soy ata adları ANATİOKHUS, Oğuz Analılar, Uzbeki/Ogziana’lı yani Oğuz Beylerdir. Selevkosların bir dönem başkenti Antakya’dır. Antakya en fazla yerle bir edilme cezası alan şehirdir.
Sele-u-Kos devletinin Tigran Agarta, Gerger, Şamsat, Antakya, Kastabala gibi önemli direniş şehirleri Sezar’ın (MÖ.65)Lukullus adlı komutanı tarafından yenilemedi, yüz yıl sonra Neron’un (MS 69) KORBULA adlı komutanı tarafından yerle bir edildi. Sezar’a on yıl boyunca savaşarak direnen bu kale şehirlere Roma senatosunda tarihten silme cezası verildi. Milat dedikleri, Milet Uygarlığını (kaynaşmış millet olmuş Oğuz boylarını /Sümerleri) yok edip tarihi sıfırdan başlatmak bu olaydır. Bu ceza Sümerlerin de tarihten silinişidir.
Benzer bir ceza Zeynep’in 270’de öldürülmesinin ardından onun şehirlerine verildi. Zeynep’in soyata akrabaları olan DERSİM aşiretlerine, özellikle Mustafa Kemal ile birlikte savaşan Koçgiri Ferhat Uşaklarına benzer bir ceza verildiğini, o yıllarda egemen olan İngiliz emperyalist devletini (ki orada egemen olan mali güç Venedik-Galata tacirlerinin torunlarıdır) akla getirmektedir.
1950’den sonra NATO kararıyla, bölgedeki, tarihte Roma’ya direnmiş bütün aşiretlerin köylerine ve şehirlerine baraj bahanesi yaratılarak yeniden tarihe ve sulara gömme cezası verildi.
Kraliçe Zeynep için bestelenmiş üç opera: 1-Anfosi; Zenobia in Palmira, 1789, 2-Rossini; “Aureliano in Palmira, 1813, 3-Mansur Rahbani; Kraliçe Zenobia/ Sani Opa, Zanapa, Zennube! (1990).
Adını yaşatan yerler: 1-GAZZA STRİP; Azize İş-tar Aba, Gazze Şeridi’nin adıdır. 2-Toros Ereğli’de antik Zanapa kalesi.
Kaşgari/Koçgiri boyu, antik İran’da Darius/Toros hanedanının soy ata adıdır. Bu hanedan, 1918’de Amerikalılar tarafından kaldırıldı, yerine Pehlevi ailesi getirildi. Bu zoraki yönetim değişikliği sırasında 50 bin Şirazlı ve Kuzistanlı Kaşgari Alevi öldürüldü. 1980’de Fransa destekli yönetime getirilen mollalara isyan eden Kaşgariler, sekiz yıl süren İran-Irak savaşı sırasında 2,5 milyon can verdi. 1988’de Talabani askerleri ile Humeyni askerleri birlikte Halepçe’ye saldırdı, halk onları püskürttü, beş gün sonra Halepçe’ye kimyasal bomba atıldı, 5 bin Luvi öldürüldü, sekiz yıllık savaş böyle sona erdi. Kuzistan, Susa ve Şiraz’dan Halepçe’ye kaçarak orada kadınlı erkekli direniş birlikleri oluşturan Kızılbaş/Başoğuzlu halkın öldürülmeleri tarihe Halepçe Katliamı olarak geçti(1988). Her iki tarafa da silah satan ABD şirketiydi, resmen açıklandı.
Filistin bayrağındaki siyah renk, Zeynep’in yasını tutmaktır. Filistin’de çalınan tulumun adı NANAY olup, Şiraz’da ve Yusufeli’de de Nanay’dır. Filistin boyun bağı tıpkı Sasani puşisidir.
Kraliçe Zeynep’in parası, yakılan başkent Palmira ve Palmira eyalet sınırları:

Aşağıda, boynundaki “Hilal” kolyesiyle “Tanrı ALLAT’ın armağanı Zeynep” adlı heykeli, sonradan yapılmış büstü ve tablosu:

İnternetten: Sasani devletinin kurucusu Ardashir (Ar?axš?r), is also known as Ard ash?r-i P?pag?n "Ardashir, son of P?pağ", and other variants of his name include Latinized Artaxares and Artaxerxes. Ardashir's father was Papak.
Zenobia with her large army made expeditions and conquered Anatolia as far as Ancyra or Ankara and Chalcedon (Kadıköy), then to Syria, Palestine, and Lebanon.

Tarihimizi artık yağmacı batıdan öğrenmeyelim ve 14 Şubat’ı, Kerbela gibi, Zeynep’e YAS GÜNÜ ilan edelim.

16 Mayıs 2010 Pazar

Şantaj Demokrasisi


Zahide Uçar

Aslında Baykal ve partisi 1 Mart Tezkeresine hayır oyu verdiğinde “not” edilmişti. 1 Mart tezkeresinin hemen arkasından Sarıgül ABD’ye davet edildi, sonra da Baykal’a rakip oldu.

Baykal küresel güçlerin BOP planı çerçevesinde yürüttüğü “açılımlar” a da destek vermedi. Emperyalistler ve işbirlikçileri nezdinde Baykal’ın “suç dosyası” büyüyordu.

“Silivri toplama kampı” sürgünlerine karşı da dik duran Baykal’a, Anayasa Mahkemesine yapılacak itiraz ve ihtimal referandum öncesi alçakça bir tuzak kurularak istifa etmesi sağlandı. Demek ki BOP’çuların acelesi var ve bütün engelleri hiçbir kural tanımadan kaldıracaklar.

ABD, dolayısıyla da küreselleşme yalanıyla köleleştirme düzenini dünyaya hakim kılmak isteyenler önlerine çıkan kim varsa yok ediyor. Değerli okur, AKP’yi iktidara taşıyan güçlerin Türkiye’yi ele geçirirken yaptığı operasyonları niçin yaptığını anlatmak için bir beyin jimnastiği yaptıracağım. Yazı biraz uzun olacak, sabırla okumanızı öneririm.
1-2006 yılında ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu, Avukat Kemal Kerinçsiz’e önce telefon, ardından da “resmi yazı” ve elektronik postayla başvurdu. Başkonsolos Sandra Oudkirk, “Dernek hakkında bilgi almak ve ülke gündemine ilişkin sohbet etmek istiyoruz” diyerek randevu istedi. Büyük Hukukçular
Derneği Cevabi yazısında;
“Amerika Birleşik Devletleri İstanbul Başkonsolosluğu

A- 24 Temmuz 2006 tarihli randevu talebinizi içeren iletiniz ve elektronik postanız tarafımızca alınmıştır.
B-Yazınızın içeriğinde, görüşme isteğinizin, derneğimiz hakkında bilgi almak, ülke gündemine ilişkin bazı konularda fikirlerimizi öğrenmek amacıyla yapıldığı belirtilmiştir.

C-Büyük Hukukçular Birliği, başkonsolosluğunuzun bu davetini 26.07.2006 tarihli Yönetim Kurulu toplantısında görüşmüş neticede; yabancı bir devletin konsolusluk makamının, kabul eden ülke içinde irtibat kuracağı kişi ve kurumların, resmi sıfata sahip kişi ve kurumlar olabileceği, resmi bir sıfat taşımayan derneğimizin, yabancı diplomatlarla, ülke meseleri ve gündemi ile ilgili bir görüşme yapmasının, derneğimizin güttüğü milli gayelere ve uluslararası anlaşma ve teamüllere uygun olmayacağı, kanaatine varılmıştır.

D-Bu sebeple, nazik davetinizin derneğimizce kabul edilebilir bulunmadığını bildirir, saygılarımızı sunarız.”

Dışişleri Bakanlığı’na da bildirdiler

Kerinçsiz’in imzasıyla Bakanlığa gönderilen yazıda, ABD Başkonsolosluğunun talebine ve verilen cevaba yer verildi.
Büyük Hukukçular Birliği’nin Yönetim Kurulu toplantısında ayrıca Başkonsolosluk’tan gelen randevu talebinin Dışişleri Bakanlığına bildirilmesi de kararlaştırıldı. Yine Kemal Kerinçsiz imzasıyla gönderilen yazıda Başkonsolosluğun muhatabının Dışişleri Bakanlığı olduğu belirtildi ve şöyle denildi:
İşte o yazı
“T.C. Dışişleri Bakanlığı’na ABD İstanbul Başkonsolosluğu’nca derneğimizden 24.07.2006 tarihli ileti ve elektronik posta mesajı ile görüşme talebinde bulunulmuş olup bu görüşme talebinde, derneğimiz hakkında bilgi almak ve ülke meseleri ve gündemine ilişkin bazı konularda fikirlerimizi öğrenmek amacı olduğu, belirtilmiştir. Söz konusu talep, derneğimiz Yönetim Kurulu’nca görüşülerek; bir yabancı devlet konsolosluğunun ancak kabul eden ülkenin resmi yetkilileriyle görüşebileceği, derneğimizin resmi sıfat taşımadığı, ülke meseleleri ve gündemi ile ilgili hususların yabancı bir devletin yetkilileri ile derneğimiz arasında görüşmeye konu olamayacağı inancıyla belirtilen randevu talebi, geri çevrilmiştir. Konu, yabancı bir devletin diplomatik biriminin görüşme talebi olması ile bakanlığınızı ilgilendireceğinden, 1.randevu talebi, 2.derneğimizce verilen cevap ekte bilgilerinize sunulmaktadır.
Sagılarımızla”
Hakettikleri cevabı aldılar
ABD Başkonsolosluğu’nu verdikleri cevapla şoka uğratan Büyük Hukukçular Birliği Yönetim Kurulu üyeleri randevu talebini “Kadife devrimin alt yapısı hazırlanmak isteniyor” diye değerlendirdiler.
Büyük Hukukçular Birliği’nin tepki göstererek hukuk mücadelesi verdiği olayların bazıları: Ermeni Konferansı’nın iptali, Patrikhane’nin kapatılması davasının danıştay’da açılması, Türk Milletine hakaret eden Orhan Pamuk, Hırant Dink, Perihan Mağden, Elif Şafak , Murat Belge, Hasan Cemal, İsmet Berkan, Haluk Şahin, Ergin Aytın, Arat Dink gibi sözde aydınlar hakkında açılan davalar, Denize Haç atma törenleri, Derinkuyu, Ürgüp, Bergama’da Bartholomeos’un yaptığı yasaya aykırı ayinler hakkında açılan davaların takibi, Kürt-Der’in kapatılması, Galataport ihalesinin feshi, AB Eşbaşkanı Joost Lajendijk ve Rum parlamenter Matsakis hakkında TCK’nın 301. maddesine göre açılan davalar, Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç ve Abdullah Gül hakkında TCK’nın 302. maddeleri gereğince açılan davalar, AB aleyhine Alman İdare mahkemesinde açılmış bulunan tazminat davası, Tüpraş hisselerinin devri konusunda açılan davalar. (CIA’nın zokasını yutmadılar-Yeniçağ)
Kemal Kerinçsiz şimdi nerede? 2.5 yıldır Silivri esir kampında. Tutuklanmadan bir hafta önce Sevgi Erenerol ile beraber Yeniçağ Tv’de PKK’nın Ermenistan’a yerleştiğini açıklayan bir program yapmıştı.
2-Sevgi Erenerol Türkiye’deki misyonerlik faaliyetlerine karşı mücadele ediyordu, O da aynı toplama kampına toplanmaktan kurtulamadı.
3-Emin Gürses Rum Pontus hayali güdenlerin Karadeniz’de yaptığı istihbarat çalışmalarını açık ediyordu, O’da toplama kampında uzun süre kaldı.
4-Hurşit Tolon askerimizin başına çuval geçirildiğinde ABD idi, haberi alınca geri döndü. 1 Mart tezkeresine Türkiye hayır dediği için “biz bunu not ettik” diyen ABD’nin sözüne karşılık Tolon Paşa’da “biz de bunu not ettik” demişti. Kendisi tutuklandığında PKK’lılarca uzun süre protosto edildi.
5-Türkiye 2005 yılında İsrailli Al-Elbit Konsorsiyumuna, kamuoyunda Heron diye bilinen 10 adet insansız uçak siparişini verir. Teslimat tarihi, yapılan sözleşmeye göre 2007’dir. Süre aşılır, lakin bu teslimat yapılmaz.
Hal bu iken ne sözleşme feshedilir ne de sözleşmede var olan tazminat şartı işletilir. Heron’ların alımına TSK başlangıçtan beri karşı çıkar. Niçin mi? İsraillilerin Heron’la ilgili bilgisayar yazılımlarından, kumanda edilmesine kadar hiçbir ayrıntıyı Türkiye’ye vermemesinden! Dahası, TSK Heron’u İsrail’in onay veremeyeceği yerlere de uçuramayacak! Havada kalış süresi sınırlı olan Heron’larla ilgili olarak TSK’nın tereddüt ve itirazları hep devam etti.
İsrail ile bu sorunlar yaşanırken TSK boş durmadı ve gayriresmi olarak alternatif arayışlara girdi. Bu bağlamda Rusya ile ilişki kuruldu. Bir işadamı ve emekli üç Silahlı Kuvvetler mensubu defalarca Rusya’ya gidip gelerek insansız uçak noktasında uzlaşmaya vardı. Rusya’nın ürettiği ve teslimi için taahhüt ettiği insansız uçak Heron’lardan daha uzun süre havada kalabiliyor. Fiyatı da Heronların yarısı kadar.
En önemlisi, kumandası yani uçağın yönetimi tamamen TSK’da olacak. Bilgisayar yazılımından diğer bütün teknik ayrıntılara kadar her şey TSK’ya teslim edilecek. TSK, ön çalışmasını yaptığı bu uçağın alımı için düğmeye bastı. Ancak AKP iktidarı bu alıma olur vermedi ve illa da Heron olsun dedi.
Son bir şey:
Tesadüf herhalde!
Tam bu günlerde Rusya’ya insansız uçak alımı için gönderilen emekli askerlerin ikisi apar topar tutuklandı! Neden mi?
Ergenekon davasından!( Sabahattin Önkibar Yeniçağ Gazetesi)
6-Tümamiral Cem Gürdeniz Tuğamiralken, Karadeniz’de Türkiye’nin ulusal operasyonu olarak başlatılan Uyum Harekatı’nı planlayıp uyarlamışdır. Uyum Harekatıyla Ukrayna’nın katılımı sağlanıp ABD’nin bu bölgeye girme çabalarının önü tamamen kesilmiştir. Özetle; Cem Gürdeniz, ABD’nin Karadeniz’e çıkma çabalarının önünü kesen amiraldir. Doğal olarak O da toplama kampının bir sakinidir(!)..
6-20-11-2006 yılında Orgeneral Ergin Saygun Beyaz Saray’a giriş yaparken, binanın tüm girişlerine yerleştirilmiş olan x-ray cihazı, üniformasındaki metal düğmeler nedeniyle “negatif sinyal” vererek ötmeye başladı. Bunun üzerine kapıdaki güvenlik görevlisi Orgeneral Saygun’un üzerini aramaya kalkıştı. Orgeneral Saygun, bu tutuma anında tepki koyarak Beyaz Saray’ı terk etti ve görüşmesine gitmedi. ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dr. Jack D. Crouch, Beyaz Saray’a girerken aranmak istenen Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Ergin Saygun’dan, kaldığı otele kadar giderek özür diledi. ABD not etmiş olmalı ki Ergin Paşa’da Balyoz Darbe Planından gözaltına alındı, sorgusunun ardından “denetimli” olarak serbest bırakıldı.
7-Sözde Balyoz Planından tutuklanan J.Kur. Albay Hanifi Yıldırım daha yüzbaşıyken terör örgütü elebaşının “gerekirse 1000 kayıp verin ama o bölüğü yok edin” diye emir verdiği o bölüğün komutanıdır. Vücudunda şarapnel parçaları taşıyan bir gazi kahramandır.
8-E. Alb. Levent GÖKTAŞ Kuzey Irak’ta yapılan bütün operasyonlara katılmış. Barzani ve Talabani’nin, adını duyduklarında kaçacak delik aradıkları bir Türk! Arazide pusuya düşen ve kuşatılan askeri birlikle teröristler arasına tek başına girip, elindeki makineli tüfekle teröristlere göz açtırmadan askeri birliğin pusudan çıkmasını sağlayan Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın en seçkin subaylarının eğiticisi ve bir çok birliğinin kurucusudur. Onun vücudunda et ve kemiğe ilave olarak ameliyatla çıkarılamayıp halen vücudunda bulunan kurşunlar ve kırık kemikleri birbirine tutturmak için kullanılan metal parçaları bulunur.
9-Albay Ali Tapan Erzurum davasında “Erzincan’daki istihbarat zafiyeti, teröristlerin Karadeniz’e geçiş noktasını onlar lehine rahatlattı” diyor.
10- Emk. Jandarma Albay Atilla Uğur: Mardin’de PKK’ya karşı çarpışan ve sonrasında terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ı teslim alan ve sorgulayanlar arasında bulunmak. (1999 yılından bu yana PKK tarafından kimliği araştırılırken, kimliği Ergenekon tertibiyle deşifre oldu.) Tutuklanmasının ardından PKK sitelerinde bebek katilinin yakalandığında söylenen söze atfen “vatanına hoş geldin” diye yazıldı.
11- Emk. Korgeneral Engin Alan: CIA güdümlü ve NATO’ya bağlı Özel Harp Dairesi’nden sonra tam aksi yönde çalışan Özel Kuvvetler Komutanlığı yaptı. Abdullah Öcalan’ın Kenya’da yakalanma operasyonunu Türkiye’den yönetti. Şemdin Sakık’ın Kuzey Irak’tan Yarasa Operasyonu ile Türkiye’ye getirilmesinde rol oynadı. Şimdi önemli sağlık problemlerine rağmen tutuklu.
12- Eski Hava Kuvvetleri Komutanı Emk Orgeneral H. İbrahim Fırtına: 2004 ve 2005 tarihlerinde Rusya ve Çin’i ziyaret ederek hava savunma sistemleri ve uzay programlarında işbirliği için görüşmeler yaptı.
Bunlar sadece bir köşe yazısında verebildiğim örnekler. Sözün özü, Türkiye’yi işgal eden gücün çıkarına kim çomak soktu ise, kimi tehlikeli buluyorlarsa bir operasyon ile bertaraf ettiler. Küresel güçlerin faaliyetlerini deşifre eden de, yazan da, Kardak’a Türk Bayrağı’nı diken de tutuklu. Milli direnç noktalarımız etkisiz kılınarak bağışıklık sistemimiz çökertiliyor. İşte anlamamız gereken bu! Baykal olayını da bu bilgiler ışığından okumalıyız. Bu Baykal’ı sevip sevmeme olayı değildir. Bu kendi ülkemizde CİA’nın bizim insanımıza yaptığı operasyonlara hayır deme iradesidir. Lütfen bu operasyonu artık görün!

Erdoğan birilerine kızdığında “bildiklerimizi söylersek” diye tehdit etmiştir. O zamanlar şantaj ile ülke yönetiliyor diye yazdım. Bir Başbakan böyle bir söz edebilir mi? Bir suç var ve siz o suçu saklıyorsanız suç işliyorsunuz demektir. Yok eğer şantaj amaçlı elinizde tutuyorsanız, iki kere suç işliyor ve elinizde tuttuğunuz gücü kötü niyetli kullanıyorsunuz demektir!

Erdoğan’ın akıl hocaları kim bilmiyorum ama bilimsel bir akla sahip olmadıkları kesin. Şöyle ki:
Siyasi iktidar yanlış yaptığında halk muhalefet partilerine, Yargıya ve Askerine güvenir. Bu kurumların varlığı halkta gaz sıkışmasını önler, rahatlatır. Siz askeri düşman ilan edip pasifize ettiniz. Yargıyı ikiye bölüp yandaş yapamadığınız kısmını hedef seçtiniz. Baykal’a kurulan tuzak ile Anamuhalefet Partisi Başkanı istifa ettirildi. Bahçeli’nin başına ne gelecek bilmiyoruz. Medyayı susturdunuz. Yapılan icraatlarınızı eleştiren gazetecileri ya içeri tıktınız, ya da işten attırdınız.

Bu durumda toplumda biriken öfke enerjisinin patlamasını kim engelleyebilir? O gaz birikimi grizu patlaması gibi patlarsa, bu yıkımın altında kimin kalacağı belli olmaz. Siz icraatlarınıza eleştiri getiren, ülkeyi peşkeş çekmenizin karşısında duran kişi ve kurumları belden aşağı yöntemlerle yok ediyorsunuz. Açtığınız bu çirkin yolun sonunda sizleri de yutacağını göremeyecek kadar hırslarınız gözlerinizi kör mü etti?

Yargının etkisiz kılınmasıyla yargıya takılmadan özelleştirmeler yapılacaktır. Ayrıca bu anayasa değişikliği ile AKP kendini güvenceye alarak Anayasanın Değiştirilemez denilen maddelerini değiştirmenin yolunu arayacaktır. Bütün bu hesapları hep iktidarda kalacağını düşünerek yapıyor olabilirler mi? Ya iktidardan düştüklerinde ne olacak? Muhaliflere hazırladıkları tuzaklara kendileri mi düşecek? Demirel Başbakan, Özal Cumhurbaşkanı iken Demirel Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini kısıtlamıştı. Özal’ın ani ölümü ile Cumhurbaşkanı olan Demirel, o kısıtlamaları kendi için çıkarmış oldu. Bu da bir hatırlatmadır.

Erdoğan Baykal’a yapılan aşağılık komplo için; “bir bilgi, belge bulursanız yargıya bildirin” buyuruyor. Aman ne lütuf(!).. Bu ülkenin emniyeti, istihbaratı size bağlı değil mi? O sözü söylerken bile belden aşağı vurmaktan da vazgeçmiyorsunuz. “Bu durumda bile” diyerek olaya atıfta bulunuyorsunuz. Bilmiyorsunuz ki, sizin için de kendi partinizin kadın kollarında bile bu tür yakıştırmalar yapılıyor. Kendinizin ilelebet iktidarda kalacağını zannediyor olmalısınız ki, birilerinin elinde sizin de CD’lerinizin olabileceğini düşünemiyorsunuz. Üstelik o gün geldiğinde ektiğiniz nefret tohumlarından dolayı “hak etti” deneceğini de göremiyorsunuz.
Demokrasi demokrasi diye yırtınıyordunuz ya? İşte, geldiğimiz nokta burası: Şantaj Demokrasisi…
Dünya Baronları (Rothschild ailesi) Türkiye’de ofis açmıştı. 35 CİA ajanının Türkiye’de olduğu söylendi. Demek ki “Şantaj Demokrasisi” oluşturmakta iyi malzeme toplamışlar.
Keşke Baykal istifa ederek “Şantaj Demokrasisi’nin” amacına ulaşmasına izin vermeseydi.

Z_eucar@yahoo.com.tr

Kaynak:http://www.turkishforum.com.tr/tr/content/2010/05/11/santaj-demokrasisi/