Sayfalar

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Nuh'un Gemisi Cudi'de

NUH'UN GEMİSİ'NİN SON RIHTIMI: "CUDİ"


1950'li yılların başından beri, Nuh'un Gemisi, pek çok kitap ve filmin konusu olmuştur. Bu meseleye, o yıllarda hız kazandıran gelişme, 1948 yılında, Hıristiyan bir görgü tanığın, Ararat Dağı' nın buzları altında Gemi 'yi gördüğünü söylemesi olmuştur. O zamandan beri, bu konuyla ilgili pek çok şey iddia edildi ve bu iddialara dayanarak, bir çok araştırmalar başlatıldı. Büyük miktarda para ve zaman harcandı.GEMİ AĞRI DAĞI'NDA DEĞİL80'li yıllarda astronot James Irwin ve arkadaşları, yürüyerek Dağ'ın büyük bir kısmını tırmandılar. Bununla yetinmeyen Irwin ve ekibi, Dağ'ı uçakla fotoğrafladılar .Gayretleriyle, medyanın bir hayli ilgisini çeken Irwin ve ekibi, Gemi hakkında söz etmeye değer bir kanıt bulamadılar. En sonunda, bu araştırmaya katılan birçok kişi, şu iddialarda bulundular:1 -Gemi elementlerine ayrılarak, yeryüzüyle karışıp kayboldu.2 -Tanrı onun bu zamanda açığa çıkmasını istemedi.Ben, Nuh'un Gemisi 'yle ilgili araştırmaların başarısız oluşunun gerçek nedenini:Nuh'un Gemisi 'nin başka bir Dağ'a(Cudi) oturması ve kalıntıların ise günümüze kadar ulaşamaması olarak görmekteyim.Ağrı Dağı'nda yapılan pek çok araştırmada, görgü tanıklarının rivayetleri, çelişkilidir ve detaylı incelemelerin çoğu şüphelidir. Bazı gözlemler ise, pilotlar tarafından yapılmıştır. Bize göre, bu gözlemlerde görülen " gemi benzeri objeler" Ağrı Dağı'nın yapısında bol bulunan büyük bazaltların, gemiye benzetilmesinden kaynaklanmaktadır.Bir başka meselede, Ağrı Dağı' nın yapısıdır. Acaba Ağrı Dağı 'nın orjini(oluşumu), jeolojik 4. zamana ait olmayabilir mi? Yani Büyük Tufan'dan sonra oluşmuş olamaz mı? Çünkü bu Dağ 'ın sular altında kaldığı ile ilgili olarak kanıt yoktur. Eğer Gemi, gerçekten Ararat 'a oturmuşsa neden hiç sedimantasyon veya fosil örneği yok?Nuh'un Gemisi 'nin, bir gün Ararat 'ta bulunacağını düşünmek, biraz fazla iyimserlik olur. Jeolojik nedenler, görgü tanıklarının kuşku verici rivayetleri ve tarihsel nedenler, Nuh'un Gemisi'nin kesinlikle Ararat'ta bulunamayacağını gösteriyor. Şimdi biz bu argümanları inceleyelim.Birçok okuyucunun da bildiği gibi, Gemi' nin karaya oturduğu yerin, Ararat olduğu ile ilgili bilgi, yalnızca Tevrat' da geçiyor. Gemi 'nin, karaya oturduğu yerin, spesifik isminin Ararat olduğunu düşünmek yanlıştır. Musa zamanında Ararat, Asur 'un kuzeyinde bulunan ve merkezi bugünkü Van Gölü olan, oldukça geniş bir bölgedir. Modern arkeolojik çalışmalar, burada bulunan antik bir krallığın sınırlarını çizmiştir.NUH'UN GEMİSİ CUDİ DAĞI'NDACudi Dağı , Ararat Dağı 'nın 200 mil güneyinde ve güney Türkiye 'de yer almaktadır. Suriye ve Irak sınırlarının çok yakınındadır. Tam koordinatları, 37 derece 21 dakika kuzey enlem, 42 derece 17 dakika doğu boylamıdır. Kaynaklarda ismi Judi Dağı , Cordu Dağı , Quarda Dağı, Gordyene Dağları, Gordian Dağları ve Kürtlerin Dağı diye geçer. Asurlular ise, bu dağa Nippu Dağı adını vermişlerdir. Ve en önemlisi de, bu dağın bir zamanlar Ararat Dağı olarak isimlendirilmesidir. 7000 feet(2114m) yüksekliğinde olan bu dağ, çok da yüksek değildir. Yılın büyük bölümünde karlarla kaplıdır.Cudi Dağı, Mezopotamya bölgesine, yukarıdan bakar. Ayrıca Dağ'ın etrafında bulunan arkeolojik kalıntılar bakımından da, dikkate değer bir Dağ dır. Antik tarihten gelen pek çok referansı vardır. Mesela, ( İ.Ö. 700)lü yıllarda yaşayan Asur Kralı Semacherib, Cudi Dağı'nın eteklerine, pek çok rölyef (kabartma) yaptırmıştır. Hıristiyanların bir kolu olan Nestorianlar, Cudi Dağı' na birkaç tane manastır yapmıştır. Bunlardan biri de, zirvede yer alan ve adına da " Gemi'nin Manastırı " denen manastırdır. M.S. 766 yılında, yıldırımla yok olan manastırın yerine, Müslümanlar bir cami yapmışlardır. 1909 yılında, Gertrude Bell , bölgeyi araştırmış ve Dağ 'ın zirvesinde, gemi şekline benzeyen taş bir yapı bulmuştur. Yerliler bu yapıya, Sefineti Nebi Nuh; yani Nuh'un Gemisi diyorlar. Ayrıca Bell , her yılın 14 eylülünde Nuh' un anısına Cudi Dağı 'nda bir araya gelen Yahudi , Hırıstiyan , Müslüman , Sabi ve Yezidilerden bahsediyor. 1949 yılında, 2 Türk gazeteci, 500 feet uzunluğunda bir gemi gördüklerini iddia ediyorlar.TARİHİN TANIKLIĞI: "NUH'UN GEMİSİ CUDİ'YE OTURDU"Nuh'un Gemisi 'nin, karaya oturduğu yerin burası olduğunu ispat etmek, şu an bir jüriye muhtaçtır. Ancak, sadece tarihten gelen referansları dikkate alsak bile, Nuh'un Gemisi 'nin oturduğu dağın, Cudi Dağı olma ihtimali çok yüksektir. Şimdi bu tarihi tanıkların referanslarına bir göz atalım:KİLDANİ KAYNAKLARBEROSSUS: Bir Kildani büyücü, rahip ve tarihçi. (İ.Ö. 3.yy)da, Berossus , Babil tufanının bir başka versiyonunu rivayet eder. Bu rivayete göre gemi, Urartu' da karaya oturmuştur ve geminin bazı parçaları, hala Urartu' daki Gordyaeans (Cudi) dağlarındadır. Berossus, anlatımına şöyle devam eder. Bazıları, gemiyi kazıyarak zift aldılar ve bunu tılsım yapmada kullandılar. Berossus 'a göre, Cudi Dağı, hem Gordyaean Dağları' nda hem de antik Ermenistan (Urartu) sınırındadır.HIRİSTİYAN KAYNAKLAR EUSEBİUS: (İ.S. 3.yy)'da yaşayan,ilk kiliselerin pederlerinden biridir. Gemi 'nin küçük bir parçasının, kendi zamanında, Gardian (Cudi) dağlarında olduğunu söyler.THE PERSHITTA: Pershitta, Suriyeli Hıristiyanların kullandıkları İncildir. Bu İncilde, Tekvin 8/14'te, Nuh 'un Gemisi 'nin, karaya oturduğu yer olarak Quardu(Cudi) Dağı 'nı yazar.BİZANSIN FAUTUSU: Fautus , (İ.S. 4 .yy)'da yaşayan bir tarihçidir. Bir ermeni tarihçisi olarak bilinmesine rağmen, aslı yunanlıdır. Orjinal çalışmaları kaybolmuştur. Ancak, çalışmasının tercümeleri günümüze kadar ulaşmıştır. Notlarından birinde, Nusaybinli keşiş St. Jakop'tan bahseder. St. Jacop, ALLAH 'tan kendisine Nuh'un Gemisi' ni göstermesini istemiş, ALLAH 'ta, bir melek vasıtasıyla, geminin tahtalarından küçük bir parça göstermiştir. Fautus, bu olayın Cudi Dağı 'nda gerçekleştiğini yazar. Zaten Nusaybin'de, Cudi Dağına 70 mil mesafede bir kasabadır. (İ.S. 10.yy)a kadar, tüm Ermeni kaynaklar, Nuh'un Gemisi 'nin, Ermenistan'ın güneyinde bir yerde olduğunu söyler.EPİPHANIUS: Selanik patriği , (İ.S. 4yy)'de yaşamış, din düşmanlarına karşı oldukça etkili olmuştur. Gemi' nin, Gordian (Cudi) Dağlarında olduğunu belirtmiştir. Ve birinin dikkatli incelemesi halinde, Nuh'un Sunağı' nı görebileceğini eklemiştir.EUTYCHIUS : (İ.S. 9.yy)'da yaşamış, İskenderiye patriğidir. Şöyle demiştir:"Gemi, Ararat Dağlarına oturmuştu. O dağ da Musul 'un yanındaki, Cebel Cudi 'dir. Musul antik Ninova 'nın yanında bir şehirdir ve Cudi Dağı'nın 80 mil güneyindedir.İSLAMİ KAYNAKLARKUR'AN: Kur'an derki: Gemi geldi ve Cudi 'ye oturdu. (11/44). Modern İslam ansiklopedisinde, Cudi Dağı 'nı referans gösterir.AL-MASUDİ: (İ.S. 10.yy)'da yaşamıştır. " Gemi geldi ve Cudi'ye oturdu. Tigris'e (Dicle), 8 fersah uzaklıktadır." 8 fersah, 25-30 mil karşılığıdır. Bu mesafede, ölçülünce sizi tam olarak Cudi Dağı 'na götürür.İBN HAUKAL : (İ.S. 10.yy)da yaşamıştır. Cudi'nin Nusaybin kasabasının yanında olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Nuh 'un, dağın dibinde bir köy kurduğunu da eklemiştir.İBN AL-MİD: (İ.S. 13.yy)'da yaşamıştır. 7.yy'da imparator olan Herakliyus 'un bölgeyi görmek için, Cudi Dağı 'na tırmanmak istediğini yazmıştır.ZAKARIYA BIN MUHAMMED AL-KAZWINE: (İ.S. 13.yy)'da yaşamış bir Müslüman coğrafyacıdır. Gemi 'nin tahtaları kullanılarak, bir manastır inşa edildiğini kaydetmiştir. Yer belirtmemiştir.YAHUDİ KAYNAKLARSAMİRİ TEVRATI (İlk beş kitap): Samirilerin kabul ettiği, Tevrat 'ın sadece ilk beş kitabından oluşan bu metne göre, Nuh'un Gemi 'si, Kuzey Asur bölgesinde bulunan Kürt (Cudi ) Dağları'nda, karaya oturmuştur.TARGUM: Targum metinleri, Yahudiler, Babil 'deki ilk sürgünden döndüklerinde, Aramice yazılmış metinlerdir. 3 Targum vardır: Onkelos , Neofiti ve Pseudo Jonatan. Bunların üçüde geminin karaya oturma yerini, Quardu Dağları (Kürt Dağları) olarak belirtir.JOSEPHUS: (İ.S. 1.yy)'da yaşamış, Roma İmparatorluğuna sadık bir Yahudi tarihçidir. Gerçek bir entelektüeldir ve Pavlos ile de çağdaştır. Roma İmparatorluğu'nun resmi görevli tarihçisi olduğu için, zamanının tüm kütüphane ve arşivlerine rahatça ulaşabiliyordu. Kitaplarında, Nuh'un Gemisi 'nden 3 yerde bahsetmiştir. Josephus, Nuh'un Gemisi 'nin karaya oturduğu yeri, kesinlikle Cudi Dağı olarak belirtmiştir.BENJAMİN OF TUDELA: ( İ.S.12.yy)'da yaşamıştır. Seyahat ettiğinde, şöyle yazmıştır. Eski şehrin kalıntıları, Cezire bin Ömer' e, 2 günlük mesafede bulunan Tigris (Dicle) deki Ararat dağındadır. Ömer bin El Hattab, Gemi 'yi zirveden aldı ve ondan cami yaptırdı.(Bu da, Cudi'ye Ararat dendiğinin bir delilidir.)SONUÇYukarıdaki Yahudi Kaynakları' ndaki ifade, bizce ilginçtir. Yani Cudi Dağı 'na Ararat denebilir. Buna ait 2 örnek daha vermek istiyoruz:Birincisi, Prens Nuri 'nin gemiyi keşfetmesi, bu Dağ' ın güney bölgesinde olmuş olabilir. Belkide O, karlarla kaplanmış taş struktürü (yapıyı) gördü. Biz Onun Hindistan'dan gelip, Nestorian kilisesinin lideri olarak, bu dağın doğusunda, Nestorian merkezi yapmasını ilginç buluyoruz. Belki de Nestorian geleneği, Gemi 'nin karaya oturduğu yeri, Cudi dağı olarak işaret ettiği için, O da burayı seçmiştir. Nestorian'ların bir zamanlar, dağın zirvesinde " Geminin Manastırı " denen manastırları vardı. Yıldırımla yok oldu.Soru: Peki neden Prens O Dağ'a Ararat demiştir?Cevap: Çünkü pek çok Hıristiyan'a göre, Gemi nerdeyse, Ararat orası olmalıdır.Bundan daha önemli ikinci bir örnekte, 5 Türk askerinin keşfi. 1.Dünya Savaşından sonra, Bağdat 'tan Adana' daki evlerine dönen bu askerler, Nuh'un Gemisi 'ne rastladıklarını belirtmişlerdir. Bu askerler, Adana' ya giderlerken, neden kuzeye gidip 17000 feetlik Ağrı Dağı' nı tırmansınlar. Büyük ihtimalle, Tigris(Dicle) nehrini izlediler, bu da onları Cudi Dağı 'na ulaştırdı. Evlerine giderken, daha kısa ve kestirme olan Suriye'den geçmediler, çünkü orada İngiliz ordusu vardı. Bize göre bu olay çok önemlidir.Yukarıdaki argümanlar ve tarihi kaynaklar, elbette kesin bir sonuç teşkil etmez. Ancak, Nuh'un Gemisi'nin Son Rıhtımı'nın, CUDİ DAĞI olduğu konusundaki kanıtlar, oldukça zorlayıcı ve çok kuvvetli kanıtlardır .Kaynak: Bill Crouse," Nuh'un Gemisi: Gemi'nin Son Rıhtımı,"Arkeoloji ve Kutsal Kitap Araştırmaları,C.5, No:13, 1992, çev. Gökben Coşkun.ys@yaklasansaat.com

KUR'AN'DA NUH KAVMİ

KUR'AN DA NUH KAVMİ
Muhakkak Biz Nuh'u, kavmine gönderdik. Dedi ki:"Ey kavmim, Allah'a köle olun, sizin O'ndan başka İlahınız yoktur. Doğrusu ben sizin için, büyük bir günün azabından korkarım."
(Nuh'un) Kavmi'nin önde gelenleri dedi ki:"Gerçekten biz seni, apaçık sapkınlık içinde görüyoruz."
(Nuh) dedi ki:"Ey kavmim, bende bir sapkınlık yoktur; ancak ben Alemlerin Rabbi'nden bir elçiyim.Size, Rabbimin risaletini tebliğ ediyor, öğüt veriyor ve sizin bilmediklerinizi, ben Allah'tan biliyorum.Sakınırsınız ve umulur ki rahmet olursunuz diye,sizi uyarmak için, içinizden bir adama, Rabbinizden bir zikir (hatırlatma) gelmesine mi şaşırdınız ?"
(Nuh'u) yalanladılar. Arkasından biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık ve ayetlerimizi yalanlayanları (suda) boğduk. Muhakkak onlar, kör olan bir kavimdi.
[ARAF(7)/59-64]
Onlara, Nuh'un haberini anlat.
O zaman kavmine demişti ki:"Ey kavmim, benim makamım ve Allah'ın ayetleriyle hatırlatmalarım, eğer size ağır geliyorsa, ben Allah'a tevekkül ettim. Siz de işlerinizi ve ortaklarınızı toplayın. Sonra 'işleriniz', sizi kederlendirmesin ! Bana karşıda, hükmünüzü verin, sürede tanımayın! Şayet yüz çevirirseniz, (bilin ki) ben sizden bir ücret istemedim. Benim ücretim Allah'tandır. Ve ben teslim olanlardan olmakla emrolundum."
Arkasından O'nu yalanladılar. Biz de O'nu ve Onunla beraber olanları, Gemiyle kurtardık ve onları halifeler (önderler) kıldık. Ve ayetlerimizi yalanlayanları (suda) boğduk. Uyarılanların akıbetinin (sonunun) ne olduğuna bir bak!
[YUNUS(10)/ 71-73]
Muhakkak Biz Nuh'u, kavmine gönderdik.
(Onlara dedi ki:)" Muhakkak ben, sizin için apaçık bir uyarıcıyım.Köle olmamalısınız, ancak Allah'a köle olmalısınız. Ben sizin için elim (acı) bir günün azabından korkarım."
Kavminden, ileri gelen kafirler (Hakkı örtenler):"Biz seni, bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz. (Yine) görüyoruz ki, sana basit görüşlü, aşağı olan kimselerimizden başkası tabi olmuyor. Sizin bize karşı, bir faziletinizi (üstünlüğünüzü) de görmüyoruz. Bilakis biz sizi, yalancılar görüyoruz" dediler.
Dedi ki (Nuh):"Ey kavmim, görmüyor musunuz, şayet ben Rabbimden bir delil (belge) üzere isem ve bana O'nun indinden bir rahmet verilmişse ve de ona (rahmete) karşı, sizi de bir körlük kaplamışsa da mı, biz sizi buna (iman etmeye) zorlayacağız? Ey Kavmim, ben sizden buna (imana) karşılık bir mal istemiyorum. Benim ücretim, yalnızca Allah'a aittir. Ben iman edenleri de, kovacak değilim. Muhakkak Onlar, Rablerine kavuşacaklardır. Ancak ben sizi, cahil bir kavim olarak görüyorum.Ey kavmim, şayet ben onları (iman edenleri) kovarsam, Allah'tan bana (gelecek azaba karşı), kim yardım edecek? (Hiç) düşünmez misiniz?Ben size, Allah'ın hazineleri yanımdadır, demiyorum ve gaybı da bilmiyorum. Ne de, melek olduğumu söylüyorum. Gözlerinizin hakir gördüğü kimselere de, Allah kesin olarak bir hayır vermez demiyorum. Onların nefislerinde olanı, Allah en iyi bilendir. (Hakka tabi olmazsam), muhakkak o zaman, zalimlerden olurum."
Dediler ki:"Ey Nuh, bizimle cedelleştin (çekişip-durdun), bu cedelleşmede ileri de gittin. Şayet doğru söylüyorsan, bize vaadettiğini getir (görelim)."
(Nuh) dedi ki:"Şayet dilerse, onu size Allah getirir ve siz, (Allah'ı) aciz bırakacak değilsiniz.Eğer Allah, sizi azdırmayı dilemişse, ben size nasihat (öğüt) vermek istesem de, öğüdümün size yararı olmaz. (Allah), sizin Rabbinizdir ve O'na döndürüleceksiniz."
Yoksa Onlar:"Bunu kendisi uydurdu" mu diyorlar?
De ki: "Eğer onu ben uydurduysam, benim cürümüm (suçum) bana aittir ve ben, sizlerin suçlarınızdan beriyim (uzağım)."
Nuh'a vahyedildi ki:"Muhakkak iman edenlerin dışında, elbette kimse iman etmeyecek. Onların yapmakta olduklarından dolayı üzülme.Bizim gözetimimizde ve vahyimizle gemiyi yap. Zalimler (müşrikler) konusunda, Bana hitap etme (seslenme). Muhakkak onlar, (suda) boğulacaklardır."
(Nuh) gemiyi yaparken, kavminin ileri gelenleri, kendisine her uğradığında, Onunla alay ediyorlardı.
(Nuh):"Eğer bizimle alay ederseniz, biz de sizlerle alay ettiğiniz gibi, alay edeceğiz Aşağılatıcı azabın kime geleceğini ve kalıcı azabın kimin olacağını, ilerde bileceksiniz."dedi.
Sonunda, emrimiz geldiğinde ve tandır (fırın-mağma) feveran ettiği (kızıştığı) zaman, dedik ki:"Her birinden ikişer çift (hayvan) ile aleyhlerinde söz geçmiş olanlar dışında, aileni ve iman edenleri ona (gemiye) yükle."
Onunla birlikte, çok azından başkası iman etmemişti.
Dedi ki (Nuh): "Ona binin. Onun yüzmesi de, demir atması (durması) da, Allah'ın adıyladır. Şüphesiz, benim Rabbim bağışlayandır, esirgeyendir."
(Gemi), dağlar gibi dalga(lar) içinde, Onlar ile yüzerken, Nuh, uzaklaşmakta olan oğluna seslendi:"Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kafirlerle birlikte olma."
(Oğlu) Dedi ki:"Ben bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur."
Dedi ki (Nuh): "Bugün Allah'ın emrinden, Allah'ın esirgediği kimseden başkasına koruma yoktur."
Ve ikisinin arasına dalga girdi, (böylece) o da boğulanlardan oldu.
Denildi ki: "Ey Arz (yer), suyunu yut ve ey Sema (gök), sen de (suyunu) tut!"Su çekildi, emir kaza edildi (yerine geldi). (Gemi de) Cudi (dağı) üstüne oturdu. Ve zalimler kavmine de; 'uzak olsun' denildi.
Nuh, Rabbine seslendi.Dedi ki:"Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve muhakkak Senin vaadin de haktır. Sen hakimlerin hakimisin."
Dedi ki (Allah):"Ey Nuh, muhakkak O senin ailenden değildir. Şüphesiz o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse, hakkında bilgin olmayan şeyi, Ben'den isteme. Şüphesiz Ben, cahillerden olmayasın diye, sana öğüt veriyorum."
Dedi ki (Nuh): "Rabbim, bilgim olmayan şeyi, Sen'den istemekten, San'a sığınırım. Ve şayet beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum."
Denildi ki:"Ey Nuh, sana ve seninle birlikte olan ümmetler üzerine, Bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in. (Sizden türeyecek diğer kafir) ümmetleri de yararlandıracağız. Sonra onlara, Bizden elim (acı) bir azap dokunacaktır."
[HUD (11)/ 25-48]
Nuh da; daha önce çağrıda bulunduğu zaman, Biz onun çağrısına cevap verdik. Onu ve ailesini büyük bir üzüntüden kurtardık. Ve ayetlerimizi yalanlayan kavme karşı 'ona yardım ettik'. Şüphesiz onlar, kötü bir kavimdi. Biz de onların tümünü (suda) boğduk.
[ENBİYA (21)/ 76-77]
Muhakkak Biz Nuh'u, kavmine (elçi olarak) gönderdik.
(Nuh), kavmine dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a köle olun, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur, sakınmayacak mısınız?"
Arkasından (Nuh'un) kavminin Hakkı örten önderleri, dediler ki:"Bu, sizin benzeriniz bir beşerden başkası değildir. Size karşı üstünlük elde etmek istiyor. Şayet Allah dileseydi, melekler indirirdi. Biz bunu, geçmiş atalarımızdan da işitmedik.Muhakkak (Nuh), kendisinde cinnet (delilik) bulunan, bir adamdan başkası değildir, onu belli bir süre gözetleyin."
Dedi ki (Nuh):"Rabbim, beni yalanlamalarına karşılık, bana yardım et!"
Arkasından Biz ona:"Gözetimimiz altında ve vahyimizle gemi yap. Ne zaman ki, Bizim emrimiz gelip de, tandır (fırın-mağma) kızışınca, ona (gemiye), her (tür hayvandan) ikişer çift ile, onlardan aleyhlerine söz geçmiş (azap hak olmuş) olanlar dışında, kalan aileni de (gemiye) bindir. Zalimler konusunda, Bana seslenme! Muhakkak onlar, (suda) boğulacaklardır. Ne zaman ki sen ve seninle beraber olanlar gemiye yerleşirsiniz, o zaman, bizi zalim kavimden kurtaran Allah'a, Hamd olsun" deyin diye vahyettik.
Ve deki:"Rabbim, beni mübarek bir menzil (yer) de, indir. Sen konuklayanların en hayırlısısın."
Şüphesiz bunda, ayetler vardır ve muhakkak Biz sınayanlarız. Sonra, onların ardından, başka bir nesil inşa ettik.
[MÜMİNUN (23)/ 23-31]
Nuh Kavmi, vakta ki elçileri yalanladı,onları (suda) boğduk. İnsanlar için onları, bir ayet (alamet) kıldık. Ve Biz Zalimlere,elim (acıklı) bir azap hazırladık.
[FURKAN (25)/ 37]
O zaman onlara, kardeşleri Nuh dedi ki:"Sakınmıyor musunuz?Muhakkak, ben sizin için, emin (güvenilir) bir elçiyim.Allah'tan korkun (sakının) ve bana itaat edin.Buna karşılık, ben sizden bir ücret istemiyorum; benim ücretim ancak Alemlerin Rabbi'ne aittir.Allah'tan korkup (sakının) ve bana itaat edin."
Dediler ki:"Sana, sıradan (aşağı olan) insanlar itaat ederken, iman eder miyiz?"
(Nuh) Dedi ki:"Onların ne yaptıkları konusunda, benim bilgim yoktur.Onların hesabı ancak Rabbime aittir, şayet şuurundaysanız.Ve ben,mü'min olanları kovacak değilim.Ben, yalnızca apaçık bir uyarıcıyım."
Dediler ki:"Şayet vazgeçmezsen ey Nuh,elbette taşlananlardan olacaksınız."
(Nuh) Dedi ki:"Rabbim, şüphesiz kavmim beni yalanladı.Benimle onların arasını, bir açışla aç, beni ve benimle birlikte olan mü'minleri kurtar."
(Arkasından) onu ve onunla birlikte olanları, (hayvanlarla) yüklü bir gemiyle kurtardık. Bundan sonra, (arkada) kalanları da, (suda) boğduk. Muhakkak bunda, bir ayet (alamet) vardır.Ancak onların çoğu, iman edenler olmadılar.
[ŞUARA (26) / 106-121]
Muhakkak Biz Nuh'u, Kavmi'ne gönderdik.İçlerinde elli yılı eksik olmak üzere, bin sene kaldı. Arkasından onlar zalimlerken,'tufan' onları yakalayıverdi. (Böylece) Biz 'onu ve gemi halkını' kurtardık ve bunu, alemlere bir ayet (alamet) kıldık.
[ANKEBUT (29)/14-15]
Şüphesiz Nuh, Bize seslenmişti de, ne güzel icabet etmiştik. Onu ve ailesini, büyük üzüntüden kurtarmıştık. Ve onun soyunu, (dünyada) kalıcı kıldık. Arkadan gelenlere, onu (ders olarak) bıraktık. Alemler içinde, Nuh'a selam olsun. Muhakkak Biz, muhsinlere böyle karşılık veririz. Şüphesiz o, Bizim mü'min kölelerimizdendi. Sonra diğerlerini (suda) boğduk. Muhakkak İbrahim de, onun (soyunun) bir kolundandır.
[SAFFAT(37)/75-83]
Bundan önce, Nuh Kavmi'ni de (yıkıma uğrattık). Muhakkak onlar, fasık bir kavimdi.
[ZARİYAT (51)/46]
Onlardan önce, Nuh Kavmi de yalanlamıştı.
Kölemizi (Nuh'u), yalanlayarak dediler ki: " (O) mecnun (cinni) dir, engellenmiş ve baskı altına alınmıştır."
(Sonunda Nuh), Rabbini çağırdı : "Muhakkak ben, mağlup (yenik) durumdayım, bana yardım et!" dedi.
Biz de, 'bardaktan boşanırcasına akan' bir su ile göğün kapılarını açtık. Yeri de 'coşkun kaynaklar' halinde fışkırttık. Arkasından su(lar), takdir edilmiş bir emir (iş) üzere birleşti. Ve (Nuh'u), levhalar (tahtalar) ve perçinler (çiviler) sahibi gemiyle taşıdık. İnkar edilen (örtülen) o kimseye (Nuh'a), bir mükafat olmak üzere; (gemi) gözlerimizin önünde akıp gitmekteydi. Şüphesiz Biz, bu (tufanı), bir ayet (alamet) olarak bıraktık, var mı düşünen (araştıran)?
[KAMER (54)/9-15]
Muhakkak Biz, Nuh'u ve İbrahim'i gönderdik. Peygamberliği ve Kitabı onların soylarında kıldık. Onlardan hidayet üzere olanlar (vardır.) Onlardan çoğu da fasıktır.
[HADİD (57)/26]
Allah, Hakkı örtenlere, Nuh'un eşini ve Lut'un eşini örnek verdi. İkisi de, kölelerimizden salih olan bu iki kölemizin, nikahları altındaydı; (ancak) o ikisine ihanet ettiler. Bu iki kadına, (eşleri), Allah'tan (hiçbir) şeyle, yarar sağlayamadılar. Ve bu ikisine de, "ateşe girenlerle beraber ateşe girin" denildi.
[TAHRİM (66)/10]
Şüphesiz Biz Nuh'u, kavmine, "onlara elim (acı) bir azap, gelmeden evvel uyarsın" diye gönderdik.
(Nuh) dedi ki:"Ey kavmim, şüphesiz, ben size (gönderilmiş) apaçık bir uyarıcıyım. Allah'a köle olun! O'ndan sakının ve bana itaat edin!(Ki) suçlarınızı bağışlasın ve sizi belirli bir ecele (vakte) kadar ertelesin. Muhakkak Allah'ın eceli (vakti) geldiği zaman, o ertelenmez. Keşke bilseydiniz!"
(Nuh) Dedi ki:"Rabbim muhakkak ben, kavmimi gece ve gündüz davet ettim. Ancak benim davetim (çağrım), onların firarından (kaçışından) başka bir şeyi artırmadı. Doğrusu ben, onları bağışlaman için, her davet edişimde; onlar, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler ve ısrarla kibirlenerek, büyüklük tasladılar.Sonra onları, cehren(açıkça) davet ettim.(Yine)onlara aleni (açık) ve gizli bir şekilde (konuştum)."
Dedim ki:"Rabbinizden mağfiret isteyin; şüphesiz O, çok bağışlayandır. Üzerinize, Gök'ten bol yağmur göndersin. Size mallar ve çocuklarla yardımda bulunsun. Sizin için, bağlar-bahçeler ve ırmaklar kılsın. Size ne oluyor ki, Allah için bir vakar(saygı, büyüklük) ummuyorsunuz(yakıştırmıyorsunuz). Muhakkak O, sizi, "tavır-tavır"(aşama-aşama) yaratmıştır. Allah'ın, semayı (göğü), yedi tabaka halinde, nasıl yarattığını görmüyor musunuz? Ve bunlar içinde Ay'ı bir 'nur', Güneş'i de, (ışık veren) bir 'kandil' kıldı. Allah, sizi, Arz'dan bir bitki (gibi) bitirdi. Sonra sizi, orada iade eder ve sizi bir çıkarılışla çıkarır. Allah, Arz'ı sizin için yaygın kıldı. Öyle ki, orada geniş yollarda gezip-dolaşasınız diye."
Nuh dedi ki:"Rabbim, muhakkak onlar, bana isyan ettiler, mal ve çocukları, kendisine hüsrandan (pişmanlıktan) başkasını artırmayan kimselere uydular. Ve büyük planlar-tuzaklar kurdular. Ve dediler ki: "Kendi ilahlarınızı bırakmayın. Bırakmayın Vedd'i, Suva'ı, Yeğus'u, Ye'uk'u ve de Nesr'i."
(Allah dedi ki): "Muhakkak onlar, birçoğunu saptırdılar. Sen de, zalimlerin sapkınlığından başkasını artıramazsın. Onlar hataları sebebiyle, (suda) boğuldular, arkasından ateşe sokuldular. Onlar Allah'tan başka yardımcı bulamadılar."
Nuh dedi ki: "Rabbim yeryüzünde, kafirlerden bir diyar(yurt) bırakma! Şüphesiz Sen, şayet onları bırakırsan, Sen'in kölelerini saptırırlar. Ve onlar, facirden, kafirden(örtenden) başkasını doğurmazlar. Rabbim, beni, annemi, babamı, mü'min olarak evime gireni, mü'min erkekleri ve mü'min kadınları bağışla. Ve zalimlere helaktan başkasını arttırma."
[NUH (71)/1-28]
ys@yaklasansaat.com




NUH'UN GEMİSİ'NİN SON RIHTIMI: "CUDİ"


1950'li yılların başından beri, Nuh'un Gemisi, pek çok kitap ve filmin konusu olmuştur. Bu meseleye, o yıllarda hız kazandıran gelişme, 1948 yılında, Hıristiyan bir görgü tanığın, Ararat Dağı' nın buzları altında Gemi 'yi gördüğünü söylemesi olmuştur. O zamandan beri, bu konuyla ilgili pek çok şey iddia edildi ve bu iddialara dayanarak, bir çok araştırmalar başlatıldı. Büyük miktarda para ve zaman harcandı.
GEMİ AĞRI DAĞI'NDA DEĞİL
80'li yıllarda astronot James Irwin ve arkadaşları, yürüyerek Dağ'ın büyük bir kısmını tırmandılar. Bununla yetinmeyen Irwin ve ekibi, Dağ'ı uçakla fotoğrafladılar .Gayretleriyle, medyanın bir hayli ilgisini çeken Irwin ve ekibi, Gemi hakkında söz etmeye değer bir kanıt bulamadılar. En sonunda, bu araştırmaya katılan birçok kişi, şu iddialarda bulundular:
1 -Gemi elementlerine ayrılarak, yeryüzüyle karışıp kayboldu.2 -Tanrı onun bu zamanda açığa çıkmasını istemedi.
Ben, Nuh'un Gemisi 'yle ilgili araştırmaların başarısız oluşunun gerçek nedenini:
Nuh'un Gemisi 'nin başka bir Dağ'a(Cudi) oturması ve kalıntıların ise günümüze kadar ulaşamaması olarak görmekteyim.
Ağrı Dağı'nda yapılan pek çok araştırmada, görgü tanıklarının rivayetleri, çelişkilidir ve detaylı incelemelerin çoğu şüphelidir. Bazı gözlemler ise, pilotlar tarafından yapılmıştır. Bize göre, bu gözlemlerde görülen " gemi benzeri objeler" Ağrı Dağı'nın yapısında bol bulunan büyük bazaltların, gemiye benzetilmesinden kaynaklanmaktadır.
Bir başka meselede, Ağrı Dağı' nın yapısıdır. Acaba Ağrı Dağı 'nın orjini(oluşumu), jeolojik 4. zamana ait olmayabilir mi? Yani Büyük Tufan'dan sonra oluşmuş olamaz mı? Çünkü bu Dağ 'ın sular altında kaldığı ile ilgili olarak kanıt yoktur. Eğer Gemi, gerçekten Ararat 'a oturmuşsa neden hiç sedimantasyon veya fosil örneği yok?
Nuh'un Gemisi 'nin, bir gün Ararat 'ta bulunacağını düşünmek, biraz fazla iyimserlik olur. Jeolojik nedenler, görgü tanıklarının kuşku verici rivayetleri ve tarihsel nedenler, Nuh'un Gemisi'nin kesinlikle Ararat'ta bulunamayacağını gösteriyor. Şimdi biz bu argümanları inceleyelim.
Birçok okuyucunun da bildiği gibi, Gemi' nin karaya oturduğu yerin, Ararat olduğu ile ilgili bilgi, yalnızca Tevrat' da geçiyor. Gemi 'nin, karaya oturduğu yerin, spesifik isminin Ararat olduğunu düşünmek yanlıştır. Musa zamanında Ararat, Asur 'un kuzeyinde bulunan ve merkezi bugünkü Van Gölü olan, oldukça geniş bir bölgedir. Modern arkeolojik çalışmalar, burada bulunan antik bir krallığın sınırlarını çizmiştir.
NUH'UN GEMİSİ CUDİ DAĞI'NDACudi Dağı , Ararat Dağı 'nın 200 mil güneyinde ve güney Türkiye 'de yer almaktadır. Suriye ve Irak sınırlarının çok yakınındadır. Tam koordinatları, 37 derece 21 dakika kuzey enlem, 42 derece 17 dakika doğu boylamıdır. Kaynaklarda ismi Judi Dağı , Cordu Dağı , Quarda Dağı, Gordyene Dağları, Gordian Dağları ve Kürtlerin Dağı diye geçer. Asurlular ise, bu dağa Nippu Dağı adını vermişlerdir. Ve en önemlisi de, bu dağın bir zamanlar Ararat Dağı olarak isimlendirilmesidir. 7000 feet(2114m) yüksekliğinde olan bu dağ, çok da yüksek değildir. Yılın büyük bölümünde karlarla kaplıdır.
Cudi Dağı, Mezopotamya bölgesine, yukarıdan bakar. Ayrıca Dağ'ın etrafında bulunan arkeolojik kalıntılar bakımından da, dikkate değer bir Dağ dır. Antik tarihten gelen pek çok referansı vardır. Mesela, ( İ.Ö. 700)lü yıllarda yaşayan Asur Kralı Semacherib, Cudi Dağı'nın eteklerine, pek çok rölyef (kabartma) yaptırmıştır. Hıristiyanların bir kolu olan Nestorianlar, Cudi Dağı' na birkaç tane manastır yapmıştır. Bunlardan biri de, zirvede yer alan ve adına da " Gemi'nin Manastırı " denen manastırdır. M.S. 766 yılında, yıldırımla yok olan manastırın yerine, Müslümanlar bir cami yapmışlardır. 1909 yılında, Gertrude Bell , bölgeyi araştırmış ve Dağ 'ın zirvesinde, gemi şekline benzeyen taş bir yapı bulmuştur. Yerliler bu yapıya, Sefineti Nebi Nuh; yani Nuh'un Gemisi diyorlar. Ayrıca Bell , her yılın 14 eylülünde Nuh' un anısına Cudi Dağı 'nda bir araya gelen Yahudi , Hırıstiyan , Müslüman , Sabi ve Yezidilerden bahsediyor. 1949 yılında, 2 Türk gazeteci, 500 feet uzunluğunda bir gemi gördüklerini iddia ediyorlar.
TARİHİN TANIKLIĞI: "NUH'UN GEMİSİ CUDİ'YE OTURDU"Nuh'un Gemisi 'nin, karaya oturduğu yerin burası olduğunu ispat etmek, şu an bir jüriye muhtaçtır. Ancak, sadece tarihten gelen referansları dikkate alsak bile, Nuh'un Gemisi 'nin oturduğu dağın, Cudi Dağı olma ihtimali çok yüksektir. Şimdi bu tarihi tanıkların referanslarına bir göz atalım:
KİLDANİ KAYNAKLARBEROSSUS: Bir Kildani büyücü, rahip ve tarihçi. (İ.Ö. 3.yy)da, Berossus , Babil tufanının bir başka versiyonunu rivayet eder. Bu rivayete göre gemi, Urartu' da karaya oturmuştur ve geminin bazı parçaları, hala Urartu' daki Gordyaeans (Cudi) dağlarındadır. Berossus, anlatımına şöyle devam eder. Bazıları, gemiyi kazıyarak zift aldılar ve bunu tılsım yapmada kullandılar. Berossus 'a göre, Cudi Dağı, hem Gordyaean Dağları' nda hem de antik Ermenistan (Urartu) sınırındadır.
HIRİSTİYAN KAYNAKLAR EUSEBİUS: (İ.S. 3.yy)'da yaşayan,ilk kiliselerin pederlerinden biridir. Gemi 'nin küçük bir parçasının, kendi zamanında, Gardian (Cudi) dağlarında olduğunu söyler.
THE PERSHITTA: Pershitta, Suriyeli Hıristiyanların kullandıkları İncildir. Bu İncilde, Tekvin 8/14'te, Nuh 'un Gemisi 'nin, karaya oturduğu yer olarak Quardu(Cudi) Dağı 'nı yazar.
BİZANSIN FAUTUSU: Fautus , (İ.S. 4 .yy)'da yaşayan bir tarihçidir. Bir ermeni tarihçisi olarak bilinmesine rağmen, aslı yunanlıdır. Orjinal çalışmaları kaybolmuştur. Ancak, çalışmasının tercümeleri günümüze kadar ulaşmıştır. Notlarından birinde, Nusaybinli keşiş St. Jakop'tan bahseder. St. Jacop, ALLAH 'tan kendisine Nuh'un Gemisi' ni göstermesini istemiş, ALLAH 'ta, bir melek vasıtasıyla, geminin tahtalarından küçük bir parça göstermiştir. Fautus, bu olayın Cudi Dağı 'nda gerçekleştiğini yazar. Zaten Nusaybin'de, Cudi Dağına 70 mil mesafede bir kasabadır. (İ.S. 10.yy)a kadar, tüm Ermeni kaynaklar, Nuh'un Gemisi 'nin, Ermenistan'ın güneyinde bir yerde olduğunu söyler.
EPİPHANIUS: Selanik patriği , (İ.S. 4yy)'de yaşamış, din düşmanlarına karşı oldukça etkili olmuştur. Gemi' nin, Gordian (Cudi) Dağlarında olduğunu belirtmiştir. Ve birinin dikkatli incelemesi halinde, Nuh'un Sunağı' nı görebileceğini eklemiştir.
EUTYCHIUS : (İ.S. 9.yy)'da yaşamış, İskenderiye patriğidir. Şöyle demiştir:
"Gemi, Ararat Dağlarına oturmuştu. O dağ da Musul 'un yanındaki, Cebel Cudi 'dir. Musul antik Ninova 'nın yanında bir şehirdir ve Cudi Dağı'nın 80 mil güneyindedir.
İSLAMİ KAYNAKLARKUR'AN: Kur'an derki: Gemi geldi ve Cudi 'ye oturdu. (11/44). Modern İslam ansiklopedisinde, Cudi Dağı 'nı referans gösterir.
AL-MASUDİ: (İ.S. 10.yy)'da yaşamıştır. " Gemi geldi ve Cudi'ye oturdu. Tigris'e (Dicle), 8 fersah uzaklıktadır." 8 fersah, 25-30 mil karşılığıdır. Bu mesafede, ölçülünce sizi tam olarak Cudi Dağı 'na götürür.
İBN HAUKAL : (İ.S. 10.yy)da yaşamıştır. Cudi'nin Nusaybin kasabasının yanında olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Nuh 'un, dağın dibinde bir köy kurduğunu da eklemiştir.
İBN AL-MİD: (İ.S. 13.yy)'da yaşamıştır. 7.yy'da imparator olan Herakliyus 'un bölgeyi görmek için, Cudi Dağı 'na tırmanmak istediğini yazmıştır.
ZAKARIYA BIN MUHAMMED AL-KAZWINE: (İ.S. 13.yy)'da yaşamış bir Müslüman coğrafyacıdır. Gemi 'nin tahtaları kullanılarak, bir manastır inşa edildiğini kaydetmiştir. Yer belirtmemiştir.
YAHUDİ KAYNAKLARSAMİRİ TEVRATI (İlk beş kitap): Samirilerin kabul ettiği, Tevrat 'ın sadece ilk beş kitabından oluşan bu metne göre, Nuh'un Gemi 'si, Kuzey Asur bölgesinde bulunan Kürt (Cudi ) Dağları'nda, karaya oturmuştur.
TARGUM: Targum metinleri, Yahudiler, Babil 'deki ilk sürgünden döndüklerinde, Aramice yazılmış metinlerdir. 3 Targum vardır: Onkelos , Neofiti ve Pseudo Jonatan. Bunların üçüde geminin karaya oturma yerini, Quardu Dağları (Kürt Dağları) olarak belirtir.
JOSEPHUS: (İ.S. 1.yy)'da yaşamış, Roma İmparatorluğuna sadık bir Yahudi tarihçidir. Gerçek bir entelektüeldir ve Pavlos ile de çağdaştır. Roma İmparatorluğu'nun resmi görevli tarihçisi olduğu için, zamanının tüm kütüphane ve arşivlerine rahatça ulaşabiliyordu. Kitaplarında, Nuh'un Gemisi 'nden 3 yerde bahsetmiştir. Josephus, Nuh'un Gemisi 'nin karaya oturduğu yeri, kesinlikle Cudi Dağı olarak belirtmiştir.
BENJAMİN OF TUDELA: ( İ.S.12.yy)'da yaşamıştır. Seyahat ettiğinde, şöyle yazmıştır. Eski şehrin kalıntıları, Cezire bin Ömer' e, 2 günlük mesafede bulunan Tigris (Dicle) deki Ararat dağındadır. Ömer bin El Hattab, Gemi 'yi zirveden aldı ve ondan cami yaptırdı.(Bu da, Cudi'ye Ararat dendiğinin bir delilidir.)
SONUÇYukarıdaki Yahudi Kaynakları' ndaki ifade, bizce ilginçtir. Yani Cudi Dağı 'na Ararat denebilir. Buna ait 2 örnek daha vermek istiyoruz:
Birincisi, Prens Nuri 'nin gemiyi keşfetmesi, bu Dağ' ın güney bölgesinde olmuş olabilir. Belkide O, karlarla kaplanmış taş struktürü (yapıyı) gördü. Biz Onun Hindistan'dan gelip, Nestorian kilisesinin lideri olarak, bu dağın doğusunda, Nestorian merkezi yapmasını ilginç buluyoruz. Belki de Nestorian geleneği, Gemi 'nin karaya oturduğu yeri, Cudi dağı olarak işaret ettiği için, O da burayı seçmiştir. Nestorian'ların bir zamanlar, dağın zirvesinde " Geminin Manastırı " denen manastırları vardı. Yıldırımla yok oldu.
Soru: Peki neden Prens O Dağ'a Ararat demiştir?
Cevap: Çünkü pek çok Hıristiyan'a göre, Gemi nerdeyse, Ararat orası olmalıdır.
Bundan daha önemli ikinci bir örnekte, 5 Türk askerinin keşfi. 1.Dünya Savaşından sonra, Bağdat 'tan Adana' daki evlerine dönen bu askerler, Nuh'un Gemisi 'ne rastladıklarını belirtmişlerdir. Bu askerler, Adana' ya giderlerken, neden kuzeye gidip 17000 feetlik Ağrı Dağı' nı tırmansınlar. Büyük ihtimalle, Tigris(Dicle) nehrini izlediler, bu da onları Cudi Dağı 'na ulaştırdı. Evlerine giderken, daha kısa ve kestirme olan Suriye'den geçmediler, çünkü orada İngiliz ordusu vardı. Bize göre bu olay çok önemlidir.
Yukarıdaki argümanlar ve tarihi kaynaklar, elbette kesin bir sonuç teşkil etmez. Ancak, Nuh'un Gemisi'nin Son Rıhtımı'nın, CUDİ DAĞI olduğu konusundaki kanıtlar, oldukça zorlayıcı ve çok kuvvetli kanıtlardır .
Kaynak: Bill Crouse," Nuh'un Gemisi: Gemi'nin Son Rıhtımı,"Arkeoloji ve Kutsal Kitap Araştırmaları,C.5, No:13, 1992, çev. Gökben Coşkun.


ys@yaklasansaat.com

12 Nisan 2009 Pazar




Galileo Galilei


(1564 - 1642)
Galileo Galilei, (1564 - 1642), modern fiziğin ve teleskobik astronominin kurucularından olan İtalyan bilim adamı.1564'te İtalya'nın Pisa şehrinde doğdu. Dönemi­nin tanınmış müzikçilerinden Vincenzo Galile­i'nin oğlu olan Galilei, ilk tahsilini Floransa'da yaptı. 1581'de Pisa Üniversitesinde tıp tahsiline başladı, ancak parasızlıktan okulu terk etti. 1583'ten itibaren matematiğe ilgi duyan Galilei, bu konudaki çalışmaları sayesinde 1589'da Pisa'da profesörlük elde etti.Sarkacın, yüzen cisimlerin ve hareketin Aristo fiziğinden farklı bir düşünceyle matematiksel olarak ele alınması gerektiğine inanan Galilei, Pisa Kulesinden ağırlık düşürerek Aristo'nun yanlışlığını açıkça gösterdi. Bu davranışı yaşlı profe­sörlerle anlaşmazlığa düşmesine sebep oldu. 1592'de Pisa'yı terk ederek, Padova Üniversitesi matematik kürsüsüne geldi.1597'de pratikte çok faydası olan pusulayı ticari olarak piyasaya arz etti. 1600 senesinden hemen sonra ilkel bir termometre, insan kalp atışının ölçümünde kullanılmak üzere bir sarkaç ve 1604'te serbest düşüşün matematik kanunlarını keşfetti. Ancak düzgün ivmeli hareket kavramı hatalıydı. 1609'da Hollanda'da teleskopun bulunduğunu işitti. Kendisi daha ileri bir alet yaparak bunu astronomi gözlemlerinde kullandı. 1610' da aydaki dağlar, yıldız kümeleri ve Samanyolu üzerine ilk tespitlerini yayınladı. Bu arada Jupiter'in dört uydusunun varlığını bildirdi. Bu kitabı çok ilgi uyandırdı ve Floransa'da saray matematikçisi olmasını sağladı. Hemen sonra Venüs gezegeninin devreleri ve Satürn’ün şekli hakkında bilgi verirken, astronomideki Ptolemy (Batlamyus) sistemini tartıştı.1611'de Roma'ya gitti ve oradaki Bilim Akademisi'ne üye seçildi. Floransa'ya dönüşünde hidrostatik üzerine pek çok profesörün itirazına sebep olan kitabı ile 1613'te güneş lekeleri üzerine yazdığı eserini yayınladı. Bu eserinde Kopernik sistemini açık bir şekilde müdafaa etti. Bundan dolayı papazların ağır hücumuna uğradı. 1615'te bizzat Roma'ya giderek iddiasını müdafaa eti. Ancak 1616'da Papa Beşinci Paul tarafından kitaplarını tetkik için bir komisyon kuruldu. Bu komisyon Galileo'nun kitaplarını yasaklamadı. Sadece dünyanın döndüğü iddiasından vazgeçmesini istedi.Galilei, bir müddet bilimin pratik yönüne döndü, mikroskobu geliştirdi. Ancak 1618'de üç kuyruklu yıldızın görülmesiyle kiliseyle münakaşaya girdi. Arkadaşının Sekizinci Urban olarak Papa seçilmesinden cesaret alarak yazdığı "İki Kainat Sistemi Üzerine Konuşmalar" adlı eserini 1632'de yayınladı. Ancak kitabı daha önce yapılan uyarılarla çeliştiği söylentilerine rağmen Roma’da mahkemeye çağrıldı. 1633'te bu kitap yasaklandı ve kendisi müebbet hapse mahkum edildi.Yetmiş yaşında hapsedilen Galilei'nin gözleri kör oldu ve 1642 yılında hapiste öldü


(M.Ö. 287-212)

Arşimet (Archimedes), M.Ö. 287 - 212 yılları arasında yaşamış Sicilya doğumlu Yunan matematikçi, fizikçi, astronom, filozof ve mühendis. Bir hamamda yıkanırken bulduğu iddia edilen suyun kaldırma kuvveti bilime en çok bilinen katkısıdır ancak pek çok matematik tarihçisine göre integral hesabın babası da Arşimet'tir.Roma generali Marcellus, Sirakuza'yı kuşattığında, Archimedes adlı bir mühendisin yapmış olduğu silahlar nedeniyle şehri almakta çok zorlanmıştı. Bunların çoğu mekanik düzeneklerdi ve bazı bilimsel kurallardan ilham alınarak tasarlanmıştı. Örneğin, makaralar yardımıyla çok ağır taşlar burçlara kadar çıkarılıyor ve mancınıklarla çok uzaklara fırlatılıyordu. Hatta Archimedes'in aynalar kullanmak suretiyle Roma donanmasını yaktığı da rivayet edilmektedir. Ancak bütün bunlara karşın M.Ö. 212 yılında Romalılar Sirakuza'yı zapt ettiler ve şehrin diğer ileri gelenleriyle birlikte Archimedes'i de öldürdüler. Söylendiğine göre, bu sırada Archimedes toprak üzerine çizdiği bir problemin çözümünü düşünüyormuş ve yanına yaklaşan Romalı bir askere oradan uzaklaşmasını ve kendisini rahat bırakmasını söylemiş; ancak asker Archimedes'e aldırmayarak hemen öldürmüş. Tarihin nadir olarak yetiştirdiği bu çok yetenekli bilim adamının öldürülüşü Romalı generali de çok üzmüş.Archimedes hem bir fizikçi, hem bir matematikçi, hem de bir filozoftur. Gençliğinde bir süre İskenderiye'de bulunmuş, burada Eratosthenes ile arkadaş olmuş ve daha sonra da onunla mektuplaşmıştır. Archimedes'in mekanik alanında yapmış olduğu buluşlar arasında bileşik makaralar, sonsuz vidalar, hidrolik vidalar ve yakan aynalar sayılabilir. Bunlara ilişkin eserler vermemiş, ancak matematiğin geometri alanına, fiziğin statik ve hidrostatik alanlarına önemli katkılarda bulunan pek çok eser bırakmıştır.Geometriye yapmış olduğu en önemli katkılardan birisi, bir kürenin yüzölçümünün 4πr2 ve hacminin ise 4/3 πr3 eşit olduğunu kanıtlamasıdır. Bir dairenin alanının, tabanı bu dairenin çevresine ve yüksekliği ise yarıçapına eşit bir üçgenin alanına eşit olduğunu kanıtlayarak pi'nin değerinin 3 l/7 ve 3 10/71 arasında bulunduğunu göstermiştir.Archimedes'in en parlak matematik başarılarından biri de, eğri yüzeylerin alanlarını bulmak için bazı yöntemler geliştirmesidir. Bir parabol kesmesini dörtgenleştirirken sonsuz küçükler hesabına yaklaşmıştır. Sonsuz küçükler hesabı, bir alana tasavvur edilebilecek en küçük parçadan daha da küçük bir parçayı matematiksel olarak ekleyebilmektir. Bu hesabın çok büyük bir tarihi değeri vardır. Sonradan modern matematiğin gelişmesinin temelini oluşturmuş, Newton ve Leibniz'in bulduğu diferansiyel ve entegral hesap için iyi bir temel oluşturmuştur.Archimedes Parabolün Dörtgenleştirilmesi adlı kitabında, tüketme metodu ile bir parabol kesmesinin alanının, aynı tabana ve yüksekliğe sahip bir üçgenin alanının 4/3'üne eşit olduğunu ispatlamıştır.İlk defa denge prensiplerini ortaya koyan bilim adamı da Archimedes'dir. Bu prensiplerden bazıları şunlardır:Eşit kollara asılmış eşit ağırlıklar dengede kalır. Eşit olmayan ağırlıklar eşit olmayan kollarda aşağıdaki koşul sağlandığında dengede kalırlar: f1 · a = f2 · b Bu çalışmalarına dayanarak söylediği "Bana bir dayanak noktası verin Dünya'yı yerinden oynatayım." sözü yüzyıllardan beri dillerden düşmemiştir.Arşimet, kendi adıyla tanınan sıvıların dengesi kanununu da bulmuştur. Söylendiğine göre, bir gün Kral II Hieron yaptırmış olduğu altın tacın içine kuyumcunun gümüş karıştırdığından kuşkulanmış ve bu sorunun çözümünü Arşimet'e havale etmiş. Bir hayli düşünmüş olmasına rağmen sorunu bir türlü çözemeyen Archimedes, yıkanmak için bir hamama gittiğinde, hamam havuzunun içindeyken ağırlığının azaldığını hissetmiş ve "Buldum, buldum" diyerek hamamdan fırlamış. Acaba Arşimet 'in bulduğu neydi? Su içine daldırılan bir cisim taşırdığı suyun ağırlığı kadar ağırlığından kaybediyordu ve taç için verilen altının taşırdığı su ile tacın taşırdığı su mukayese edilerek sorun çözülebilirdi.Archimedes'in araştırmalarından önce, tahtanın yüzdüğü ama demirin battığı biliniyordu; ancak bunun nedeni açıklanamıyordu. Archimedes'in bu kanunu doğada tesadüflere yer olmadığını, her zaman aynı koşullarda aynı sonuçlara ulaşılacağını göstermiştir. Archimedes, 23 yüzyıl önce, modern bilimsel yöntem anlayışına çok yakın bir anlayışla, bugün de geçerli olan statik ve hidrostatik kanunlarını bulmuş ve bu katkılarıyla bilim tarihinin en büyük üç kahramanından birisi olmaya hak kazanmıştır.Arşimed'in Siraküza Savunması
MÖ 216 yılında Arşimed 70 yaşını aşmış, akrabalarından biri olduğu söylenen Siraküza kıralı Hieron ölmüştü. İkinci Pön Savaşı sonunda da şehir yenilgiye uğramış, Kartaca'lılarla birleşmeyi kabul etmişti. Bunun üzerine Romalılar, ünlü konsüllerinden biri olan Claudius Marcellus'u bir orduyla Siraküza'ya gönderdiler.Yaşlı Arşimed, hiçbir zaman katılmadığı siyaset alanından uzakta kendini çalışmalarına vermiş, sessiz ve sakin bir hayat sürüyordu. Ama onun hikmet ve zekasına hayranlık duyan hemşehrileri şehri savunması için kendisinden yardım dilediler. Arşimet, bu çağrıyı adeta istemeyerek kabul etti.Romalılar, onun bir mucit ve mühendis olarak yaratıcı kabiliyetini öğrenmekte gecikmediler. Bir gün, kıyıdaki şehir surlarına kadar sokulan bir Roma savaş gemisi birdenbire dev gibi korkunç bir kerpetenle karşılaştı. Duvarların arkasından çıkan bu alet gemiyi pruvasından yakaladığı gibi çeneleri arasında kıstırarak parçaladı. Kaldıraç kolları ve dönel kasnaklar yardımıyla işleyen bu aletin çalışma prensipleri Arşimet tarafından ortaya konulmuştu. Böylece bir kaldıraç mekanizması ilke defa olarak gerçekleştiriliyordu.Bu arada surların arkasına yerleştirilen dev mancınıklar, düşmanın üzerine ağır oklar ve taş yağdırıyordu. Güvertesi ve bordası delik deşik olan gemilerin direkleri parçalanıyor, gemidekilerin üzerine düşüyor, düşman ağır kayıplar veriyordu.Arşimet'in Güneş ışınlarını büyük bir ayna aracılığıyla düşman üzerine yansıtıp gemileri ateşe verdiği de söylenir. Ama inanılması oldukça güç olan bu hikaye, belki de bir efsaneden başka bir şey değildir.Bununla birlikte Arşimet'in icat ettiği makineler, Romalıların gözlerini o derece yıldırmıştı ki surların üzerinde bir ip ya da değnek gördükleri zaman gene onun bir makinesi sanarak bağırıp kaçışıyorlardı. Claudius Marcellus, ister istemez hayranlık duyduğu bu düşmanıyla kendi mühendislerinin başa çıkamayacağını anladı. "Bu matematik devi ile neden savaşalım ? Bizimle alay eder gibi kıyıda oturup donanmamızı yok ediyor !" diyerek Siraküza'yı tam bir ablukaya aldı.



İsaac Newton


(4 Ocak 1643-20 Mart 1727)
Sir Isaac Newton, (4 Ocak 1643 (25 Aralık 1642) – 31 Mart 1727(20 Mart 1727)) İngiliz fizikçi, matematikçi, astronom, mucit, felsefeci ve simyacıdır. Tarihteki en etkileyici bilim adamı olduğu düşünülür. Bilim devrimi ve bilimsel metod, onun adıyla anılır.Bir çiftçi olan babası, Newton doğmadan üç ay önce öldü. On iki yaşında Grantham'da King's School'a yazılan Newton, bu okulu 1661'de bitirdi. Aynı yıl Cambridge Üniversitesi'ndeki Trinity Kolej'e girdi. Nisan 1665'te bu okuldan lisans derecesini aldı. Lisansüstü çalışmalarına başlayacağı sırada ortalığı saran veba salgını yüzünden üniversite kapatıldı.Salgından korunma amacıyla annesinin çiftliğine sığınan Newton, burada geçirdiği iki yıl boyunca en önemli buluşlarını gerçekleştirdi. 1667'de Trinity Kollej'e öğretim üyesi olarak döndüğünde diferansiyel ve integral hesabın temellerini atmış, beyaz ışığın renkli bileşenlerine ayrıştırılabileceğini saptamış ve cisimlerin birbirlerini, uzaklıklarının karesi ile ters orantılı olarak çektikleri sonucuna ulaşmıştı. Çekingenliği yüzünden Newton her biri bilimde devrim yaratacak nitelikteki bu buluşların çoğunu uzun yıllar sonra (örneğin türev ve integral hesabı 38 yıl sonra) yayımlamıştır.Lisansüstü çalışmasını ertesi yıl tamamlayan Newton 1669'da henüz 27 yaşındayken Cambridge Üniversitesi'nde matematik profesörlüğüne getirildi. 1671'de ilk aynalı teleskobu gerçekleştirdi, ve ertesi yıl Royal Society üyeliğine seçildi. Royal Society'ye sunduğu renk olgusuna ilişkin bildirisinin eleştirilere hedef olması, özellikle Robert Hooke tarafından şiddetle eleştirilmesi üzerine Newton tümüyle içine kapanarak, bilim dünyasıyla ilişkisini kesti.1675'de optik konusundaki iki bildirisi yeni tartışmalara yol açtı. Hooke makalelerdeki bazı sonuçların kendi buluşu olduğunu, Newton'un bunlara sahip çıktığını öne sürdü. Bütün bu tartışma ve eleştiriler sonucunda 1678'de ruhsal bunalıma giren Newton ancak yakın dostu ünlü astronom ve matematikçi Edmond Halley'in çabalarıyla altı yıl sonra bilimsel çalışmalarına geri döndü.Cambridge Üniversitesi'nde Katolikliği yaygınlaştırma ve egemen kılma çabalarına karşı başlatılan direniş hareketine öncülük eden Newton, kral düşürüldükten sonra 1689'da üniversitenin parlamentodaki temsilciliğine seçildi. 1693'de yeniden bir ruhsal bunalıma girdi ve yakın dostlarıyla, bu arada Samuel Pepys ve John Locke ile arası bozuldu. İki yıl süren bir dinlenme döneminden sonra sağlığına yeniden kavuştuysa da bundan sonraki yaşamında bilimsel çalışmaya eskisi gibi ilgi duymadı. Daha sonra 1699'da Fransız Bilimler Akademisi'nin yabancı üyeliğine 1703'de Royal Society'nin başkanlığına seçildi.Gelmiş geçmiş bilim adamlarının en büyüklerinden biri olarak kabul edilen Newton, matematik ve fizikte çok önemli buluşlar gerçekleştirdi. Matematikte (a+b)ª ifadesinin üstel seriye açınımını veren genel iki terimli teoremini buldu. Newton'un bilime en büyük katkısı mekanik alanındadır. Merkezkaç kuvveti yasası ile Kepler yasalarını birlikte ele alarak kütle çekim yasasını ortaya koydu. Newton hareket yasaları olarak bilinen eylemsizlik ilkesi, kuvvetin kütle ile ivmenin çarpımına eşit olduğunu ifade eden yasa ve etki ile tepkinin eşitliği fiziğin en önemli yasalarındandır.Newton yaptığı çalışmalarda bazı hesaplamaların içinden çıkamayınca kendi bulduğu formüllere uyması için bazı varsayımlar ortaya atmak zorunda kalmıştır. Kendisi de bu varsayımların hatalı olduğunu bilmesine rağmen bunları kullanmak zorunda kalmış. İlerleyen yıllarda yapılan bilimsel araştırmalarla Newton'un bu hataları tespit edilmiştir. Ama yine de yaptığı çalışmalara kıyasla bunlar göz ardı edilmiştir...
Başlıca eserleri:Method of Fluxions (1671) De Motu Corporum in Gyrum (1684) Philosophiae Naturalis Principia Mathematica (1687) Opticks (1704) Arithmetica Universalis (1707) An Historical Account of Two Notable Corruptions of Scripture(1754)
window.google_render_ad();



Albert Einstein


(14 Mart 1879 - 18 Nisan 1955) ,


Alman asıllı fizikçi 20. yüzyılın en önemli kuramsal fizikçisi olarak nitelenebilir. Görelilik kuramını geliştirmiş, kuantum mekaniği, istatistiksel mekanik ve kozmoloji dallarına önemli katkılar sağlamıştır. Kuramsal fiziğine katkılarından ve fotoelektrik etki olayına getirdiği açıklamadan dolayı 1921 Nobel Fizik Ödülü'ne layık görülmüştür. (Nobel Ödülü'nün ve Nobel Komitesi'nin o zamanki ilkeleri doğrultusunda, bugün en önemli katkısı olarak nitelendirilen görecelik kuramı fazla kuramsal bulunmuş ve ödülde açıkça söz konusu edilmemiştir.)Ulm'da doğdu. Çocukluğunu Münih'de geçirdi ve ilk öğrenimini burada yaptı. Lise öğrenimini 1894'te İsviçre'de tamamladı ve 1896'da Zürih Politeknik Enstitüsü'ne (ETH) girdi. Albert Einstein sonradan İsviçre vatandaşı oldu ve Sırp asıllı bir kız öğrenci ile evlendi. Sonra Bern'de federal patent dairesinde görev aldı. Bu görevden arta kalan zamanlarda çağdaş fizikte ortaya atılmaya başlanan problemler üzerinde düşünmek fırsatını buldu. Önce atomun yapısı ve Max Planck'ın kuvantum teorisi ile ilgilendi. Brown hareketine ihtimaller hesabını uygulayarak bunun teorisini kurdu ve Avogadro sayısının değerini hesaplayarak teorisini test etti. Kuvantum teorisinin önemini ilk anlayan fizikçilerden birisi oldu ve bunu ışıma enerjisine uyguladı. Bu da onun, ışık tanecikleri veya fotonlar hipotezini kurmasını sağladı. Bu yoldan fotoelektrik olayını açıklayabildi. Bu çalışmalarını açıklayan ve 1905 yılında "Annalen der Physik" dergisinde yayımlanan iki yazısından başka, üçüncü bir yazısı daha çıktı ve bu yazıda görecelik teorisinin temelini attı. Teorileri sert tartışmalara yol açtı. 1909'da Zürih Üniversitesi'nde öğretim görevlisi oldu. Prag'da bir yıl kaldıktan sonra, Zürih Politeknik Enstitüsü'nde profesör oldu. 1913'de Berlin Kaiser-Wilhelm Enstitüsünde ders verdi ve Prusya Bilimler akademisine üye seçildi. İsviçre vatandaşı olarak 1. Dünya Savaşı'nda tarafsız kaldı.

22 Şubat 2009 Pazar

Yaptığım Çalışmalardan görünümler

Yaptığım çalışmalardan 3 adet seçme resim

Gençlik depresyonda: Sahipsiz Gençler (Füzenle desen)

Karakalem portre


Birilerinin dedesi, benim değil.




Başarının sırrını açıklayan ayet!

Başarının sırrını açıklayan ayet!
22-Nisan-2008
Bir kilo bal uğrunda yüz bin km kanat çırpmayı, ya da dünyanın etrafında 7 defa dönmeyi kim göze alır?
Başarının sırrını açıklayan ayet!
Dr. Muhammed Bozdağ
Toz gibi yumurtadan çıkan minik bir yavrunun hayatına dikkatinizi çekeceğim. Altıgen bir kutunun içerisinde dünyanın en özel sütüyle sürekli beslenir. On binlerce kardeşiyle birlikte kendisine dadılık yapan işçiler yetişinceye kadar on bin kez doyurulur. Bu hızla altı günde ilk ağırlığının 1500 katına ulaşır.
Kutusundan çıkar çıkmaz, kimseden ders almadan ve boş beklemeden yuvasındaki atık maddeleri dışarıya taşır ve yuvayı yeni kardeşleri için temizler. Önce vücudunun salgıladığı mikrop öldürücü sıvıyı yuvaya sürer. Ardından da yeni doğan binlerce kardeşleriyle uyum içinde kanatlarını vantilatör gibi çırparak içerdeki kirli havayı dışarıdaki temiz havayla değiştirir.
Hayatı yeni başlamıştır ve son nefese değin durmayacak, yavaşlamayacaktır. Kovan içinde veya dışında, ilahi plan kendisine hangi görevi vermişse onu gerçekleştirmek üzere sürekli çalışır. İnsanlara bir kilo bal bırakabilmek için 40 bin kardeşiyle birlikte 6 milyon çiçeği dolaşır. Bir kilo bal uğrunda yüz bin km kanat çırpmayı, ya da dünyanın etrafında 7 defa dönmeyi göze alır.
Bal arısı çalışkanlığı sayesinde adını tarihe yazdırmış, insanların hayatında yer ve rol edinmiştir. İnsan da benzer biçimde İnşirah suresinin sonundaki ilahi emre tam uysa adı tarihe altın harflerle yazılır. Dertlerden kurtulur, huzur bulur. Başarının efendisi olur.
Başarımızı arttırmak ve hayatımızdaki değerleri yükseltmek istiyoruz. Bu yolda bize yol ve yordam sunacak eserler arıyoruz. Ancak son zamanlarda televizyonun ve internetin getirdiği eylemsiz, girişimsiz hayalcilikten sıyrılamıyoruz. Hele de anne babalarımız bizi koruyup besledikçe de cam fanus içerisinde hayatın çilelerinden mahrum büyüyoruz. Derken ergenlik çağı geçiyor ve ansızın yaşadığımızı, omuzlarımızda büyük bir sorumluluk bulunduğunu fark ediyoruz.
Önce kolay ve bedavadan yollar arıyoruz. Alın terinin değerini keşfedemeyenler piyangoyla, at yarışıyla hayata tutunabileceklerini sanıyorlar. Derken akıllı gibi görünerek başta türlü hayalciliklere kapılıyoruz. “Başarıyı hayal etmeyi başarının yeter şartı sayan” kitapların büyüsüyle bodruma çekilip hayal kurmakla hedeflerimize ulaşacağımızı sa nıyoruz. Sihir gibi, hokus pokus yoluyla… Sonra da insanı yaratıcı yerine koyan sırlı, çekimli, kuantumlu formüllere inanıyor, yıllar içinde bir arpa boyu yol alamıyoruz. Biz böyle hayallerle oyalanırken hayat ayaklarımızın altından akıp gidiyor.
Küresel aktörlerin istediği budur. Kendi elitleri dışındaki toplulukları sürü yerine koyuyorlar. Sürüler düşünmemeli, sadece onlara hizmet için çalışmalı, dönen dolapları anlamamalı, boş hayallerle oyalanmalı. Sürüler sadece taklit etmeli, çılgınca tüketmeli, borç içerisinde kavranmalı, özgün bir sanata, ciddi bir beceriye sahip olanlarsa mutlaka kendi küresel değerlerine boyun eğenler arasından çıkmalı.
Küresel güçlerin pazarladığı her şey o güçlerin saflarını güçlendirmeye hizmet ediyor. Biz de başardığımızı kazandığımızı sanarak oyalanıyoruz ve yıllar sonra perdeler çekilince soyulduğumuzu anlıyoruz.
Bir sır arayana benim verebileceğim sır iki kanattır: Hikmetine uygun şekilde üretmek için çalış ve gerektiği gibi dua et. İste ve hakkıyla çırpın. Dua ve çalışma başarı güvercininin iki kanadıdır.
Hayatta yeterince başarılı olabilecek misiniz? İnsanların dünyasına muhteşem katkılar sunabilecek misiniz? İyi şeyler üretmek istemiyorsanız, yeşeren çekirdek olmak istemiyorsunuz demektir. Öyleyse ya ekildiğiniz toprakta, ya da sizi yiyen bir kuşun midesinde çürüyüp yok olursunuz. Değerinizi beslemek istiyorsanız yapacağınız bellidir:
-Hayatınızdaki tüm gereksiz meşguliyetleri çıkarıp atın.
-Başarının sadece alın terinden geçtiğini onaylayın. Alın terinizi katmadığınız başarının onurunu üstlenemeyeceğini kabul edin.
-Erken kalkın ki dünya erken kalkanların malıdır.
-Asla boş oturmayın. Ne televizyonun, ne bilgisayarın karşısında ne parkta, ne otobüste, ne kuyrukta… Hiçbir yerde bir dakika bile boş durmayın. Boş durmak, faydasız bir iş yapmaktır.
-Boş dakikalarınızda yapabileceğiniz faydalı işler, hobiler listesi oluşturun.
-Yapacak hiçbir iş bulamıyorsanız yürümek, gülümsemek, derin solumak, hatta salonu dağıtıp düzeltmek de bir iştir. Yapacak iş bulamamak imkânsızdır. Çevrede milyonlarca iş varken boş duran kimseyi suçlamasın.
-İlle de işi başkası vermek zorunda değil. Kendinize iş yapın. Siz de bir gün kendi işinize ücret ödeyebilir hale gelirsiniz.
-İşleriniz arasında saat başı 5-10 dakika kaslarınızı gevşetmek ve zihninizi boşaltmak için durun. Ancak en iyi dinlenmenin yolunun da farklı biçimde çalışmak olduğunu unutmamalısınız.
İnsanı çok çalışmak bir yorarsa, boş oturmak on yorar.
Çalışarak ilerleyeceksiniz ve attığınız her adım sizi yeni bir kapının önüne getirecek. Siz ilerledikçe yeni yollar açılacak. Çalışmaya alışmanızın sonunda,
-Akşamınıza gönül huzuru içerisinde uyumaya hazır ulaşacaksınız.
-O günkü iş ve üretim hâsılanız kalbinizi coşturacak.
-Yaşamanın, kendini gerçekleştirmenin evrende varlık, etki ve iz oluşturmanın değerini kavrayacaksınız.
-Sevilen meşguliyetlerle en ciddi hastalıkların bile iyileşebildiğini fark edeceksiniz.
-Vücudunuzdan toksinleri, zihninizden düşünce virüslerini atmış olacaksınız.
-Basit kafalarla ve dedikodularla kıvranan doyumsuz ve tatminsiz insanlarla aranızda uçurumlar oluşacak.
-Üretiminiz ve birikiminiz hızla artacak, başarınız geometrik katlanacak.
-Varlığınız insanlığa rahmet olacak ve vesilenizle çok sayıda insanın ıstırabı dinecek.
Edison’a başarısının sırrını sormuşlar da yüzde birini zekâyla, yüzde doksan dokuzunu çalışmayla ilişkilendirmiş. Çalışmaya köle olan başarıya sultan olur. İşte başarının sırrını açıklayan o ayet: “Bir işten boş kaldın mı hemen diğer işe giriş.” (Kur’an: İnşirah, 7-8)
Çalışmanın coşkusunu keşfetmek muhteşem bir ilahi lütuftur. Şükürsüz gönüller çalışmaktaki lezzetleri tadamıyorlar. Herkesin çalışmanın coşkusunu keşfetmesini dilerim.

7 Ekim 2008 Salı

ÖMER FARUK TEKBİLEK


Ömer Faruk Tekbilek
(d. 1951 Adana),
Müzisyen Sanatçı, Adana şehrinde doğmuş, genç yaşta müzikle uğraşmaya başlamıştır. Ney ve bağlama eğitiminin yanı sıra bir çok enstrumanla da ilgilenmiş, Türk müziği ritm ve makamlarını öğrenmiştir. Erken yaşta İstanbul'da bazı müzisyenlerle çalışma imkanı bulmuş, ayrıca mevlevi kültürünü yakından tanıma fırsatını da elde etmiştir. 1971'de 20 yaşında Türk Klasik Folklör grubunun üyesi olarak gittiği Amerika'da evleneceği bayan ile tanışmış, 1976 yılında kalıcı olarak Amerika'ya yerleşmiştir. Bir süre Sultans adlı gurubuyla müzik hayatına devam ettikten sonra prodüktör Brian Keane ile tanışmış, sonrasında dünya çapında tanınmasını sağlayan bir çok başarılı albüme imza atmıştır. Eserlerinde doğu ve batı ezgilerini folklorik ve sufi ezgilerin içinde sentezleyerek dünya çapında beğeni kazanmıştır.
Bugüne kadar, dünyaca tanınan bir çok sanatçıyla çalışmış, çok sayıda yerli ve yabancı ödül kazanmış, albümleri dünya çapında yüksek satış rakamlarına ulaşmış ve farklı ülkelerde büyük konserler vermiştir. Müziğiyle kültürler arası kardeşliğe dikkat çeken virtüöz, sanatını icra etmeye devam etmektedir.

29 Eylül 2008 Pazartesi

NEVİDE GÖKAYDIN

NEVİDE GÖKAYDIN
Selanik 1923 doğumludur. İlkokul tahsilini, Edirne, Alience Français’de, Fransızca olarak, tamamladı. Cağaloğlu Kız Ortaokulu’nda eğitim görürken, buradaki resim öğretmeni, değerli sanatçı, Feyhaman Duran ve eşi Güzin Duran, kendisini resim sanatına yönlendiren isimler oldu. Çapa Kız Muallim Okulu’nda, eğitimini tamamladıktan sonra, kısa bir süre, Güzel Sanatlar Akademisi, Çallı Atelyesi’de çalıştı. Daha sonra, Gazi Eğitim Enstitüsü’ne geçerek, Resim Bölümünden mezun oldu. Göreve, kendi isteği üzerine, Savaştepe Köy Enstitüsü’de, başladı. Bunu takiben, sırasıyla Kızılçullu Köy Enstitüsü ve İstanbul Resim Semineri’nde görev yaptıktan sonra, Gazi Eğitim Enstitüsü, Resim Bölümü’ne, öğretmen olarak atandı (1951).

1958 yılında, British Council’den kazandığı üç yıllık bursla, İngiltere’de, Bath Academy Of Art’a gitti. Burada, bir yıl süre ile, yaptığı lisans üstü çalışmada, Gravür dalında, Prof.Henry Cliff; Kumaş baskı dalında Prof. Stephen Russ; Seramik dalında Prof. James Tower; Litografi dalında Prof. Clifford Ellis ile çalıştı. Bu dönem içinde, davet edildiği çeşitli, ilk okul ve sanat okullarında, eğitim ve öğretim metodlarını inceledi ve konuşmalar yaptı. Bu konuşmalarında, Türkiye’de hazırladığı, film şeritlerini (İstanbul’un zaptı, Kurtuluş Savaşı, Kaz Çobanı ve Taçlı Yılan, Nasreddin Hoca’nın, ‘Ye Kürküm Ye’ hikayesi gibi) sınıflara göstererek, Türkiye’yi tanıttı.
Aynı dönemde, ICI (Imperial Chemical Industry) Boya Sanayii’nin, Manchester’deki bölümünde, boya kimyası üzerinde araştırmalar yaptı. Bu araştırmalarının ürünlerini, Türkiye’ye döndüğünde yazdığı, “Yaratıcı Kumaş Baskı Teknikleri” adlı, Gazi Üniversitesi tarafından basılan, kitabında toplamıştır. Univercity of London, Institute of Education’da, bir seri konferansa katıldı. Akademideki çalışmaları, Okul tarafından satın alınarak, hem okulda, hem de, Londra’daki galerilerde sergilendi. 1967 yılında, ikinci kez İngiltere’ye gitti. Londra’da, Central School of Art and design’da, Hornsy Collage’da ve Literary City School’da, Gravür ve litografi dallarında Prof.Kestelman; tahta baskı, linol baskı ve kumaş baskı dallarında Prof. Vernon Mills ile detaylı çalışmalar yaptı. Akademilerdeki Sanat Eğitimi çalışmalarını inceledi. Aynı yıl, okullarda ürettiği çalışmaları ile, Londra’da, Hilton Oteli salonlarında, bir kişisel sergi açtı. Bu sergideki eserlerinden bazıları Gülbenkyan tarafından satın alınmış, halen, Gülbenkyan Vakfı’nın, Portekiz’deki merkezinde sergilenmektedir.
Bu çalışma döneminde, Cambridge Üniversite’si, ‘Jesus Collage’ tarafından, 24 Temmuz 1967 tarihinde, düzenlenmiş bulunan, “Türk Sanatı Üçüncü Uluslararası Kongresi’ne” davetli olarak katılmıştır Türk Kültür Ateşeliği aracılığı ile, bu kez de, İngiltere’de, çağdaş eğitimin, öncü uygulayıcıları olan ‘Modern School’ları gezerek incelemelerde bulundu. Ayrıca, ‘Öğretmeni İş Başında Yetiştirici’ kursları da, takip etme fırsatını buldu. 1969 yılında yurda döndü. Nevide Gökaydın, 1941 yılından günümüze kadar süren ve halen devam etmekte olan, uzun çalışma yaşamında, birbirine paralel olarak yürüttüğü sanatsal ve mesleki faaliyetleri üç grupta toplanabilir;
Sanatsal çalışmaları,
Mesleki çalışmaları,
Mesleki çalışmalarına yardımcı faaliyetleri ve diğer etkinlikleri.








Sesleniş

Programlar, biyografiler yararlı aktiviteyi ve sonuçları tam olarak açıklayamaz. Bu nedenle, kısa bir değerlendirme ile, yarar ve amaçları netleştirmek istiyorum. Bilgi ve kültürün, toplumun yaşam temelini oluşturduğunu unutmayalım. Yurdumuzun geleceği ve kaderi, gençlerimizin, yazıda açıklanan kaynaklarla, doğru eğitim ve yetişkin öğretim üyeleri aracılığı ile zihinsel beslenmelerine bağlıdır. Yukarıda açıklanan, “çağdaş” ve “doğru eğitim” yetişkin eğiticiler aracılığı ile, gencin ulaşacağı AKIL POTANSİYELİ, yurdu, mutlaka ileri bir düzeye ulaştıracaktır. Çağdaş değerler ile, iyi yetişmiş bir gençlik, işbirliğinin de önemini bilecektir. Bu beraberliği de bilerek , isteyerek sağlayan, yine bu gençlik olacaktır. Eğitimci olarak, yıllarımı paylaştığım, yakından tanıdığım, değerli öğrencilerimde ve bütün Türk Gençliğin’de, bu gücün var olduğunu biliyor ve onların oluşturacağı toplumumuza inanıyorum.
Nevide GÖKAYDIN

7 Ağustos 2008 Perşembe

PROF. DR. YUSUF HALAÇOĞLU


HALAÇOĞLU HOCAYA DAİR
AKP hakkında açılan kapatma davasının görüşülmesine sayılı günler kalmışken, Ergenekon adı verilen yapılanma çerçevesinde gözaltıların ve tutuklamaların ardından 2455 sayfalık iddianamede açıklandı. Herkes bu gündemlerle iştigal olurken Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU da Ermenilere jest olsun diye görevden alınıyordu.
8 Temmuz'dan beri İsviçre'nin Bern kentinde yapılan Türkiye-Ermenistan görüşmelerinin ardından 23 Temmuz 2008 günü Resmi Gazete de bir görevden alınma kararı bütün (medya organlarının)(gazete, televizyon ve internet medyasının) üst sıralarında yerini aldı. 21 Eylül 1993'den bu yana Atatürk Kültür merkezi mi?, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı, Türk Tarih Kurumu Başkanı olarak görev yapan Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu Gazi Üniversitesi'ndeki asli görevine iade edilmek üzere görevinden alındığı duyuruluyordu.
Ne diyordu Halaçoğlu Hoca; Ermeni Soykırımı konusunda buyurun masaya biz arşivlerimizi açalım diyordu. Her şey gözler önünde diyordu. Van da Ermeniler tarafından yapılan katliamları yaşayıp halen hayatta olanlar da ortada canlı şahit olarak duruyordu.
Türk değil Türkiyelilik söylemini ortaya koyan, Kürdistan dan gelen haberler bizi mutlu ediyor diyen, Kerkük'te Türkmenleri yok sayan, Barzani'ye kardeşim diyen bir zihniyetin sahibi olan Recep Tayip Erdoğan Ermenilerle aramızda buzları eritmek için tarihin gerçeklerini söyleyen Halaçoğlunu görevden alarak görevini yerine getiriyordu.
Sayın Başbakanın kardeşim dediği Talabani ve Barzani Dağlıca'da 12 Şehit verdiğimiz gün "biz bir kedi dahi vermeyiz" diyorlardı. Şehitlerin cenazesi kalkmadan Recep Tayip Erdoğan ise İngiltere'ye gezmeye gidiyordu. Memleket alev alev şehit acısıyla yanarken konferans dinliyor, İsrail Başbakanı ile görüşmeler yapıyordu. Hele o süreçte söyledikleri traji komik olaylar hala güncelliğini korumakta ve ağızlarda espiri konusu olmaktadır.
Bildik kararların altına imza atan Recep Tayip Erdoğan AB yollarında kapı çalarken 26 Şubat 1992 günü Azerbaycanda Hocalı Katliamının başında bulunan eli kanlı katil Ermenistan Eski Devlet Başkanı Koçaryan'ın hamisi, Ermenistan yeni Devlet Başkanının Cumhurbaşkanı Gül'ü Erivanda yapılacak olan Ermenistan – Türkiye Milli maçı için davet etmiştir. İsviçre de yapılan görüşmelerin ardından hemen jestini yaparak Ermeni Soykırımı yalanını her defasında bozan Prof.Dr. Yusuf HALAÇOĞLU'nun görevine son vermiştir.
Halaçoğlu hoca ki sayısız eserlerin altına imza atmış, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdür Yardımcılığı, Marmara Üniversitesi Rektör Yardımcılığı ve Rektör Vekilliği gibi görevlerde bulunmuştur.
Kafası kapatma davasıyla dolu, bir yanda Ergenekon Operasyonuna odaklanan Büyük Ortadoğu Projesinin Eşbaşkanı Recep Tayip Erdoğan'a Ermeni Meselesi hakkında birkaç tavsiyede bulunmak istiyoruz.
1- Türk Tarihinde Ermeniler, Ankara 2001 (Prof.Dr. A. Süslü, Prof.Dr. F.Kırzıoğlu, Prof.Dr. R.Yinanç ile beraber).
2 - Ermeni Tehciri ve Gerçekler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2001.
3 - Facts On The Relocation of Armenians. 1914-1918, Ankara 2002.
4 - Ermeniler: Sürgün ve Göç, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2004.
Bu eserler Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı, Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu tarafından Ermeni Meselesi hakkında kaleme aldığı eserler arasında yer almaktadır. Bu kitapları okuduğunuzda belki bir nebze faydalanırsın diyoruz.
Göreve geldiği günden bu yana millilik adına ne varsa bölüp parçalayan, şehit anasına askerlik yan gelip yatma yeri değildir diyerek kendi oğullarını askere göndermeyen, vatandaşına ananı da al git diyen, şehit cenazelerine abartılıyor diyen, şehitler ölmez vatan bölünmez haykırışlarının üzerine kolluk kuvvetlerini salan zat-ı muhterem.
Kıbrıs Davasının Mücahidi Rauf DENKTAŞ'a yaptıkların daha hafızalarda saklı duruyor. Siz ki Eski DEP milletvekillerini Başbakanlık konutlarını karşılamakla gurur duyuyorken Talabani'yle Barzani'yle kardeşlik edip BOP'a eş başkanlık yaparken şehide kelle apo ya sayın diyerek hüsni niyet gösterirsin.
Tüccar mantalitesiyle ülke yönetmeye kalkan, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kırmızı çizgilerini hiçe sayan, dışarıda ver kurtul içerde sat kurtul mantığıyla yürüyen Recep Tayip Erdoğan burslarla okuttuğu çocuğuna gemi alıp "ne var sanki gemi var gemicik var bankadan kredi alın sizde alırsınız" diyerek Türk Milletiyle alay eden muhterem.
Sen Ermenilere hüsni niyet göstermek için böyle bir bilim adamını bulunduğu kurumun başından habersizce görevden alırken HALAÇOĞLU Hocanın gösterdiği büyük tevazunun da kendisine örnek olmasını diliyoruz.
Bakın ne diyor. Halaçoğlu Hocam;
Görevden alınma gerekçemi bilmiyorum. Kararname Resmi Gazete'de çıkmış. Gazeteciler beni arayınca haberim oldu. Umurumda değil. Sırtımda yüktü. Ben her zaman ne biliyorsam onu söyledim. Hep tarih bilinci ile bilimsel çerçevede görüşlerimi ifade ettim, doğru bildiğim yolda yürüdüm. Bunun dışındakiler beni fazla ilgilendirmiyor. Hiçbir şeyden haberim yok. Makama bağlılık gibi bir derdim olmadığı için, niye görevden alındığımla ilgilenmem, sormam. Bir bilim adamı olarak birilerinin torpili ile bir makama gelmeyi ve o makamda kalmak içinde torpil arayışı içinde olmayı sindiremem
En güzel makam bilim makamıdır. Bilim adamlığımı da kimse elimden alamaz. Görevden alanlar bilim adamlığımın seviyesini tayin edemez. Bundan sonra da bir tarih bilimci olarak ilmi çalışmalarımı sürdüreceğim. 1993'ten beri TTK Başkanı'yım. Bu kuruma 15 yıl hizmet yapmış biri olarak ilgili sayın Bakanın, en azından bir teşekkür etmesi şık olurdu. Ancak bu da kendilerinin nezaket ve terbiye anlayışlarıyla ilgili kendilerinin bilecekleri bir iş. Ben kimseye, özellikle devletime ve milletime kırgın değilim. Ben geçmişte 3.5 yıl devlet arşivleri genel müdür vekilliği yaptım. O zamanda kimse teşekkür etmedi. Millet ve Allah biliyor nasıl olsa. Ben milletim için çalıştım.

Bir de şu misali veriyor Hocam;
"Bu her zaman için olabilecek bir konu. Şeyhülislamlardan biri; 'Biz elimize ayakkabımızı almış insanlarız, her zaman için bulunduğumuz yerden başka yere gidebiliriz' diyor. Biz aynı düşüncedeyiz. Bugün devletin şu görevini yaparsınız, yarın bilim adamı olarak görevinize devam edersiniz, normaldir bunlar, normal karşılıyorum."
Ermeni lobisi için tarihin gerçeklerini ortaya koyduğun bu görevden senin bir kez daha gerçek yüzünü ortaya koymuştur. Hamasi nutuklar yerine belgeyle evrakla tarihin gerçekleriyle konuşan, gerçekleri suratınıza vuran Halaçoğlu Hoca'nın da gösterdiği tevazuda sana bir ders olsun.

PROF. DR. YUSUF HALACOĞLU KİMDİR?
1949 yılında Adana'nın Kozan kazasında doğdu. 1967'de liseyi, 1971 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yeniçağ Tarihi Kürsüsü'nden "Fırka-i İslâhiye ve Kozan" isimli lisans tezini hazırlayarak mezun oldu. 1974 yılında aynı üniversitede Yeniçağ Tarihi Kürsüsü'nde asistan, 1978 yılında "XVIII. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nda İskân Siyâseti" konulu doktora tezi ile doktor oldu. 1982'de Yardımcı Doçent, Nisan 1983'te de "Osmanlı İmparatorluğu'nda Menzil Teşkilâtı ve Yol Sistemi" isimli doçentlik tezini hazırlayarak doçentliğe yükseldi. 1983-84 öğretim döneminde bir yıl süreyle 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 41. maddesi uyarınca Elâzığ Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nde görev yaptı. 1986 yılında Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü'ne geçti. 20 Mart 1989'da "XVI. Yüzyılda Sosyal, Ekonomik ve Demografik Bakımdan Balkanlar'da Bazı Osmanlı Şehirleri" konulu takdim tezi ile profesörlüğe yükseldi. Aynı tarihlerde Türk Tarih Kurumu asıl üyesi seçildi. 1989 yılında Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı'na tayin edildi ; 17 Aralık 1990'da da Genel Müdür Yardımcılığına getirildi. Bu sırada, Osmanlı Arşivi'nin otomasyonunu başlattı. Bu görevinden 2 Mart 1992'de istifa etti ve Marmara Üniversitesi'ndeki görevine döndü. 26 Ağustos 1992 tarihinde Rektör yardımcısı oldu. 23 Ekim 1992'de Rektör vekili ve Kasım 1992'de tekrar rektör yardımcılığında bulundu. Bu görevdeyken 21 Eylül 1993'de Türk Tarih Kurumu Başkanlığı'na getirildi.
23 Temmuz 2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan kararla, Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Gazi Üniversitesi’ndeki asli görevine iade edilmek üzere görevinden alındı.
BİLİMSEL ÇALIŞMALARI
a) Basılmış Kitaplar1
- Ahmed Cevdet Paşa, Ma‘rûzât, İstanbul 1980, V-XV+270 s., 16 belge, 3 harita.
2- XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun İskân Siyâseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1988, VII-XX+179 s., 2 harita (İkinci baskı).
3- Osmanlılarda Ulaşım ve Haberleşme (Menziller), PTT Genel Müdürlüğü Yayını, Ankara 2002.
4- Osmanlı Devlet Teşkilâtı ve Sosyal Yapı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1991 (Dördüncü baskı).
5- Başlangıçtan 1774'e Kadar Osmanlı Tarihi, Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi ( Bir heyetle beraber), İstanbul 1982.
6- 90 Numaralı Mühimme Defteri, İstanbul 1994 (Bir heyetle beraber).
7- Türk Tarihinde Ermeniler, Ankara 2001 (Prof.Dr. A. Süslü, Prof.Dr. F.Kırzıoğlu, Prof.Dr. R.Yinanç ile beraber).
8- Ermeni Tehciri ve Gerçekler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2001.
9- Facts On The Relocation of Armenians. 1914-1918, Ankara 2002.
10- Ermeniler: Sürgün ve Göç, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2004.
b) Makaleler :
1- "Midhat Paşa'nın Necid ve havalisi ile ilgili birkaç lâyihası", Tarih Enstitüsü Dergisi, Sayı 3 (İstanbul 1973), s. 149-176.
2- "Fırka-i İslâhiye ve Yapmış olduğu iskân", Tarih Dergisi, Sayı 27 (İstanbul 1973), s. 1-20.
3- "Teselya Yenişehri ve Türk eserleri hakkında bir araştırma", Güney-doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, Sayı 2-3 (İstanbul 1974), s. 89-100.
4- "Bombay şehbenderi Hüseyin Hasib'in 1876 tarihli bir mektubu", Türk Kültürü Dergisi, Sayı 136-138 (Ankara 1974), s. 259-265.
5- "Batı Trakya Türk Basınından seçmeler", Türk Kültürü Dergisi, Sayı 159 (Ankara 1976), s. 29-37.
6- "Şer‘iyye Sicilleri'nin Toplu Kataloğuna Doğru, Adana Şer‘iyye Sicilleri", Tarih Dergisi, Sayı 30 (İstanbul 1976), s. 99-108.
7- "Greec Policy and the Ottoman State, 1885-1918", Dış Politika (Foreign Policy) Dergisi, V/1-2 (Ankara 1977), s. 47-57 (Aynı makale "Yunanistan'ın Osmanlı Devleti'ne karşı takip ettiği siyaset (1885-1918)" adı altında Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı 6 (İstanbul 1980), s. 14-25'de Türkçe olarak da yayınlanmıştır).
8- "Tapu-Tahrir Defterlerine göre XVI. Yüzyılın ilk yarısında Sis (=Kozan) Sancağı", Tarih Dergisi, Sayı 32 (İstanbul 1979), s. 819-892+1041-1046.
9- XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun iskân siyâsetinde Derbendlerin yeri", Millî Eğitim ve Kültür, Sayı 6 (Ankara 1980), s. 95-102.
10- "Osmanlı İmparatorluğu'nda Menzil Teşkilâtı hakkında bazı mülâhazalar", Osmanlı Araştırmaları (The Journal of Ottoman Studies), Sayı II, İstanbul 1981, s. 123-132.
11- "Ahîlik ve Adana Esnaf Teşkilâtı", Türk Kültürü ve Ahîlik, İstanbul 1986, s. 197-201.
12- "Kendi Kaleminden Ahmed Cevdet Paşa", Ahmed Cevdet Paşa Semineri Bildirileri, İstanbul 1986, s. 1-6.
13- "Ma‘rûzât ve Tezâkir'de Mustafa Reşid Paşa ve Tanzimat Erkânı", Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, Bildiriler, Ankara 1987, s. 25-29.
14- "Binbaşı İsmail Hakkı Bey'in Kaşgar'a dâir eseri", Tarih Enstitüsü Dergisi, Sayı 13 (İstanbul 1987), s. 521-549.
15- "Hatay ve Yöresinde Türk Aşiretlerinin Yerleştirilmesi", Türk Kültürü Dergisi, Sayı 296 (Ankara 1987), s. 11-14.
16- "XVII ve XVIII. Yüzyıllarda Gaziantep ve Yöresindeki Türk Aşiretlerinin Yerleştirilmesi", Türk Kültürü Araştırmaları Dergisi, Erol Güngör'e Armağan, Ankara 1988, s. 109-112.
17- "Abbas Ağa",Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul 1988, I, 20-21.
18- "Abdülkerîm-i Keşmîrî", DİA, I, İstanbul 1988, s. 252-253.
19- "Adana", DİA, I, İstanbul 1988, s. 349-353.
20- "Adıyaman", DİA, I, İstanbul 1988, s. 377-379.
21- "Adile Hatun", DİA, I, İstanbul 1988, s. 382.
22- "Ağrı", DİA, I, İstanbul 1988, s. 479-481.
23- "Tarih Boyunca Kozan", Kozan Yıllığı, İstanbul 1988, s. 3-19.
24- "Osmanlı Devlet Teşkilâtı", Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1989, s. 312-453.
25- "XVI. Yüzyılda Sosyal, Ekonomik ve Demografik Bakımdan Balkanlar'da Bazı Osmanlı Şehirleri", Belleten, LIII/207-208 (Ankara 1989), s. 637-681.
26- "Ahmed el-Mücahid", DİA, II, İstanbul 1989, s. 109.
27- "Alâeddin Halacî", DİA, II, İstanbul 1989, s. 330.
28- "Turkish settlement in Rumelia (Bulgaria) in the 15 th and 16 th centuries : town and village population", International Journal of Turkish Studies, vol 4/2 (İstanbul 1990), s. 23-40.
29- "Kuruluşundan Günümüze Bulgaristan'da Türk Nüfusu", Sosyal ve İktisat Tarihi Kongresi, Bildiriler, Marmara Üniversitesi, İstanbul 1989.
30- "Tahrir Defterlerine Göre XVI. Yüzyılda Bazı Anadolu Şehirlerinde Demografik Yapı", Yakın Tarihimizde Van Uluslararası Sempozyumu, Bildiriler, Ankara 1990, s. 215-222.
31- "Anadolu, Osmanlı Hakimiyetine geçişi", DİA, III, İstanbul 1991, s. 116-117.
32- "Anadolu, Ulaşım ve Yol Sistemi", DİA, III, İstanbul 1991, s. 127-128.
33- "Arapkir", DİA, III, İstanbul 1991, s. 328-329.
34- "Ardahan", DİA, III, İstanbul 1991, s. 350.
35- "Asir", DİA, III, İstanbul 1991, s. 482-484.
36- "At", DİA, IV, İstanbul 1991, s. 28-31.
37- "Bagras", DİA, IV, İstanbul 1991, s. 450-451.
38- "Bağdad", DİA, IV, İstanbul 1991, s. 433-437.
39- "Kosova Savaşı", I. Kosova Zaferinin 600. Yıldönümü Sempozyumu , 26 Nisan 1989, Ankara 1992, s. 29-33.
40- "Basra", DİA, V, İstanbul 1992, s. 112-114.
41- "Başhalife", DİA, V, İstanbul 1992, s. 130.
42- "Batı Trakya", DİA, V, İstanbul 1992, s. 144-147.
43- "Bayram Paşa", DİA, V, İstanbul 1992, s. 266-267.
44- "Belen", DİA, V, İstanbul 1992, s. 403-404.
45- "Bulgaristan", DİA, VI, İstanbul 1992, s. 396-399.
46- "Cebel-i Bereket", DİA, VII, İstanbul 1993, s. 185-186.
47- "Cerrah Mehmed Paşa", DİA, VII, İstanbul 1993, s. 415.
48- "Cevdet Paşa", DİA, VII, İstanbul 1993, s. 443-450.
49- "Cisr-i Mustafa Paşa", DİA, VII, İstanbul 1993, s. 33-34.
50- "Cürm ü Cinayet", DİA, VII, İstanbul 1993, s. 138-139.
51- "Çirmen", DİA, VII, İstanbul 1993, s. 341-342.
52- "Les récents développements Archivistiques en Turquie et les archives Ottomanes", Les Villes Arabes, La Demographie Historique et la Mer Rouge a l'Epoque Ottoman, Actes du le Symposium İnternational d'Etudes Ottomanes, Tunus-Zaghouan 1994, s. 67-72.
53- "Klâsik Dönemde Osmanlılarda Haberleşme ve Yol Sistemi", Çağını Yakalayan Osmanlı, Osmanlı Devleti'nde Modern Haberleşme ve Ulaştırma Teknikleri, İstanbul 1995, s. 13-21.
54- "Fatih Devri'nde Osmanlı Devleti'nde Sosyal Hayat", İstanbul Armağanı, Fetih ve Fatih, İstanbul 1995, s. 91-103.
55- "Osmanlı Belgelerine Göre Türk-Etrâk, Kürd-Ekrâd Kelimeleri Üzerine Bir Değerlendirme", Belleten, LX/227 (Ankara 1996), 139-146 (26 Belge ile birlikte) ; Aynı makale ingilizcesi : "The Evaluation of the Words Türk-Etrâk, Kürd-Ekrad as the Appear in the Ottoman Documents", Belleten, LX/227 (Ankara 1996), 147-154.
56- "Osmanlılarda Nevruz Kutlamaları", Nevruz ve Renkler, Türk Dünyasında Nevruz İkinci Bilgi şöleni Bildirileri (Ankara, 19-21 Mart 1996), Ankara 1996, s. 183-188.
57- "Sosyal ve Kültürel Yapılanma Açısından Alınması Düşünülen Tedbirler", Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Terör Sorununun Milli Güç Unsurları Açısından İncelenmesi ve Alınması Gereken Tedbirler Sempozyumu Bildirileri (İstanbul, 14-16 Mayıs 1997), İstanbul 1997, s. 149-159.
58- "Ahmet Cevdet Paşa ve Ma‘rûzâtı", Ahmet Cevdet Paşa (1823-1895) Sempozyumu Bildirileri (9-11 Haziran 1995), Ankara 1997, s. 247-251, 253-254, 255, 257-259.
59- Tarih Çevirme Klavuzu, "Sunuş", Ankara 1997, s. VII-VIII.
60- Egede Temel Sorun, Egemenliği Tartışmaları Adalar : "Sunuş", Ankara 1998, s. VII-VIII.
61- "Anadolu İskânında Urfa ve Çevresi", Türk Kültüründe Karakeçililer Uluslararası Bilgi şöleni Bildirileri (Şanlıurfa-3 Haziran 1999), Ankara 1999, s. 21-26.
62- Türk-Rus İlişkilerinde 500 Yıl, 1491-1992, "Sunuş", Ankara 1999, s. V-VI.
63- "Kıbrıs'ın Alınmasından Sonra Ada'ya Yapılan İskânlar ve Kıbrıs Türklerinin Menşei", Rauf Denktaş'a Armağan, Ankara 2000, s. 208-219 (Doç.Dr. M. Âkif Erdoğdu ile beraber).
64- "Adana Tarihçesi", Efsaneden Tarihe, Tarihten Bugüne Adana : Köprübaşı, haz. Erman Artun-M. Sabri Koz, Yapı Kredi Yayını, İstanbul 2000, s. 10-17.
65- "Osmanlı Döneminde Türkiye'nin Nüfus Yapısı ve Aşiretler", Anadolu'da ve Rumeli'de Yörükler ve Türkmenler Sempozyumu Bildirileri (Tarsus-2000), Ankara 2000, s. 137-144.
66- "Kolonizasyon ve Şenlendirme", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Cilt 4 (Ankara 1999), s. 581-586. Aynı yazı, Yeni Türkiye, Sayı 32 (Ankara 2000), s. 630-635.
67- "Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti ve Balkanlar", I. Uluslararası Türkoloji Kongresi Bildirileri (Prizren 12-14 Aralık 1998), Ankara 2001, s. 29-37.
68- "Atatürk ve Tarih", Hava Kuvvetleri Dergisi, Sayı 339 (Ekim 2001), s. 84-89.
69- "Realities Behind the Relacation", The Armenians in the Late Ottoman Period, Edited by Türkkaya Ataöv, Ankara 2001, s. 109-142.
70- "Ermeni Meselesiyle İlgili Birkaç Rus Kaynağı", Yeni Türkiye, Ermeni Sorunu Özel Sayısı, cilt II/37 (Ankara 2001), s. 735-741.
71- "Ermeni Tehciri", Ermeni İddiaları ve Türkiye Sempozyumu Bildirileri, Kocaeli Üniversitesi, Kocaeli 2001, s. 27-48.
72- "Osmanly Türkmen Döwletinde Hökümet we Jemgyyetçilik ulgamlarynyñ kåmilleşmegi we bu kåmilleşmåniñ Türki Halklarynyñ Dünyåsine Tåsiri", Miras, Sayı 3, Aşkabad 2001.
c) Kitap Tanıtımları :
1- Xavier de Planhol, Les fondements géographiques de l'histoire de l'Islam, Paris 1968, Güney-Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, Sayı 4-5 (İstanbul 1976), s. 347-355.
2- Nasım Zia, Kıbrıs'ın İngiltere'ye geçişi ve Ada'da kurulan İngiliz İdaresi, Ankara 1975, Tarih Dergisi, Sayı 30 (İstanbul 1976), s. 206-207.
d) Kongre, Seminer ve Sempozyum
1- "Kuruluşundan Günümüze Bulgaristan'da Türk Nüfusu", V. Milletlerarası Türkiye Sosyal ve İktisat Tarihi Kongresi, Marmara Üniversitesi, İstanbul 1989.
2- "Osmanlılarda Haberleşme Teşkilâtı", Marmara Üniversitesi-Türk Tarih Kurumu seri konferansları, Ocak 1989.
3- "Bulgaristan'da Türk Nüfusu", Bulgaristan'da Türk Varlığı Sempozyumu, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Merkezi, 22 Haziran 1989.
4- "Batı Trakya Türkleri", Marmara Üniversitesi-Türk Tarih Kurumu seri Konferansları, Aralık 1991.
5- "Osmanlı Döneminde Kıbrıs'ta İskân Politikası", Kıbrıs'ın Dünü-Bugünü Uluslararası Sempozyumu, Kıbrıs, 28 Ekim-1 Kasım 1991.
6- "Osmanlı Arşivi'nin Ukrayna ve Dünya Tarihi Açısından Önemi", Osmanlı İmparatorluğu ve Ukrayna Kongresi, Kiev, 20-26 Ekim 1991.
7- "Les Recent Developpements Archivistiques en Turquie et Les Archives Ottoman" (Türk Arşivciliğinde son gelişmeler ve Osmanlı Arşivi), V. Osmanlı Çalışmaları Sempozyumu, Centr d'Etudes et de Recherches Ottoman, Morisques, de Documentation et d'Infomation (CEROMDI), Tunis-Zaghouan, 25-29 şubat 1992.
8- "Osmanlı İdaresinde Yemen ve Osmanlı Arşivi", San'a-Yemen, 8 Ocak 1992 (Arşivlerarası işbirliği için özel davette San'a Üniversitesi'nde Konferans).
9- "Cevdet Paşa", Türk Tarih Kurumu Konferansları, Ankara, 13 Nisan 1995.
10- "Kanuni Döneminde Osmanlı Devleti'ne Genel Bir Bakış", Kanuni Sultan Süleyman'ın Doğumunun 500. Yıl Paneli, Trabzon, 26-28 Nisan 1995.
11- "Osmanlı Belgelerine Göre Türk-Etrâk, Kürd-Ekrâd Kelimeleri Üzerine Bir Değerlendirme", VII. Uluslararası Osmanlı İmparatorluğu'nun Sosyal ve Ekonomik Yapısı Sempozyumu, Almanya/Haidelberg, 24-30 Nisan 1995.
12- "Osmanlı Kaynaklarında Nahçıvan", Uluslararası Kaynaklarda Nahçıvan Sempozyumu, Nahçıvan, 10-14 Temmuz 1996.
13- "Otlukbeli Savaşı'nın Türk Tarihindeki Yeri", Otlukbeli Savaşı'nın Yeri ve Önemi Sempozyumu, Erzincan, 11-12 Ağustos 1996.
14- "Osmanlı Döneminde Kıbrıs'ta İskân Politikası", XII. Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Araştırmaları Komitesi Sempozyumu, Çek Cumhuriyeti/Prag, 9-13 Eylül 1996.
15- "Türk Tarih Kurumu ve Balkan Araştırmaları", Tarihte ve Güney-Doğu Avrupa : Balkanolojinin Dünü, Bugünü ve Sorunları Uuslararası Sempozyumu, Ankara, 13-14 Kasım 1996.
16- "Türk tarihinin meseleleri ve Türk Tarih Kurumu", Türk Tarihinin Meseleleri Sempozyumu, Kazakistan/Türkistan, 20-28 Mayıs 1997.
181817- "Osmanlı Devleti'nin Doğu Politikası ve Şah İsmail", Şah İsmail ve Onun Devri Uluslararası Konferansı, Azerbaycan/Bakü, 22-27 Eylül 1997.
18- "Osmanlı Döneminde Buhara Hanlığı ve Buhara Elçileri", İnsanlığın Üçbin Yıllık Bilimsel ve Kültürel Mirası Uluslararası Sempozyumu, Özbekistan/Hive, 18-20 Ekim 1997.
19- "Türkiye İle Bosna-Hersek İlişkilerinin Tarihi ve Kültürel Boyutu", Türkiye Bosna-Hersek İlişkileri Konferansı, Saraybosna, Zenitsa, 23-27 Kasım 1997.
20- "Batı Türklerinin Dünya Medeniyetine Kazandırdıkları", Türk Medeniyeti : Tarih, Bugünü ve Gelişme Perspektifleri Konferansı, Kazakistan/Almaatı, 21-23 Mayıs 1998.
21- "Türkiye'de Tarih Araştırmaları ve Türk Dünyasıyla İlişkisi", Halkların Birliği ve Ulusal Tarih Yılı Toplantısı, Kazakistan/Almaatı, 2-6 Temmuz 1998.
22- "Osmanlılarda Yönetim", Tarih Boyunca Türklerde Devlet ve Cumhuriyet Ulusal Sempozyumu, Ankara, 23-24 Kasım 1998./Haydelberglin, 12-14 Kasım1999.
23- "Osmanlı Devleti'nde İdarî ve Toplumsal Gelişmeler ve Bunun Türk Dünyası Açısından Değerlendirilmesi", Osmanlı Devleti'nin 700. Yıldönümü Sempozyumu, Kırgızistan/Bişkek, 29 Ekim-3 Kasım 1999.
24- "Osmanlı Devleti'nin Kimliği ve Devlet Anlayışı", Osmanlı İmparatorluğu'nun 700. Yıldönümü Sempozyumu, Almanya/Berlin, 12-14 Kasım 1999.
25- "Türkiye Türkmenleri", V. Dünya Türkmenleri Konferansı, Türkmenistan/ Aşkabad, 22-30 Aralık 1999.
26- "Osmanlı Devleti'nin Rumeli İskânıyla İlgili Toponomik Bir Değerlendirme", Balkanlarda İslâm Medeniyeti Uluslararası Sempozyumu, Bulgaristan/Sofya, 21,23 Nisan 2000.
27- "Osmanlı Deniz Yolları ve Fonksiyonları", XIV. CIEPO Kongresi, İzmir, 18-22 Eylül 2000.
28- "Tarih Boyunca Türkmenlerde İnsana Verilen Önem ve İnsanî Değerler", Cultural Heritage of Turkmenistan : Inner Origins and Present Perspective Uluslararası Konferansı, Türkmenistan/Aşkabad, 10-13 Ekim 2000.
29- "Osmanlı Arşivi", Türk-Moldova Ortak Tarihini Araştırma Sempozyumu, Moldova/Kişinev, 6-8 Kasım 2000.
30- "Bir Türkmen Devleti Olarak Osmanlı Devleti Tarihinin Kaynakları", Türkmenistan Daimî Tarafsızlık : Millî Kökler ve Uluslararası Önemi Kongresi, Türkmenistan/Aşkabad, 8-11 Aralık 2000.
İDARÎ GÖREVLERİ
1- 5 Şubat 1986 tarihinden itibaren Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi'nde Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü Tarih Anabilim Dalı Başkanlığı'nı yürütmektedir.
2- 14 Temmuz 1989 yılından 17 Aralık 1990'a kadar Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı yaptı.
3- 17 Aralık 1990'dan 1 Mart 1992 tarihine kadar Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdür Yardımcılığına getirildi. Bu müddet içinde Genel Müdürlüğü vekâleten yönetti.
4- 26 Ağustos 1992'de Rektör Yardımcısı oldu.
5- 23 Ekim 1992'den itibaren Rektör vekili oldu (Rektör'ün vefatı dolayısiyle)
6- 23 Kasım 1992'de Rektör yardımcısı oldu.
7- 21 Eylül 1993 Türk Tarih Kurumu Başkanı oldu.
ÜYESİ OLDUĞU VE GÖREV ÜSTLENDİĞİ ULUSAL VE ULUSLARARASI KURULUŞLAR
1- Rusya Tabiî Bilimler Akademisi Üyesi,
2- Merkezi Moskova'da bulunan "Uluslararası Türk Dünyası Akademisi Yönetim Kurulu üyesi",
3- Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü aslî üyesi,
4- Osmanlı Araştırmaları Merkezi Danışma Kurulu üyesi,
5- Ahilik Araştırma Vakfı İlmî Danışma Kurulu Başkanı,
6- Merkezi Türkmenistan'da bulunan "Beynelmilel Gündoğar Halklarının Medenî Mirasını Araştırma Devlet Enstitüsü Yönetim Kurulu Üyesi"dir.
7- CIEPO (Uluslararası Osmanlı öncesi ve Osmanlı Araştırma Merkezi) Yönetim Kurulu Üyesi