Sayfalar

9 Mayıs 2009 Cumartesi

TARİHİ YALAN: KABATAŞ DEVRİ




MEDENİYETLER İLERLEDİĞİ

GİBİ GERİLER DE...

Mağaralardaki Gelişmiş Sanat

Evrimciler, sözde maymunumsu insanların Avrupa'da bundan yaklaşık 30-40 bin yıl önce, Afrika'da biraz daha eski bir dönemde ani bir geçiş süreci yaşadıklarını, böylece birdenbire modern insanlar gibi düşünme ve üretme kabiliyeti kazandıklarını öne sürerler. Çünkü bu döneme ait arkeolojik bulgular evrim teorisiyle açıklanması mümkün olmayan delillerdir. Darwinist iddiaya göre, neredeyse 200 bin yıl boyunca değişmeden kalan taş-alet teknolojisinin yerini birdenbire, daha ileri ve hızla gelişen el sanatları teknolojisi almıştır. Bir süre önce ağaçlardan inen ve modernleşmeye başlayan sözde ilkel adam, birdenbire sanatsal kabiliyetler geliştirmiş, mağara duvarlarına oyarak veya boyayarak şaşırtıcı güzellikte resimler yapmaya başlamış, kolyeler, gerdanlıklar gibi son derece estetik süs eşyaları üretmiştir. Peki ne olmuştur da böyle bir gelişme yaşanmıştır? "Yarı maymun ilkel varlıklar" neden ve nasıl birden bire sanata eğilim göstermişlerdir? Evrimci bilim adamları bunun nasıl olup da gerçekleştiğini hiçbir şekilde açıklayamaz, ancak birtakım varsayımlar öne sürerler. Evrimci Roger Lewin, Darwinistlerin bu konuda içine düştüğü sıkıntıyı, Modern İnsanın Kökeni kitabında şu sözlerle ifade eder: "Hala eksik durumdaki arkeolojik kayıtların her bakımdan belirsizliğinden olacak, bilim adamları bu soruya başka başka yanıtlar veriyorlar."7

Lascaux'daki mağaralarda bulunan duvar resimlerinden bir örnek. Bu resmin, sözde maymunluktan henüz kurtulmuş ilkel bir insan ürünü olmadığı açıktır.
Arkeolojik bulguların gösterdiği gerçek ise, insanın var olduğu günden itibaren kültürel anlayışa sahip olduğudur. Bu anlayışta zaman zaman ilerlemeler, zaman zaman gerilemeler, keskin değişimler yaşanmış olması mümkündür. Ancak bu, evrimsel bir süreç yaşandığı değil, kültürel bir gelişim ve değişim yaşandığı anlamına gelmektedir. Evrimcilerin, "ani değişiklik" olarak nitelendirdikleri sanatsal eserlerin ortaya çıkışı da, biyolojik (özellikle zihinsel yetenek) olarak insanın gelişimini gösteren bir durum değildir. O dönemde yaşayan insanlar birtakım toplumsal değişimler yaşamış olabilirler, sanat ve üretim anlayışları değişmiş olabilir, ama bu bilgiler, insanın ilkellikten modernliğe geçiş yaptığını gösteren veriler değillerdir.
Günümüzün sanat anlayışı, gelecek nesiller tarafından evrimci ön yargılarla değerlendirilse toplumumuzla ilgili çok farklı kanaatler oluşabilir. Geleceğin evrimcileri Pablo Picasso'nun, Salvador Dali'nin veya bir başka sürrealist ressamın eserlerine bakarak, günümüz insanlarının da sözde ilkel olduklarını öne sürebilirler. Ama bu, hiçbir şekilde gerçeği yansıtmayan bir yorum olur.
Solda: Öfkeli At, Salvador Dali Ortada: Pipolu Adam, Pablo Picasso Sağda: Saat Patlaması, Salvador Dali


Geçmiş insanların geride bıraktıkları arkeolojik izlerle, evrimcilere göre olması gereken anatomik ve biyolojik izlerin birbirleriyle tutarsızlığı da Darwinizm'in bu konudaki iddialarını bir kez daha geçersiz kılmaktadır. (Darwinizm'in temel iddiası olan insanın sözde soy ağacını bilimsel olarak yıkan bilgiler için bkz. Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni.) Evrimci iddiaya göre, insanın kültürel gelişiminin de biyolojik gelişimiyle doğru orantılı olması gerekir. Örneğin, insanlar önce basit çizgilerle sanatsal duygularını ifade etmeli, daha sonra bu çizgiler biraz daha gelişmeli, bu gelişme yavaş yavaş ilerleyerek sanatsal yetenek doruk noktasına ulaşmalıdır. Oysa, insanlık tarihine ait bulunan ilk sanatsal izler bu varsayımı temelden sarsmaktadır. Sanat tarihinin ilk örnekleri olarak kabul edilen mağara resimleri, oymaları ve kaya kabartmaları dönemin insanının çok üstün bir sanat anlayışına sahip olduğunu göstermektedir. Mağaralarda araştırmalar yapan bilim adamları, bu resimleri sanat tarihinin en önemli ve değerli çalışmalarından biri olarak değerlendirmektedirler. Resimlerdeki gölgelemeler, perspektifin kullanımı ve zarif çizgiler, kabartmalarda ustaca yansıtılan derinlik hissi, oymalarda güneş ışığının çarpmasıyla meydana gelen estetik oynamalar, evrimcilerin açıklayamayacakları özelliklerdir. Çünkü bunlar Darwinist iddiaya göre çok daha ileride ortaya çıkması gereken bir gelişmedir.
Fransa, İspanya, İtalya, Çin, Hindistan ve Afrika'nın çeşitli yerlerinde, kısaca dünyanın farklı bölgelerinde bulunan pek çok mağara resmi, geçmiş insanın kültürel yapısı hakkında çok önemli bilgiler sunmaktadır. Bu resimlerde kullanılan üslup ve boyama teknikleri, araştırmacıları şaşkınlığa düşürecek kalite ve üstünlüktedir. Darwinist bilim adamları bu resimleri ön yargıyla değerlendirmekte, duydukları şaşkınlığa rağmen, söz konusu eserleri evrim hikayelerini süsleyebilmek için taraflı bir şekilde yorumlamaktadırlar. Günümüz insanının yapısına henüz ulaşmış varlıkların, son derece ilkel koşullar içinde yaşadıkları mağaralarda, korktukları ya da avladıkları hayvanların şekillerini resmettiklerini söylemektedirler. Oysa bu eserlerde kullanılan teknikler söz konusu resmi yapan sanatçıların çok derin bir kavrayışa, kavradıklarını etkileyici bir şekilde resmedebilme yeteneğine sahip olduklarını göstermektedir. Kullanılan boyama teknikleri ise hiç de tahmin edildiği gibi ilkel bir koşulda yaşamıyor olabileceklerinin bir diğer göstergesidir. Üstelik, mağara duvarlarına yapılmış bu resimler dönemin insanlarının mağaralarda yaşadığını gösteren bir delil değildir. Bu eserleri meydana getiren sanatçılar, pekala, yakın civarda bir evde yaşıyor ama eserlerini söz konusu mağara duvarlarına yapmayı tercih ediyor da olabilirler. Neyi resmedeceğini hangi duygu ve düşünceyle seçtiği ise sadece sanatçının bileceği bir şeydir. Bu resimler üzerine pek çok yorum yapılabilir, ama yapılabilecek en gerçek dışı yorum bunların ilkellikten henüz kurtulmuş varlıklar tarafından yapıldıklarıdır. Nitekim, BBC'nin internette yayınlanan bilim sayfasında yer alan 22 Şubat 2000 tarihli haberde mağara resimleriyle ilgili olarak şu satırlara yer verilmektedir:
Bunların ilkel adamlar tarafından yapıldığı düşünülüyordu... Ancak iki bilim adamının yaptığı çalışmalara göre, antik ressamlarla ilgili bu kanaat tamamen yanlış. Onlar bu resimlerin kompleks ve modern toplumun kanıtları olduğunu düşünüyorlar.8

Cezayir'de bulunan yaklaşık 9000 yıl öncesine ait duvar resimleri
Tuc d'Audoubert Mağarası'ndaki bizon kabartmaları (Sağda)


Resimler, resmi yapan kişilerin sanat anlayışını yansıtır. Ancak bu resimlere bakarak dönemin insanlarının ne yedikleri, hangi koşullarda yaşadıkları, sosyal ilişkilerinin nasıl olduğuna dair yorumlar yapmak ve bu yorumların kesin doğru olduğunu iddia etmek bilimsel bir yaklaşım değildir. Evrimcilerin ısrarla, dönemin insanlarını kendilerince ilkel olarak nitelendirmeleri ise ön yargılı tutumlarının bir neticesidir. Resmedilmiş insan figürlerinin üzerinde, kalın balık sırtı kumaş olduğu görülmektedir. Bu da evrimcilerin iddia ettiği gibi, bir zamanlar insanların yarı çıplak dolaşan, ilkel varlıklar olmadıklarını göstermektedir.

Günümüz sanat anlayışının pek çok eseri de, binlerce yıl sonra aynı mantıkla değerlendirilseydi, 21. yüzyıl toplumunun ilkel bir kabile mi yoksa gelişmiş bir medeniyet mi olduğu sorusu birçok tartışmaya neden olabilirdi. Bundan 5000 sene sonra günümüz ressamlarının tabloları hiç zarar görmeden bulunsa ve günümüzle ilgili hiçbir tarihi belge kalmamış olsa o dönemin insanları çağımız hakkında ne düşünürlerdi? Van Gogh'un ya da Pablo Picasso'nun eserlerini bulan geleceğin insanları, evrimci mantığa göre hareket ediyor olsalar, günümüz toplumu için nasıl yorumlar yaparlardı? Manzara resmi çizen Claude Monet'den dolayı "Daha sanayi gelişememiş, insanlar tarım hayatı yaşıyorlardı" veya Kandinsky'nin soyut resimlerinden dolayı, "Henüz okuma yazma bilmeyen gelişmemiş insanlar çeşitli karalamalarla anlaşabiliyorlardı" yorumunu yapmak günümüz hakkında onları doğru sonuçlara ulaştırabilir miydi?
MAĞARA RESİMLERİNDEKİ ÜSTÜN BOYA TEKNİĞİ
Fransız Pireneleri'ndeki Niaux Mağarası, eski dönemde yaşayan insanların yaptıkları birbirinden etkileyici resimlerle doludur. Resimler üzerinde yapılan karbon testleri bu eserlerin yaklaşık 14 bin yıl önce yapıldıklarını göstermektedir. Niaux Mağarası'ndaki resimler 1906 yılında gün ışığına çıkarılmışlardır ve o günden bu yana da detaylı olarak incelenmektedirler. Mağaranın en süslü bölümü, Siyah Salon olarak adlandırılan karanlık bir kesimdeki yüksek bir oyuktan oluşan köşedir. Bizon, at, geyik ve dağ keçisi resimlerinin olduğu bu bölümle ilgili olarak, Modern İnsanın Kökeni kitabında Roger Lewin şu yorumu yapmaktadır: "... kompozisyonlar, yapılışlarında yaratıcılık ve bilincin etkili olduğu izlenimini vermektedir."9




Mağara resimlerinde kullanılan boyalar, kimya eğitimi almış bir üniversite öğrencisinin dahi elde etmesinin oldukça zor olduğu bir karışımla yapılmıştır. Çok kompleks formüllü bu boya karışımlarını, kimya mühendisleri ancak laboratuvarlarda elde edebilirler. Talk, barit, potasyum feldispat ve biyotit gibi maddelerin kullanımıyla elde edilen boyaların, detaylı bir kimya bilgisi gerektirdiği açıktır. Bu bilgiye sahip olan insanları ise sözde "yeni gelişmiş" olarak nitelemek mümkün değildir.

Bu resimde sanatçı, üç boyutlu bir görüntü oluşturmuş. Üç boyutlu görüntü oluşturmak ancak çok iyi sanat ve resim eğitimi almış kişilerin yapabileceği bir tekniktir. Pek çok kişi bu detaylı sanatı uygulayamaz.



Tarihleri MÖ 35 binli yıllara kadar uzanan mağara resimlerindeki boyalarda dönemin insanları, mangan oksid, demir oksid, demir hidroksid, dentin kili (omurgalı hayvanların dişlerindeki kolajen ve kalsiyum tuzundan meydana gelen iç kısım) gibi elementler ve maddeler kullanıyorlardı. Kimya eğitimi olmayan bir insandan, bu resimlerden herhangi birindeki boyayı elde etmesi istense, bu kişi hangi elementi kullanacağını, bu elementi nereden, nasıl bulabileceğini, hangi elementi hangisiyle, nasıl karıştırması gerektiğini bilemez. Ayrıca dönemin insanlarının sadece kimya konusunda değil, hayvan anatomisi konusunda da bilgili oldukları anlaşılmaktadır. Omurgalı hayvanların dişlerindeki kolajen ve kalsiyum tozlarından oluşan maddelerden faydalanmaları bunun bir göstergesidir.

8 Mayıs 2009 Cuma

TARİHİ YALAN: KABATAŞ DEVRİ

GİRİŞ
Evrimci tarih anlayışına göre insanlık tarihi, insanın sözde evrimine paralel olarak çeşitli dönemlere ayrılarak incelenir. Pek çoğunuzun okul yıllarında ya da çeşitli gazete ve televizyon haberlerinde duymaya alışık olduğu taş devri, yontma taş devri, cilalı taş devri, bronz çağı, demir çağı gibi hayali kavramlar söz konusu evrimci kronolojinin önemli parçalarıdır. Çoğu insan bu hayali tabloyu hiç düşünmeden kabul eder ve insanlığın bir zamanlar sadece kaba taş aletler kullanılan, medeniyet ve teknolojinin bilinmediği bir dönem yaşadığını sanır.
Oysa arkeolojik bulgular ve bilimsel veriler incelendiğinde ortaya çok daha farklı bir tablo çıkar. Geçmişten günümüze kalan izler, insanların, tarihin her döneminde kültürleriyle ve sosyal yaşamlarıyla medeni bir hayat sürdüklerini göstermektedir. Arkeolojik kazılarda bulunan aletler, dikiş iğneleri, flüt kalıntıları, süs eşyaları, dekorasyon malzemeleri, geçmiş insanların kültürel olarak gelişmiş bir yaşam sürdüklerinin göstergelerindendir.


TAŞ DEVRİ HİÇBİR ZAMAN YAŞANMADI
Evrimcilerin sözde taş devri olarak nitelendirdikleri dönemde insanlar ibadetlerini yerine getiriyor, gönderilmiş elçilerin tebliğlerini dinliyor, binalar inşa ediyor, mutfaklarında yemek pişiriyor, aileleriyle sohbet ediyor, komşu ziyaretlerine gidiyor, terzilere kıyafetler diktiriyor, doktorlara tedavi oluyor, müzikle ilgileniyor, resimle uğraşıyor, heykel yapıyor kısaca normal bir yaşam sürüyorlardı. Arkeolojik bulguların da gösterdiği gibi teknolojide ve bilgi birikiminde tarih boyunca değişiklikler olmuş, ama insan hep insanca yaşamıştır.
Geç Neolitik döneme ait taşlardan ve kabuklardan yapılmış bu kolye, dönemin

insanlarının sanat ve estetik zevklerinin yanı sıra, böyle bir süs eşyasını meydana getirebilecek teknolojiye de

sahip olduklarını göstermektedir.
MÖ 7-11 bin yıllarına ait olan kaplar, masa modeli ve kaşık, dönemin insanlarının yaşam düzenleri hakkında önemli bilgiler vermektedir. Evrimcilerin iddiasına göre bu dönemde insanlar henüz yerleşik düzene geçmişler ve yeni yeni medenileşmeye başlamışlardır. Oysa bu malzemeler, dönemin insanlarının kültürlerinin eksiksiz olduğunu, tam anlamıyla medeni bir yaşam sürdüklerini göstermektedir. Bu insanlar, tıpkı günümüzdeki insanlar gibi masalarda oturmakta, tabaklarda, çatal, kaşık, bıçak kullanarak yemeklerini yemekte, misafirlerini konuk etmekte, onlara ikramda bulunmakta, kısaca düzenli bir hayat yaşamaktaydılar. Elde edilen bulgular bütünüyle incelendiğinde, sanat anlayışlarıyla, tıp bilgileriyle, teknik imkanlarıyla, günlük yaşantılarıyla Neolitik çağ insanlarının tıpkı kendilerinden öncekiler ve sonrakiler gibi insani bir yaşam sürdükleri görülmektedir.

12 BİN YILLIK BONCUKLAR

Yaklaşık MÖ 10 bin yılına ait olan bu taşlar, arkeologların bulgularına göre bir tür boncuk olarak kullanılmaktaydı. Taşlardaki muntazam delikler dikkat çekicidir. Bu delikler, taşa taşla vurularak açılamaz. Böyle sert taşlarda bu derece düzgün delikler açabilmek için çelik veya demirden yapılmış aletler kullanılmış olmalıdır.



12 BİN YILLIK DÜĞME
MÖ 10 binli yıllarda kullanılmış olan kemikten yapılmış bu düğmeler, dönemin insanlarının kıyafet kültürlerinin olduğunu göstermektedir. Düğmeyi kullanan bir toplumun dikişi, kumaşı, dokumacılığı da bilmesi gerekir
.

Resimdeki flütler ortalama 95 bin yıllıktır. Bundan on binlerce yıl önce yaşayan insanların da gelişmiş müzik kültürü vardır.
12 BİN YILLIK BAKIR TIĞ
MÖ 10 binli yıllara ait olan bakır tığ, söz konusu dönemde madenlerin ve metallerin bilinip kullanıldığının bir delilidir. Kristal ya da tozumsu mineraller halinde olan bakır cevherleri, yaşlı ve sert kayalarda damarlar halinde bulunur. Bakırdan tığ yapan bir toplumun, bakır cevherini tanıması, bu cevheri, kayanın içinden çıkarmayı başarması ve işleyebilecek teknik imkanlara sahip olması gerekir. Bunu da evrimcilerin iddia ettiği gibi sözde ilkellikten yeni kurtulmuş varlıkların yapamayacağı açıktır.
9-10 BİN YILLIK TIĞ ve İĞNELER
MÖ 7 - 8 bin yıllarına ait olan bu tığ ve iğneler, dönemin insanlarının kültürel yaşamlarının önemli birer delilidir. Tığı ve iğneyi kullanan insanların evrimcilerin iddia ettiği gibi hayvani değil, tam anlamıyla insani bir yaşam sürdükleri açıktır.
Bundan yüz binlerce yıl önce de tıpkı günümüzdeki gibi, insanlar evlerinde yaşıyor, tarımla uğraşıyor, alışverişlerini yapıyor, tekstil ürünleri meydana getiriyor, yemeklerini yiyor, akraba ziyaretlerine gidiyor, müzikle ilgileniyor, resim yapıyor, hastalıkları tedavi ediyor, ibadetlerini yerine getiriyor kısaca normal günlük hayatlarını yaşıyorlardı. Allah'ın gönderdiği peygamberlere uyan insanlar Bir olan Allah'a iman ediyor, bazıları ise sapkınça putlara tapıyordu. Peygamberlere uyan müminler Allah'ın emrettiği ahlakı yaşarken, birtakım insanlar da batıl uygulamalarda bulunuyor, sapkın ayinler gerçekleştiriyorlardı. Günümüzde olduğu gibi tarihin her döneminde de, hem Allah'ın varlığına iman eden insanlar vardı, hem de putperest ve müşrik insanlar.

Elbette tarih boyunca bir yanda medeni bir yaşam süren insanlar varken bir yanda da daha basit ve ilkel koşullarda yaşayan toplumlar var olmuştur. Ancak bu, insanlık tarihinin sözde evrimine delil teşkil edecek bir durum değildir. Zira günümüzde de dünyanın bir köşesinde uzaya araç gönderilirken, bir diğer köşesinde insanlar henüz elektriğin varlığını dahi bilmemektedir. Ama bu durum ne uzay aracını yapanların zihinsel ve fiziksel olarak daha gelişmiş -sözde evrim sürecinde ilerlemiş-, ne de diğerlerinin daha geri -sözde hala maymun-insanlara daha yakın- olduklarını göstermez. Bunlar sadece kültür ve medeniyet farklılığının göstergeleridir, kültürel bir evrim yaşandığının değil.

Evrimciler Arkeolojik Bulguları Açıklayamaz
Koyu renkli camımsı bir kaya olan obsidyenden yapılmış bu alet yaklaşık MÖ 10 bin yılına aittir. Sadece taş darbeleriyle, obsidyenin böyle inceltilip şekillendirilmesi mümkün değildir.
İnsanlık tarihini anlatan evrimci bir eseri incelediğinizde ilk dikkatinizi çekecek hususlardan biri, insanın sözde ilkel atalarının günlük hayatlarına dair detaylı tasvirlerdir. Kullanılan üsluptaki eminlikten, konu hakkında bilgisi olmayan biri, tüm bu anlatılanların bilimsel delillere dayandığını düşünebilir. Evrimci bilim adamları sanki o dönemde yaşamış, gözlem yapma imkanına sahip olmuş gibi detaylı hikayeler anlatırlar: İki ayağı üzerinde durmaya başlayan sözde atalarımızın elleri boş kalınca alet yapmaya başladıklarını, uzun dönemler boyunca sadece taşı kullandıklarını, tahtalar ve taşlardan başka hiçbir alet edavatlarının olmadığını, demiri, bakırı, tuncu kullanmayı çok daha ilerleyen dönemlerde öğrendiklerini söylerler. Ancak bu anlatılanlar bilimsel delillere değil, evrimcilerin ön yargılarına göre bulguları yanlış yorumlamalarına dayalı hikayelerdir.
Tarihte hiçbir zaman ilkel zihne sahip varlıkların yaşamadığının delillerinden biri de, 40 bin yıllık bu flüttür. Bilimsel çalışmalar, günümüz Batı müziğinde kullanılan 7 nota esasına dayalı flütlerin on binlerce yıl önce de kullanıldığını göstermektedir.
Arkeolog Paul Bahn, insanlık tarihinin evrimi senaryosunun bir masaldan ibaret olduğunu şöyle ifade eder:
"Bilimin o kadar büyük kısmı hikayelere dayanıyor ki! Hikayeyi iyi bir anlamda kullanıyorum, ancak yine de hikaye işte. İnsanoğlunun evrimine dair geleneksel senaryoları düşünün: Av ateşi, kamp ateşi, karanlık mağaralar, ayinler, alet yapımı, yaşlanma, mücadele ve ölümle ilgili hikayeleri. Ne kadarı kemik ve kalıntılara, ne kadarı edebiyat ölçülerine dayanır? "(Paul Bahn, Arkeolojinin ABC'si, s.16; Burak Eldem, 2012: Marduk'la Randevu, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2003, s. 23)
Kaşıklar, dönemin insanlarının bir mutfak kültürleri olduğunu göstermektedir. Bu, evrimcilerin iddia ettiği gibi sözde ilkel bir yaşantılarının olmadığının delilidir.
Paul Bahn'ın net olarak ifade etmekten çekindiği sorunun cevabı açıktır, insanlık tarihinin sözde evrimi bilimsel değil tamamen "edebi" ölçülere dayanmaktadır.
Nitekim bu hikayelerde pek çok cevapsız husus, mantık çelişkisi ve bozukluğu vardır. Ancak evrimci dogmalarla düşünen bir kişi bu çelişkileri fark edemez. Örneğin evrimciler yontma taş devrinden bahsederler, ama o döneme ait aletlerin veya kalıntıların nasıl yontulup şekillendirilmiş olabileceğini anlatmazlar. Tıpkı "dinazorların sinekleri kovalarken kanat geliştirip uçmaya başladıklarını öne sürüp, sineğin ise nasıl uçtuğunu" hiçbir zaman açıklayamadıkları gibi, on binlerce yıl öncesine ait kalıntıların nasıl yapılıp biçimlendirildiğini de açıklayamazlar. Konunun bu yönünü tamamen unutmaya ve unutturmaya çalışırlar.
Oysa taşı yontup şekillendirmek çok zor bir iştir. Taşı taşa sürterek, tarih öncesi kalıntılarda olduğu gibi, mükemmel düzgünlükte ve sivrilikte kesilmiş aletler elde etmek mümkün değildir. Granit, bazalt ya da dolerit benzeri sert taşların, parçalanıp dağılmadan, ağaç hamuru gibi incecik kesilmesi ancak çelik eğelerin, tornaların, levyelerin, rendelerin, taş kesimi ve şekillendirilmesinde kullanılan diğer aletlerin varlığıyla mümkündür. Yine on binlerce yıl öncesine ait bileziklerin, küpelerin, kolyelerin, kürelerin taş kullanılarak yapılamayacağı bellidir. Bu eşyalardaki ufak delikler taşla vurarak açılamaz. Üzerlerindeki süslemeler taşı sürterek meydana getirilemez. Söz konusu eserlerin muntazamlığı, bunları meydana getirmek için demir, çelik ve diğer metallerden yapılmış aletlerin kullanılmış olduğunu göstermektedir.
Pek çok arkeolog ve bilim adamı, söz konusu tarihi eserlerin veya kalıntının evrimcilerin iddia ettiği koşullarda yapılıp yapılamayacağını test etmiştir. Örneğin, 11 bin yıl önce inşa edilmiş olduğu tahmin edilen Göbekli Tepe'de bulunan blok taşlar üzerindeki işlemelerin nasıl yapılmış olabileceğini araştıran Prof. Klaus Schmidt şöyle bir deney yapmıştır: Evrimcilerin o dönemde kullanıldığını iddia ettikleri taşları işçilerin ellerine vererek, kayaların üzerine benzer kabartmalar çizmelerini istemiştir. Kayaları taşla şekillendirmeye çalışan işçiler 2 saat boyunca aralıksız çalışmaları sonucunda kaya üzerinde sadece belli belirsiz bir çizgi çizebilmişlerdir.
CİLALI TAŞ ALDATMACASI
Eski medeniyetlerden günümüze kalan kalıntılarda taş işlemeciliği dikkat çekmektedir. Taşa bu derece detaylı ve düzgün şekil verilebilmesi için, çoğunlukla güçlü çelik aletler kullanılması gerekir. Taşı taşla yontarak, taşı taşa sürterek ince desenlerin ve şekillendirmenin yapılması mümkün değildir. Granit gibi sağlam taşların bu derece düzgün kesilmesi, üzerlerine desenler işlenmesi bunu yapabilecek teknik alt yapıyı gerektirir.
Yukarıdaki resimlerde görülen bileziklerden soldaki mermerden, sağdaki de bazalttan yapılmıştır. MÖ 8500-9000 yıllarına aitlerdir. Evrimciler bu dönemde, sadece taştan yapılmış aletlerin kullanıldığını iddia ederler. Bazalt ve mermer çok sert taşlardır. Bu taşların böylesine düzgün yuvarlak halkalar haline getirilmesi için, çelikten yapılmış keski ve işçilik malzemeleri kullanılmalıdır. Bileziklerin çelik aletler kullanılmadan kesilip şekillendirilmiş olması mümkün değildir. Bir kişiye bir parça taş verip, elindeki taşla, bazalt kitlesini, resimdeki gibi bir bilezik haline getirmesini istesek, bunda başarılı olabilir mi? Elbette taşı taşa sürterek, taşa taşla vurarak bileziği meydana getiremeyecektir. Ayrıca bu bulgular, o dönemde burada yaşayan insanların estetik anlayışa ve sanat zevkine sahip olan, kültürleri gelişmiş bireyler olduğunu göstermektedir.
Resimlerde elle yapılmış obsidyenler, kemik aletler, kancalar ve taştan yapılmış çeşitli malzemeler görülmektedir. Kemiğe taşla vurarak böyle düzgün şekillerin elde edilemeyeceği açıktır. Kaba taş darbeleri, kemiği sürekli dağıtıp parçalayacak, istenildiği gibi şekillendirilmesini engelleyecektir. Aynı şekilde granit ve bazalt gibi en sert taşlardan yapılan bu malzemelerin de, taş darbeleriyle bu derece düzgün kesilmesinin, sivriltilip şekillendirilmesinin mümkün olmadığı açıktır. Bu taşlar, meyve keser gibi düzgün kesilmiştir. Taşların parlaklığı da evrimcilerin iddia ettiği gibi cilalanmış olmalarından değil, kesimden kaynaklanmaktadır. Bu eşyaları yapan insanlar, ellerindeki malzemeyi diledikleri gibi şekillendirebilecekleri demir veya çelikten yapılmış teknik cihazlara sahip olmalıdır. Sert taş parçaları ancak çelikle bu derece düzgün kesilebilir.
Pek çok taş kalıntıdaki parlama da, keskin ve düzgün kesimden kaynaklanmaktadır. Evrimci bilim adamlarının bu parlaklığı cila olarak nitelendirmeleri, bu dönemi de "cilalı taş devri" olarak kabul etmeleri bilim dışı bir yorumdur. Cilanın binlerce yıl boyunca muhafaza edilmesi mümkün değildir. Söz konusu taşlar iddia edildiği gibi cilalandığı için değil, düzgün kesildikleri için parlamaktadırlar. Bu, taşın kendi yapısından kaynaklanan bir parlamadır.
Bu taş kabartması 11 bin yıllıktır. Evrimcilerin iddialarına göre bu dönemde sadece kaba, taş aletler kullanılmaktadır. Oysa, taşı taşa sürterek böyle bir eser yapılamaz. Söz konusu kabartmanın nasıl böyle biçimli ve düzgün yapılmış olduğunu evrimciler akılcı ve mantıklı bir şekilde açıklayamaz. Bu ve benzeri eserlerin yapılabilmesi için demir veya çelikten aletler kullanan, akıllı insanlar olması gerekir.
Benzer bir denemeyi herkes kendi evinde de yapabilir. Elinize granit gibi sert bir taş alıp, bundan 100 bin yıl önce yaşamış insanların yaptıkları mızrak uçlarının bir benzerini yapmaya çalışın. Ancak bunun için bu granit parçası ve bir taştan başka elinizde hiçbir malzeme olmasın. Bu işlemde ne derece başarılı olabilirsiniz? Tarihi kalıntılardaki gibi mükemmel keskinlikte, simetride, düzgünlükte ve parlaklıkta bir parça meydana getirebilir misiniz? Daha da ileri gidelim 1 m2 büyüklüğünde bir kaya alıp üzerine derinlikli bir hayvan resmi yapmaya çalışın. Kayaya elinizdeki taşla vurarak nasıl bir sonuç elde edersiniz? Çok açıktır ki çelik ve demirden yapılmış araç gereç olmadan, ne basit bir mızrak ucunu ne gösterişli bir taş işlemesini yapabilirsiniz.
550 bin yıllık bu taş aletin, bu derece düzgün kesilip biçimlendirilebilmesi için demir veya çelik gibi sağlam metallerden yapılmış aletler kullanılması gerekir.
Bu aşamada şunu da unutmamak gerekir ki, kullanılmış olan taş kesme ve biçimlendirme aletlerinin yapılması da ayrı bir uzmanlık alanıdır. Eğenin, levyenin, rende ve diğer aletlerin yapılabilmesi için de gerekli teknik alt yapının bulunması şarttır. Bu da, bu eserlerin meydana getirildiği dönemde koşulların oldukça iyi ve ileri olduğunu göstermektedir. Yani, evrimcilerin basit taş aletlerin kullanıldığı, tekniğin ve teknolojinin olmadığını iddia ettikleri "kabataş devri" sadece bir hezeyandan ibarettir, gerçekte böyle bir dönem yaşanmamıştır.
Öte yandan taşların kesilmesinde, düzetilmesi ve şekillendirilmesinde kullanılmış olan demir ve çelik malzemelerin günümüze kadar ulaşmamış olması da son derece doğaldır. Doğal koşullar altında, özellikle de nemli ve asitli ortamlarda, her türlü metal malzeme okside olacak, çürüyüp bozulacak ve yok olacaktır. Geriye ise yok olması çok daha uzun süre alan taş parçalar kalacaktır. Bu taş parçalara bakarak, dönemin insanlarının sadece taşı kullandıklarını öne sürmek ise bilimsel bir yaklaşım değildir.
Nitekim artık pek çok evrimci de, arkeolojik buluntuların Darwinizm'i desteklemediğini kabul etmektedir. Evrimci arkeolog Richard Leakey, arkeolojik bulguların özellikle de taş aletlerin evrim teorisiyle açıklanmasının mümkün olmadığını şöyle itiraf eder:
Aslında, Darwinist tezin yetersizliği arkeolojik kayıtlarla kesin olarak kanıtlanmıştır. Eğer Darwinist sunum doğru olsaydı, bu durumda hem arkeolojik kayıtlarda hem de fosil kayıtlarında iki ayaklılığın, teknolojinin ve gelişen beyin ölçülerinin delillerini görmemiz gerekirdi. Ama bunu görmüyoruz. Tarih öncesi kayıtların tek bir yönü dahi bu tezin yanlış olduğunu göstermek için yeterli: Taş aletler. (Richard Leakey, The Origin of Humankind, Basic Books, New York, 1994, s. 12)
(1) MÖ 10 binli yıllara ait taş kakmalar
(2) MÖ 11 bin yılına ait havan tokmakları
(3) MÖ 10 bin yıllarına ait obsidyen alet
(4) MÖ 11 bin yılına ait taş eşyalar
(5) Malakit (bakır taşı) dolgu malzemesi kullanılarak yapılmış MÖ 9-10 bin yıllarına ait taş eşya
(6) MÖ 10 binli yıllara ait çivi örünümünde dolgu taş
(7) MÖ 10 bin yılına ait çekiç ucu
Bu resimde görülen taş aletler, ortalama MÖ 10 -11 bin yıllarına aittir. Buradaki taşlardan herhangi birini, evrimcilerin, o dönem insanlarının yaptıklarını iddia ettikleri gibi, bir başka taşla vurarak yapmaya çalıştığınızı düşünelim. Örneğin 4 numarada görülen taşlardaki düzgün oyukların aynısını açmaya çalışın. Elinizdeki kaya parçasına istediğiniz kadar taşla vurun, böyle düzgün bir delik açamazsınız. Bunu yapabilmek için, çelik gibi sağlam metallerden yapılmış aletler kullanmanız gerekir.

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Şaşılacak Az Enerjiyle Şaşırtıcı İşler Yapan Beynimiz: Bir Mucize!


Şaşılacak Az Enerjiyle Şaşırtıcı İşler Yapan Beynimiz: Bir Mucize!
ABD'deki Brown Üniversitesi'nden Öğretim Üyesi Prof. Dr. Arto Nurmikko, beyne yerleştirdikleri mikro çip sayesinde, düşünce yoluyla cihazların hareket etmesini sağladıklarını, 10-15 yıl içinde mikro devrelerin beynin içine yerleştirilmesinin yaygınlaşacağını bildirdi.Brown Üniversitesi'nde beyne yerleştirilen çiplerle, bazı işlerin düşünce yoluyla kontrolü üzerine çalışan Prof. Dr. Nurmikko, Antalya'da düzenlenen 4. Uluslararası Beyin Mühendisliği Konferansı'na katıldı.Konferans çerçevesinde bir de sunum yapan Nurmikko, AA muhabirine yaptığı açıklamada, amaçlarının beynin nasıl çalıştığını ve fonksiyonlarını anlamak olduğunu söyledi.Brown Üniversitesi'nde mühendisliği, beyin bilimiyle birleştirdiklerini anlatan Nurmikko; beyinden gelen sinyalleri alıp beynin ne yapmak istediğinin şifresini çözmeyi, bu şekilde de tekerlekli sandalye ve klavye gibi cihazları beyin sinyalleriyle çalıştırmayı hedeflediklerini kaydetti.Omurilik zedelenmesi yaşayan kişilerin vücudunu hareket ettiremezken, beyinlerinin, mükemmel şekilde çalıştığına dikkati çeken Prof. Dr. Nurmikko, projenin bu şekilde yaşayan kişilere büyük yarar getireceğine değindi. Beyin sinyallerini çözüp, ne söylemeye çalıştığını anlayabileceklerini anlatan Nurmikko:
''Beyin sinyallerini anlayarak, tekerlekli sandalye, klavye gibi cihazları çalıştırabiliriz'' dedi.Prof. Dr. Nurmikko, sistemi çalıştırabilmek için öncelikle beyne bir mikroçip yerleştirdiklerini belirterek, şöyle devam etti:''Bu şekilde beynin dilini anlamaya çalışıyoruz. Bu süreçte, dinleme, anlama ve hareketin nasıl olacağını çözmek çok önemli. Buna beynin planlama süreci diyoruz. Beynin; kolu, kasları nasıl hareket ettirdiğini anlamamız çok önemli. Beyin, kalemi nasıl tutacağını, yazıyı nasıl yazacağını hep planlıyor. Bu süreci çözdüğümüz zaman, beynin fonksiyonlarını da çözmüş olacağız. Beyne konan mikroelektronik sistem, beynin sırlarını çözebilecek kapasiteye ulaşacak. Dolayısıyla beyin, ne yapmak istediğini bu çipler sayesinde dışarı yansıtmış olacak.''Prof. Dr. Nurmikko, projede şu anda maymunlar üzerinde çalıştıklarını, daha önce insanda da küçük denemeler yaptıklarını anlattı. İnsanla çalışmalarında basit kol hareketlerini yaptırmayı başardıklarını belirten Nurmikko:
''10-15 yıl içinde kablosuz şekilde cihazları çalıştırmaya yarayacak mikro devrelerin, beynin içine yerleştirilmesi yaygınlaşacak'' diye konuştu.Yürüttükleri pilot çalışmada, basit devreleri kullandıklarını anlatan Nurmikko, beynin kablosuz şekilde uzaktaki bir robotun elini hareket ettirmeyi başardığını kaydetti. Robotun henüz parmaklarını hareket ettirmeyi başaramadıklarına dikkati çeken Nurmikko, robotun parmaklarını hareket ettirebilmek için beyinden daha fazla bilgi almak gerektiğini vurguladı.Prof. Dr. Arto Nurmikko, teknik olarak beynin birden fazla bölgesine ulaşmayı hedeflediklerini, hem kolu hem bacağı hareket ettirebilmek için iki ayrı çipe ihtiyaç duyduklarını anlattı. Nurmikko, beynin yaptığı ön planlama için de ayrı bir mikro devre olması gerektiğini belirterek, şöyle konuştu:''Beynin belli bölümleri sadece ön planlama için görevli. Bunun için de ayrı bir çip gerekli. Beyin, inanılmaz bir organ. IBM firmasının ürettiği bir süper bilgisayar var. Saniyede 10 üzeri 15 hareket yapan bilgisayar satranç için kullanılıyor. Fakat bilgisayarın bu işlemi yapabilmesi için 500 kilovat enerji gerekiyor. Beyin ise aynı işleme 20 kilovat enerji sarfediyor. Beynin inanılmaz bir enerji koruma yeteneği var. Bilgisayar, insan beyninden 20 bin kat daha fazla enerji istiyor. Bir gün insanın düşüncelerinin nasıl geliştiği, nasıl hayata konduğunu tam olarak anlama ihtimalimiz zayıf. Kozmik evreni anlamak ne kadar zorsa, beyni anlamak da o kadar zor.''
Güncelleme: 04/05/2009Kaynak: AA(haberturk), 03/05/2009.

ys@yaklasansaat.com

Nuh'un Gemisi Cudi'de

NUH'UN GEMİSİ'NİN SON RIHTIMI: "CUDİ"


1950'li yılların başından beri, Nuh'un Gemisi, pek çok kitap ve filmin konusu olmuştur. Bu meseleye, o yıllarda hız kazandıran gelişme, 1948 yılında, Hıristiyan bir görgü tanığın, Ararat Dağı' nın buzları altında Gemi 'yi gördüğünü söylemesi olmuştur. O zamandan beri, bu konuyla ilgili pek çok şey iddia edildi ve bu iddialara dayanarak, bir çok araştırmalar başlatıldı. Büyük miktarda para ve zaman harcandı.GEMİ AĞRI DAĞI'NDA DEĞİL80'li yıllarda astronot James Irwin ve arkadaşları, yürüyerek Dağ'ın büyük bir kısmını tırmandılar. Bununla yetinmeyen Irwin ve ekibi, Dağ'ı uçakla fotoğrafladılar .Gayretleriyle, medyanın bir hayli ilgisini çeken Irwin ve ekibi, Gemi hakkında söz etmeye değer bir kanıt bulamadılar. En sonunda, bu araştırmaya katılan birçok kişi, şu iddialarda bulundular:1 -Gemi elementlerine ayrılarak, yeryüzüyle karışıp kayboldu.2 -Tanrı onun bu zamanda açığa çıkmasını istemedi.Ben, Nuh'un Gemisi 'yle ilgili araştırmaların başarısız oluşunun gerçek nedenini:Nuh'un Gemisi 'nin başka bir Dağ'a(Cudi) oturması ve kalıntıların ise günümüze kadar ulaşamaması olarak görmekteyim.Ağrı Dağı'nda yapılan pek çok araştırmada, görgü tanıklarının rivayetleri, çelişkilidir ve detaylı incelemelerin çoğu şüphelidir. Bazı gözlemler ise, pilotlar tarafından yapılmıştır. Bize göre, bu gözlemlerde görülen " gemi benzeri objeler" Ağrı Dağı'nın yapısında bol bulunan büyük bazaltların, gemiye benzetilmesinden kaynaklanmaktadır.Bir başka meselede, Ağrı Dağı' nın yapısıdır. Acaba Ağrı Dağı 'nın orjini(oluşumu), jeolojik 4. zamana ait olmayabilir mi? Yani Büyük Tufan'dan sonra oluşmuş olamaz mı? Çünkü bu Dağ 'ın sular altında kaldığı ile ilgili olarak kanıt yoktur. Eğer Gemi, gerçekten Ararat 'a oturmuşsa neden hiç sedimantasyon veya fosil örneği yok?Nuh'un Gemisi 'nin, bir gün Ararat 'ta bulunacağını düşünmek, biraz fazla iyimserlik olur. Jeolojik nedenler, görgü tanıklarının kuşku verici rivayetleri ve tarihsel nedenler, Nuh'un Gemisi'nin kesinlikle Ararat'ta bulunamayacağını gösteriyor. Şimdi biz bu argümanları inceleyelim.Birçok okuyucunun da bildiği gibi, Gemi' nin karaya oturduğu yerin, Ararat olduğu ile ilgili bilgi, yalnızca Tevrat' da geçiyor. Gemi 'nin, karaya oturduğu yerin, spesifik isminin Ararat olduğunu düşünmek yanlıştır. Musa zamanında Ararat, Asur 'un kuzeyinde bulunan ve merkezi bugünkü Van Gölü olan, oldukça geniş bir bölgedir. Modern arkeolojik çalışmalar, burada bulunan antik bir krallığın sınırlarını çizmiştir.NUH'UN GEMİSİ CUDİ DAĞI'NDACudi Dağı , Ararat Dağı 'nın 200 mil güneyinde ve güney Türkiye 'de yer almaktadır. Suriye ve Irak sınırlarının çok yakınındadır. Tam koordinatları, 37 derece 21 dakika kuzey enlem, 42 derece 17 dakika doğu boylamıdır. Kaynaklarda ismi Judi Dağı , Cordu Dağı , Quarda Dağı, Gordyene Dağları, Gordian Dağları ve Kürtlerin Dağı diye geçer. Asurlular ise, bu dağa Nippu Dağı adını vermişlerdir. Ve en önemlisi de, bu dağın bir zamanlar Ararat Dağı olarak isimlendirilmesidir. 7000 feet(2114m) yüksekliğinde olan bu dağ, çok da yüksek değildir. Yılın büyük bölümünde karlarla kaplıdır.Cudi Dağı, Mezopotamya bölgesine, yukarıdan bakar. Ayrıca Dağ'ın etrafında bulunan arkeolojik kalıntılar bakımından da, dikkate değer bir Dağ dır. Antik tarihten gelen pek çok referansı vardır. Mesela, ( İ.Ö. 700)lü yıllarda yaşayan Asur Kralı Semacherib, Cudi Dağı'nın eteklerine, pek çok rölyef (kabartma) yaptırmıştır. Hıristiyanların bir kolu olan Nestorianlar, Cudi Dağı' na birkaç tane manastır yapmıştır. Bunlardan biri de, zirvede yer alan ve adına da " Gemi'nin Manastırı " denen manastırdır. M.S. 766 yılında, yıldırımla yok olan manastırın yerine, Müslümanlar bir cami yapmışlardır. 1909 yılında, Gertrude Bell , bölgeyi araştırmış ve Dağ 'ın zirvesinde, gemi şekline benzeyen taş bir yapı bulmuştur. Yerliler bu yapıya, Sefineti Nebi Nuh; yani Nuh'un Gemisi diyorlar. Ayrıca Bell , her yılın 14 eylülünde Nuh' un anısına Cudi Dağı 'nda bir araya gelen Yahudi , Hırıstiyan , Müslüman , Sabi ve Yezidilerden bahsediyor. 1949 yılında, 2 Türk gazeteci, 500 feet uzunluğunda bir gemi gördüklerini iddia ediyorlar.TARİHİN TANIKLIĞI: "NUH'UN GEMİSİ CUDİ'YE OTURDU"Nuh'un Gemisi 'nin, karaya oturduğu yerin burası olduğunu ispat etmek, şu an bir jüriye muhtaçtır. Ancak, sadece tarihten gelen referansları dikkate alsak bile, Nuh'un Gemisi 'nin oturduğu dağın, Cudi Dağı olma ihtimali çok yüksektir. Şimdi bu tarihi tanıkların referanslarına bir göz atalım:KİLDANİ KAYNAKLARBEROSSUS: Bir Kildani büyücü, rahip ve tarihçi. (İ.Ö. 3.yy)da, Berossus , Babil tufanının bir başka versiyonunu rivayet eder. Bu rivayete göre gemi, Urartu' da karaya oturmuştur ve geminin bazı parçaları, hala Urartu' daki Gordyaeans (Cudi) dağlarındadır. Berossus, anlatımına şöyle devam eder. Bazıları, gemiyi kazıyarak zift aldılar ve bunu tılsım yapmada kullandılar. Berossus 'a göre, Cudi Dağı, hem Gordyaean Dağları' nda hem de antik Ermenistan (Urartu) sınırındadır.HIRİSTİYAN KAYNAKLAR EUSEBİUS: (İ.S. 3.yy)'da yaşayan,ilk kiliselerin pederlerinden biridir. Gemi 'nin küçük bir parçasının, kendi zamanında, Gardian (Cudi) dağlarında olduğunu söyler.THE PERSHITTA: Pershitta, Suriyeli Hıristiyanların kullandıkları İncildir. Bu İncilde, Tekvin 8/14'te, Nuh 'un Gemisi 'nin, karaya oturduğu yer olarak Quardu(Cudi) Dağı 'nı yazar.BİZANSIN FAUTUSU: Fautus , (İ.S. 4 .yy)'da yaşayan bir tarihçidir. Bir ermeni tarihçisi olarak bilinmesine rağmen, aslı yunanlıdır. Orjinal çalışmaları kaybolmuştur. Ancak, çalışmasının tercümeleri günümüze kadar ulaşmıştır. Notlarından birinde, Nusaybinli keşiş St. Jakop'tan bahseder. St. Jacop, ALLAH 'tan kendisine Nuh'un Gemisi' ni göstermesini istemiş, ALLAH 'ta, bir melek vasıtasıyla, geminin tahtalarından küçük bir parça göstermiştir. Fautus, bu olayın Cudi Dağı 'nda gerçekleştiğini yazar. Zaten Nusaybin'de, Cudi Dağına 70 mil mesafede bir kasabadır. (İ.S. 10.yy)a kadar, tüm Ermeni kaynaklar, Nuh'un Gemisi 'nin, Ermenistan'ın güneyinde bir yerde olduğunu söyler.EPİPHANIUS: Selanik patriği , (İ.S. 4yy)'de yaşamış, din düşmanlarına karşı oldukça etkili olmuştur. Gemi' nin, Gordian (Cudi) Dağlarında olduğunu belirtmiştir. Ve birinin dikkatli incelemesi halinde, Nuh'un Sunağı' nı görebileceğini eklemiştir.EUTYCHIUS : (İ.S. 9.yy)'da yaşamış, İskenderiye patriğidir. Şöyle demiştir:"Gemi, Ararat Dağlarına oturmuştu. O dağ da Musul 'un yanındaki, Cebel Cudi 'dir. Musul antik Ninova 'nın yanında bir şehirdir ve Cudi Dağı'nın 80 mil güneyindedir.İSLAMİ KAYNAKLARKUR'AN: Kur'an derki: Gemi geldi ve Cudi 'ye oturdu. (11/44). Modern İslam ansiklopedisinde, Cudi Dağı 'nı referans gösterir.AL-MASUDİ: (İ.S. 10.yy)'da yaşamıştır. " Gemi geldi ve Cudi'ye oturdu. Tigris'e (Dicle), 8 fersah uzaklıktadır." 8 fersah, 25-30 mil karşılığıdır. Bu mesafede, ölçülünce sizi tam olarak Cudi Dağı 'na götürür.İBN HAUKAL : (İ.S. 10.yy)da yaşamıştır. Cudi'nin Nusaybin kasabasının yanında olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Nuh 'un, dağın dibinde bir köy kurduğunu da eklemiştir.İBN AL-MİD: (İ.S. 13.yy)'da yaşamıştır. 7.yy'da imparator olan Herakliyus 'un bölgeyi görmek için, Cudi Dağı 'na tırmanmak istediğini yazmıştır.ZAKARIYA BIN MUHAMMED AL-KAZWINE: (İ.S. 13.yy)'da yaşamış bir Müslüman coğrafyacıdır. Gemi 'nin tahtaları kullanılarak, bir manastır inşa edildiğini kaydetmiştir. Yer belirtmemiştir.YAHUDİ KAYNAKLARSAMİRİ TEVRATI (İlk beş kitap): Samirilerin kabul ettiği, Tevrat 'ın sadece ilk beş kitabından oluşan bu metne göre, Nuh'un Gemi 'si, Kuzey Asur bölgesinde bulunan Kürt (Cudi ) Dağları'nda, karaya oturmuştur.TARGUM: Targum metinleri, Yahudiler, Babil 'deki ilk sürgünden döndüklerinde, Aramice yazılmış metinlerdir. 3 Targum vardır: Onkelos , Neofiti ve Pseudo Jonatan. Bunların üçüde geminin karaya oturma yerini, Quardu Dağları (Kürt Dağları) olarak belirtir.JOSEPHUS: (İ.S. 1.yy)'da yaşamış, Roma İmparatorluğuna sadık bir Yahudi tarihçidir. Gerçek bir entelektüeldir ve Pavlos ile de çağdaştır. Roma İmparatorluğu'nun resmi görevli tarihçisi olduğu için, zamanının tüm kütüphane ve arşivlerine rahatça ulaşabiliyordu. Kitaplarında, Nuh'un Gemisi 'nden 3 yerde bahsetmiştir. Josephus, Nuh'un Gemisi 'nin karaya oturduğu yeri, kesinlikle Cudi Dağı olarak belirtmiştir.BENJAMİN OF TUDELA: ( İ.S.12.yy)'da yaşamıştır. Seyahat ettiğinde, şöyle yazmıştır. Eski şehrin kalıntıları, Cezire bin Ömer' e, 2 günlük mesafede bulunan Tigris (Dicle) deki Ararat dağındadır. Ömer bin El Hattab, Gemi 'yi zirveden aldı ve ondan cami yaptırdı.(Bu da, Cudi'ye Ararat dendiğinin bir delilidir.)SONUÇYukarıdaki Yahudi Kaynakları' ndaki ifade, bizce ilginçtir. Yani Cudi Dağı 'na Ararat denebilir. Buna ait 2 örnek daha vermek istiyoruz:Birincisi, Prens Nuri 'nin gemiyi keşfetmesi, bu Dağ' ın güney bölgesinde olmuş olabilir. Belkide O, karlarla kaplanmış taş struktürü (yapıyı) gördü. Biz Onun Hindistan'dan gelip, Nestorian kilisesinin lideri olarak, bu dağın doğusunda, Nestorian merkezi yapmasını ilginç buluyoruz. Belki de Nestorian geleneği, Gemi 'nin karaya oturduğu yeri, Cudi dağı olarak işaret ettiği için, O da burayı seçmiştir. Nestorian'ların bir zamanlar, dağın zirvesinde " Geminin Manastırı " denen manastırları vardı. Yıldırımla yok oldu.Soru: Peki neden Prens O Dağ'a Ararat demiştir?Cevap: Çünkü pek çok Hıristiyan'a göre, Gemi nerdeyse, Ararat orası olmalıdır.Bundan daha önemli ikinci bir örnekte, 5 Türk askerinin keşfi. 1.Dünya Savaşından sonra, Bağdat 'tan Adana' daki evlerine dönen bu askerler, Nuh'un Gemisi 'ne rastladıklarını belirtmişlerdir. Bu askerler, Adana' ya giderlerken, neden kuzeye gidip 17000 feetlik Ağrı Dağı' nı tırmansınlar. Büyük ihtimalle, Tigris(Dicle) nehrini izlediler, bu da onları Cudi Dağı 'na ulaştırdı. Evlerine giderken, daha kısa ve kestirme olan Suriye'den geçmediler, çünkü orada İngiliz ordusu vardı. Bize göre bu olay çok önemlidir.Yukarıdaki argümanlar ve tarihi kaynaklar, elbette kesin bir sonuç teşkil etmez. Ancak, Nuh'un Gemisi'nin Son Rıhtımı'nın, CUDİ DAĞI olduğu konusundaki kanıtlar, oldukça zorlayıcı ve çok kuvvetli kanıtlardır .Kaynak: Bill Crouse," Nuh'un Gemisi: Gemi'nin Son Rıhtımı,"Arkeoloji ve Kutsal Kitap Araştırmaları,C.5, No:13, 1992, çev. Gökben Coşkun.ys@yaklasansaat.com

KUR'AN'DA NUH KAVMİ

KUR'AN DA NUH KAVMİ
Muhakkak Biz Nuh'u, kavmine gönderdik. Dedi ki:"Ey kavmim, Allah'a köle olun, sizin O'ndan başka İlahınız yoktur. Doğrusu ben sizin için, büyük bir günün azabından korkarım."
(Nuh'un) Kavmi'nin önde gelenleri dedi ki:"Gerçekten biz seni, apaçık sapkınlık içinde görüyoruz."
(Nuh) dedi ki:"Ey kavmim, bende bir sapkınlık yoktur; ancak ben Alemlerin Rabbi'nden bir elçiyim.Size, Rabbimin risaletini tebliğ ediyor, öğüt veriyor ve sizin bilmediklerinizi, ben Allah'tan biliyorum.Sakınırsınız ve umulur ki rahmet olursunuz diye,sizi uyarmak için, içinizden bir adama, Rabbinizden bir zikir (hatırlatma) gelmesine mi şaşırdınız ?"
(Nuh'u) yalanladılar. Arkasından biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık ve ayetlerimizi yalanlayanları (suda) boğduk. Muhakkak onlar, kör olan bir kavimdi.
[ARAF(7)/59-64]
Onlara, Nuh'un haberini anlat.
O zaman kavmine demişti ki:"Ey kavmim, benim makamım ve Allah'ın ayetleriyle hatırlatmalarım, eğer size ağır geliyorsa, ben Allah'a tevekkül ettim. Siz de işlerinizi ve ortaklarınızı toplayın. Sonra 'işleriniz', sizi kederlendirmesin ! Bana karşıda, hükmünüzü verin, sürede tanımayın! Şayet yüz çevirirseniz, (bilin ki) ben sizden bir ücret istemedim. Benim ücretim Allah'tandır. Ve ben teslim olanlardan olmakla emrolundum."
Arkasından O'nu yalanladılar. Biz de O'nu ve Onunla beraber olanları, Gemiyle kurtardık ve onları halifeler (önderler) kıldık. Ve ayetlerimizi yalanlayanları (suda) boğduk. Uyarılanların akıbetinin (sonunun) ne olduğuna bir bak!
[YUNUS(10)/ 71-73]
Muhakkak Biz Nuh'u, kavmine gönderdik.
(Onlara dedi ki:)" Muhakkak ben, sizin için apaçık bir uyarıcıyım.Köle olmamalısınız, ancak Allah'a köle olmalısınız. Ben sizin için elim (acı) bir günün azabından korkarım."
Kavminden, ileri gelen kafirler (Hakkı örtenler):"Biz seni, bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz. (Yine) görüyoruz ki, sana basit görüşlü, aşağı olan kimselerimizden başkası tabi olmuyor. Sizin bize karşı, bir faziletinizi (üstünlüğünüzü) de görmüyoruz. Bilakis biz sizi, yalancılar görüyoruz" dediler.
Dedi ki (Nuh):"Ey kavmim, görmüyor musunuz, şayet ben Rabbimden bir delil (belge) üzere isem ve bana O'nun indinden bir rahmet verilmişse ve de ona (rahmete) karşı, sizi de bir körlük kaplamışsa da mı, biz sizi buna (iman etmeye) zorlayacağız? Ey Kavmim, ben sizden buna (imana) karşılık bir mal istemiyorum. Benim ücretim, yalnızca Allah'a aittir. Ben iman edenleri de, kovacak değilim. Muhakkak Onlar, Rablerine kavuşacaklardır. Ancak ben sizi, cahil bir kavim olarak görüyorum.Ey kavmim, şayet ben onları (iman edenleri) kovarsam, Allah'tan bana (gelecek azaba karşı), kim yardım edecek? (Hiç) düşünmez misiniz?Ben size, Allah'ın hazineleri yanımdadır, demiyorum ve gaybı da bilmiyorum. Ne de, melek olduğumu söylüyorum. Gözlerinizin hakir gördüğü kimselere de, Allah kesin olarak bir hayır vermez demiyorum. Onların nefislerinde olanı, Allah en iyi bilendir. (Hakka tabi olmazsam), muhakkak o zaman, zalimlerden olurum."
Dediler ki:"Ey Nuh, bizimle cedelleştin (çekişip-durdun), bu cedelleşmede ileri de gittin. Şayet doğru söylüyorsan, bize vaadettiğini getir (görelim)."
(Nuh) dedi ki:"Şayet dilerse, onu size Allah getirir ve siz, (Allah'ı) aciz bırakacak değilsiniz.Eğer Allah, sizi azdırmayı dilemişse, ben size nasihat (öğüt) vermek istesem de, öğüdümün size yararı olmaz. (Allah), sizin Rabbinizdir ve O'na döndürüleceksiniz."
Yoksa Onlar:"Bunu kendisi uydurdu" mu diyorlar?
De ki: "Eğer onu ben uydurduysam, benim cürümüm (suçum) bana aittir ve ben, sizlerin suçlarınızdan beriyim (uzağım)."
Nuh'a vahyedildi ki:"Muhakkak iman edenlerin dışında, elbette kimse iman etmeyecek. Onların yapmakta olduklarından dolayı üzülme.Bizim gözetimimizde ve vahyimizle gemiyi yap. Zalimler (müşrikler) konusunda, Bana hitap etme (seslenme). Muhakkak onlar, (suda) boğulacaklardır."
(Nuh) gemiyi yaparken, kavminin ileri gelenleri, kendisine her uğradığında, Onunla alay ediyorlardı.
(Nuh):"Eğer bizimle alay ederseniz, biz de sizlerle alay ettiğiniz gibi, alay edeceğiz Aşağılatıcı azabın kime geleceğini ve kalıcı azabın kimin olacağını, ilerde bileceksiniz."dedi.
Sonunda, emrimiz geldiğinde ve tandır (fırın-mağma) feveran ettiği (kızıştığı) zaman, dedik ki:"Her birinden ikişer çift (hayvan) ile aleyhlerinde söz geçmiş olanlar dışında, aileni ve iman edenleri ona (gemiye) yükle."
Onunla birlikte, çok azından başkası iman etmemişti.
Dedi ki (Nuh): "Ona binin. Onun yüzmesi de, demir atması (durması) da, Allah'ın adıyladır. Şüphesiz, benim Rabbim bağışlayandır, esirgeyendir."
(Gemi), dağlar gibi dalga(lar) içinde, Onlar ile yüzerken, Nuh, uzaklaşmakta olan oğluna seslendi:"Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kafirlerle birlikte olma."
(Oğlu) Dedi ki:"Ben bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur."
Dedi ki (Nuh): "Bugün Allah'ın emrinden, Allah'ın esirgediği kimseden başkasına koruma yoktur."
Ve ikisinin arasına dalga girdi, (böylece) o da boğulanlardan oldu.
Denildi ki: "Ey Arz (yer), suyunu yut ve ey Sema (gök), sen de (suyunu) tut!"Su çekildi, emir kaza edildi (yerine geldi). (Gemi de) Cudi (dağı) üstüne oturdu. Ve zalimler kavmine de; 'uzak olsun' denildi.
Nuh, Rabbine seslendi.Dedi ki:"Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve muhakkak Senin vaadin de haktır. Sen hakimlerin hakimisin."
Dedi ki (Allah):"Ey Nuh, muhakkak O senin ailenden değildir. Şüphesiz o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse, hakkında bilgin olmayan şeyi, Ben'den isteme. Şüphesiz Ben, cahillerden olmayasın diye, sana öğüt veriyorum."
Dedi ki (Nuh): "Rabbim, bilgim olmayan şeyi, Sen'den istemekten, San'a sığınırım. Ve şayet beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum."
Denildi ki:"Ey Nuh, sana ve seninle birlikte olan ümmetler üzerine, Bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in. (Sizden türeyecek diğer kafir) ümmetleri de yararlandıracağız. Sonra onlara, Bizden elim (acı) bir azap dokunacaktır."
[HUD (11)/ 25-48]
Nuh da; daha önce çağrıda bulunduğu zaman, Biz onun çağrısına cevap verdik. Onu ve ailesini büyük bir üzüntüden kurtardık. Ve ayetlerimizi yalanlayan kavme karşı 'ona yardım ettik'. Şüphesiz onlar, kötü bir kavimdi. Biz de onların tümünü (suda) boğduk.
[ENBİYA (21)/ 76-77]
Muhakkak Biz Nuh'u, kavmine (elçi olarak) gönderdik.
(Nuh), kavmine dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a köle olun, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur, sakınmayacak mısınız?"
Arkasından (Nuh'un) kavminin Hakkı örten önderleri, dediler ki:"Bu, sizin benzeriniz bir beşerden başkası değildir. Size karşı üstünlük elde etmek istiyor. Şayet Allah dileseydi, melekler indirirdi. Biz bunu, geçmiş atalarımızdan da işitmedik.Muhakkak (Nuh), kendisinde cinnet (delilik) bulunan, bir adamdan başkası değildir, onu belli bir süre gözetleyin."
Dedi ki (Nuh):"Rabbim, beni yalanlamalarına karşılık, bana yardım et!"
Arkasından Biz ona:"Gözetimimiz altında ve vahyimizle gemi yap. Ne zaman ki, Bizim emrimiz gelip de, tandır (fırın-mağma) kızışınca, ona (gemiye), her (tür hayvandan) ikişer çift ile, onlardan aleyhlerine söz geçmiş (azap hak olmuş) olanlar dışında, kalan aileni de (gemiye) bindir. Zalimler konusunda, Bana seslenme! Muhakkak onlar, (suda) boğulacaklardır. Ne zaman ki sen ve seninle beraber olanlar gemiye yerleşirsiniz, o zaman, bizi zalim kavimden kurtaran Allah'a, Hamd olsun" deyin diye vahyettik.
Ve deki:"Rabbim, beni mübarek bir menzil (yer) de, indir. Sen konuklayanların en hayırlısısın."
Şüphesiz bunda, ayetler vardır ve muhakkak Biz sınayanlarız. Sonra, onların ardından, başka bir nesil inşa ettik.
[MÜMİNUN (23)/ 23-31]
Nuh Kavmi, vakta ki elçileri yalanladı,onları (suda) boğduk. İnsanlar için onları, bir ayet (alamet) kıldık. Ve Biz Zalimlere,elim (acıklı) bir azap hazırladık.
[FURKAN (25)/ 37]
O zaman onlara, kardeşleri Nuh dedi ki:"Sakınmıyor musunuz?Muhakkak, ben sizin için, emin (güvenilir) bir elçiyim.Allah'tan korkun (sakının) ve bana itaat edin.Buna karşılık, ben sizden bir ücret istemiyorum; benim ücretim ancak Alemlerin Rabbi'ne aittir.Allah'tan korkup (sakının) ve bana itaat edin."
Dediler ki:"Sana, sıradan (aşağı olan) insanlar itaat ederken, iman eder miyiz?"
(Nuh) Dedi ki:"Onların ne yaptıkları konusunda, benim bilgim yoktur.Onların hesabı ancak Rabbime aittir, şayet şuurundaysanız.Ve ben,mü'min olanları kovacak değilim.Ben, yalnızca apaçık bir uyarıcıyım."
Dediler ki:"Şayet vazgeçmezsen ey Nuh,elbette taşlananlardan olacaksınız."
(Nuh) Dedi ki:"Rabbim, şüphesiz kavmim beni yalanladı.Benimle onların arasını, bir açışla aç, beni ve benimle birlikte olan mü'minleri kurtar."
(Arkasından) onu ve onunla birlikte olanları, (hayvanlarla) yüklü bir gemiyle kurtardık. Bundan sonra, (arkada) kalanları da, (suda) boğduk. Muhakkak bunda, bir ayet (alamet) vardır.Ancak onların çoğu, iman edenler olmadılar.
[ŞUARA (26) / 106-121]
Muhakkak Biz Nuh'u, Kavmi'ne gönderdik.İçlerinde elli yılı eksik olmak üzere, bin sene kaldı. Arkasından onlar zalimlerken,'tufan' onları yakalayıverdi. (Böylece) Biz 'onu ve gemi halkını' kurtardık ve bunu, alemlere bir ayet (alamet) kıldık.
[ANKEBUT (29)/14-15]
Şüphesiz Nuh, Bize seslenmişti de, ne güzel icabet etmiştik. Onu ve ailesini, büyük üzüntüden kurtarmıştık. Ve onun soyunu, (dünyada) kalıcı kıldık. Arkadan gelenlere, onu (ders olarak) bıraktık. Alemler içinde, Nuh'a selam olsun. Muhakkak Biz, muhsinlere böyle karşılık veririz. Şüphesiz o, Bizim mü'min kölelerimizdendi. Sonra diğerlerini (suda) boğduk. Muhakkak İbrahim de, onun (soyunun) bir kolundandır.
[SAFFAT(37)/75-83]
Bundan önce, Nuh Kavmi'ni de (yıkıma uğrattık). Muhakkak onlar, fasık bir kavimdi.
[ZARİYAT (51)/46]
Onlardan önce, Nuh Kavmi de yalanlamıştı.
Kölemizi (Nuh'u), yalanlayarak dediler ki: " (O) mecnun (cinni) dir, engellenmiş ve baskı altına alınmıştır."
(Sonunda Nuh), Rabbini çağırdı : "Muhakkak ben, mağlup (yenik) durumdayım, bana yardım et!" dedi.
Biz de, 'bardaktan boşanırcasına akan' bir su ile göğün kapılarını açtık. Yeri de 'coşkun kaynaklar' halinde fışkırttık. Arkasından su(lar), takdir edilmiş bir emir (iş) üzere birleşti. Ve (Nuh'u), levhalar (tahtalar) ve perçinler (çiviler) sahibi gemiyle taşıdık. İnkar edilen (örtülen) o kimseye (Nuh'a), bir mükafat olmak üzere; (gemi) gözlerimizin önünde akıp gitmekteydi. Şüphesiz Biz, bu (tufanı), bir ayet (alamet) olarak bıraktık, var mı düşünen (araştıran)?
[KAMER (54)/9-15]
Muhakkak Biz, Nuh'u ve İbrahim'i gönderdik. Peygamberliği ve Kitabı onların soylarında kıldık. Onlardan hidayet üzere olanlar (vardır.) Onlardan çoğu da fasıktır.
[HADİD (57)/26]
Allah, Hakkı örtenlere, Nuh'un eşini ve Lut'un eşini örnek verdi. İkisi de, kölelerimizden salih olan bu iki kölemizin, nikahları altındaydı; (ancak) o ikisine ihanet ettiler. Bu iki kadına, (eşleri), Allah'tan (hiçbir) şeyle, yarar sağlayamadılar. Ve bu ikisine de, "ateşe girenlerle beraber ateşe girin" denildi.
[TAHRİM (66)/10]
Şüphesiz Biz Nuh'u, kavmine, "onlara elim (acı) bir azap, gelmeden evvel uyarsın" diye gönderdik.
(Nuh) dedi ki:"Ey kavmim, şüphesiz, ben size (gönderilmiş) apaçık bir uyarıcıyım. Allah'a köle olun! O'ndan sakının ve bana itaat edin!(Ki) suçlarınızı bağışlasın ve sizi belirli bir ecele (vakte) kadar ertelesin. Muhakkak Allah'ın eceli (vakti) geldiği zaman, o ertelenmez. Keşke bilseydiniz!"
(Nuh) Dedi ki:"Rabbim muhakkak ben, kavmimi gece ve gündüz davet ettim. Ancak benim davetim (çağrım), onların firarından (kaçışından) başka bir şeyi artırmadı. Doğrusu ben, onları bağışlaman için, her davet edişimde; onlar, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler ve ısrarla kibirlenerek, büyüklük tasladılar.Sonra onları, cehren(açıkça) davet ettim.(Yine)onlara aleni (açık) ve gizli bir şekilde (konuştum)."
Dedim ki:"Rabbinizden mağfiret isteyin; şüphesiz O, çok bağışlayandır. Üzerinize, Gök'ten bol yağmur göndersin. Size mallar ve çocuklarla yardımda bulunsun. Sizin için, bağlar-bahçeler ve ırmaklar kılsın. Size ne oluyor ki, Allah için bir vakar(saygı, büyüklük) ummuyorsunuz(yakıştırmıyorsunuz). Muhakkak O, sizi, "tavır-tavır"(aşama-aşama) yaratmıştır. Allah'ın, semayı (göğü), yedi tabaka halinde, nasıl yarattığını görmüyor musunuz? Ve bunlar içinde Ay'ı bir 'nur', Güneş'i de, (ışık veren) bir 'kandil' kıldı. Allah, sizi, Arz'dan bir bitki (gibi) bitirdi. Sonra sizi, orada iade eder ve sizi bir çıkarılışla çıkarır. Allah, Arz'ı sizin için yaygın kıldı. Öyle ki, orada geniş yollarda gezip-dolaşasınız diye."
Nuh dedi ki:"Rabbim, muhakkak onlar, bana isyan ettiler, mal ve çocukları, kendisine hüsrandan (pişmanlıktan) başkasını artırmayan kimselere uydular. Ve büyük planlar-tuzaklar kurdular. Ve dediler ki: "Kendi ilahlarınızı bırakmayın. Bırakmayın Vedd'i, Suva'ı, Yeğus'u, Ye'uk'u ve de Nesr'i."
(Allah dedi ki): "Muhakkak onlar, birçoğunu saptırdılar. Sen de, zalimlerin sapkınlığından başkasını artıramazsın. Onlar hataları sebebiyle, (suda) boğuldular, arkasından ateşe sokuldular. Onlar Allah'tan başka yardımcı bulamadılar."
Nuh dedi ki: "Rabbim yeryüzünde, kafirlerden bir diyar(yurt) bırakma! Şüphesiz Sen, şayet onları bırakırsan, Sen'in kölelerini saptırırlar. Ve onlar, facirden, kafirden(örtenden) başkasını doğurmazlar. Rabbim, beni, annemi, babamı, mü'min olarak evime gireni, mü'min erkekleri ve mü'min kadınları bağışla. Ve zalimlere helaktan başkasını arttırma."
[NUH (71)/1-28]
ys@yaklasansaat.com




NUH'UN GEMİSİ'NİN SON RIHTIMI: "CUDİ"


1950'li yılların başından beri, Nuh'un Gemisi, pek çok kitap ve filmin konusu olmuştur. Bu meseleye, o yıllarda hız kazandıran gelişme, 1948 yılında, Hıristiyan bir görgü tanığın, Ararat Dağı' nın buzları altında Gemi 'yi gördüğünü söylemesi olmuştur. O zamandan beri, bu konuyla ilgili pek çok şey iddia edildi ve bu iddialara dayanarak, bir çok araştırmalar başlatıldı. Büyük miktarda para ve zaman harcandı.
GEMİ AĞRI DAĞI'NDA DEĞİL
80'li yıllarda astronot James Irwin ve arkadaşları, yürüyerek Dağ'ın büyük bir kısmını tırmandılar. Bununla yetinmeyen Irwin ve ekibi, Dağ'ı uçakla fotoğrafladılar .Gayretleriyle, medyanın bir hayli ilgisini çeken Irwin ve ekibi, Gemi hakkında söz etmeye değer bir kanıt bulamadılar. En sonunda, bu araştırmaya katılan birçok kişi, şu iddialarda bulundular:
1 -Gemi elementlerine ayrılarak, yeryüzüyle karışıp kayboldu.2 -Tanrı onun bu zamanda açığa çıkmasını istemedi.
Ben, Nuh'un Gemisi 'yle ilgili araştırmaların başarısız oluşunun gerçek nedenini:
Nuh'un Gemisi 'nin başka bir Dağ'a(Cudi) oturması ve kalıntıların ise günümüze kadar ulaşamaması olarak görmekteyim.
Ağrı Dağı'nda yapılan pek çok araştırmada, görgü tanıklarının rivayetleri, çelişkilidir ve detaylı incelemelerin çoğu şüphelidir. Bazı gözlemler ise, pilotlar tarafından yapılmıştır. Bize göre, bu gözlemlerde görülen " gemi benzeri objeler" Ağrı Dağı'nın yapısında bol bulunan büyük bazaltların, gemiye benzetilmesinden kaynaklanmaktadır.
Bir başka meselede, Ağrı Dağı' nın yapısıdır. Acaba Ağrı Dağı 'nın orjini(oluşumu), jeolojik 4. zamana ait olmayabilir mi? Yani Büyük Tufan'dan sonra oluşmuş olamaz mı? Çünkü bu Dağ 'ın sular altında kaldığı ile ilgili olarak kanıt yoktur. Eğer Gemi, gerçekten Ararat 'a oturmuşsa neden hiç sedimantasyon veya fosil örneği yok?
Nuh'un Gemisi 'nin, bir gün Ararat 'ta bulunacağını düşünmek, biraz fazla iyimserlik olur. Jeolojik nedenler, görgü tanıklarının kuşku verici rivayetleri ve tarihsel nedenler, Nuh'un Gemisi'nin kesinlikle Ararat'ta bulunamayacağını gösteriyor. Şimdi biz bu argümanları inceleyelim.
Birçok okuyucunun da bildiği gibi, Gemi' nin karaya oturduğu yerin, Ararat olduğu ile ilgili bilgi, yalnızca Tevrat' da geçiyor. Gemi 'nin, karaya oturduğu yerin, spesifik isminin Ararat olduğunu düşünmek yanlıştır. Musa zamanında Ararat, Asur 'un kuzeyinde bulunan ve merkezi bugünkü Van Gölü olan, oldukça geniş bir bölgedir. Modern arkeolojik çalışmalar, burada bulunan antik bir krallığın sınırlarını çizmiştir.
NUH'UN GEMİSİ CUDİ DAĞI'NDACudi Dağı , Ararat Dağı 'nın 200 mil güneyinde ve güney Türkiye 'de yer almaktadır. Suriye ve Irak sınırlarının çok yakınındadır. Tam koordinatları, 37 derece 21 dakika kuzey enlem, 42 derece 17 dakika doğu boylamıdır. Kaynaklarda ismi Judi Dağı , Cordu Dağı , Quarda Dağı, Gordyene Dağları, Gordian Dağları ve Kürtlerin Dağı diye geçer. Asurlular ise, bu dağa Nippu Dağı adını vermişlerdir. Ve en önemlisi de, bu dağın bir zamanlar Ararat Dağı olarak isimlendirilmesidir. 7000 feet(2114m) yüksekliğinde olan bu dağ, çok da yüksek değildir. Yılın büyük bölümünde karlarla kaplıdır.
Cudi Dağı, Mezopotamya bölgesine, yukarıdan bakar. Ayrıca Dağ'ın etrafında bulunan arkeolojik kalıntılar bakımından da, dikkate değer bir Dağ dır. Antik tarihten gelen pek çok referansı vardır. Mesela, ( İ.Ö. 700)lü yıllarda yaşayan Asur Kralı Semacherib, Cudi Dağı'nın eteklerine, pek çok rölyef (kabartma) yaptırmıştır. Hıristiyanların bir kolu olan Nestorianlar, Cudi Dağı' na birkaç tane manastır yapmıştır. Bunlardan biri de, zirvede yer alan ve adına da " Gemi'nin Manastırı " denen manastırdır. M.S. 766 yılında, yıldırımla yok olan manastırın yerine, Müslümanlar bir cami yapmışlardır. 1909 yılında, Gertrude Bell , bölgeyi araştırmış ve Dağ 'ın zirvesinde, gemi şekline benzeyen taş bir yapı bulmuştur. Yerliler bu yapıya, Sefineti Nebi Nuh; yani Nuh'un Gemisi diyorlar. Ayrıca Bell , her yılın 14 eylülünde Nuh' un anısına Cudi Dağı 'nda bir araya gelen Yahudi , Hırıstiyan , Müslüman , Sabi ve Yezidilerden bahsediyor. 1949 yılında, 2 Türk gazeteci, 500 feet uzunluğunda bir gemi gördüklerini iddia ediyorlar.
TARİHİN TANIKLIĞI: "NUH'UN GEMİSİ CUDİ'YE OTURDU"Nuh'un Gemisi 'nin, karaya oturduğu yerin burası olduğunu ispat etmek, şu an bir jüriye muhtaçtır. Ancak, sadece tarihten gelen referansları dikkate alsak bile, Nuh'un Gemisi 'nin oturduğu dağın, Cudi Dağı olma ihtimali çok yüksektir. Şimdi bu tarihi tanıkların referanslarına bir göz atalım:
KİLDANİ KAYNAKLARBEROSSUS: Bir Kildani büyücü, rahip ve tarihçi. (İ.Ö. 3.yy)da, Berossus , Babil tufanının bir başka versiyonunu rivayet eder. Bu rivayete göre gemi, Urartu' da karaya oturmuştur ve geminin bazı parçaları, hala Urartu' daki Gordyaeans (Cudi) dağlarındadır. Berossus, anlatımına şöyle devam eder. Bazıları, gemiyi kazıyarak zift aldılar ve bunu tılsım yapmada kullandılar. Berossus 'a göre, Cudi Dağı, hem Gordyaean Dağları' nda hem de antik Ermenistan (Urartu) sınırındadır.
HIRİSTİYAN KAYNAKLAR EUSEBİUS: (İ.S. 3.yy)'da yaşayan,ilk kiliselerin pederlerinden biridir. Gemi 'nin küçük bir parçasının, kendi zamanında, Gardian (Cudi) dağlarında olduğunu söyler.
THE PERSHITTA: Pershitta, Suriyeli Hıristiyanların kullandıkları İncildir. Bu İncilde, Tekvin 8/14'te, Nuh 'un Gemisi 'nin, karaya oturduğu yer olarak Quardu(Cudi) Dağı 'nı yazar.
BİZANSIN FAUTUSU: Fautus , (İ.S. 4 .yy)'da yaşayan bir tarihçidir. Bir ermeni tarihçisi olarak bilinmesine rağmen, aslı yunanlıdır. Orjinal çalışmaları kaybolmuştur. Ancak, çalışmasının tercümeleri günümüze kadar ulaşmıştır. Notlarından birinde, Nusaybinli keşiş St. Jakop'tan bahseder. St. Jacop, ALLAH 'tan kendisine Nuh'un Gemisi' ni göstermesini istemiş, ALLAH 'ta, bir melek vasıtasıyla, geminin tahtalarından küçük bir parça göstermiştir. Fautus, bu olayın Cudi Dağı 'nda gerçekleştiğini yazar. Zaten Nusaybin'de, Cudi Dağına 70 mil mesafede bir kasabadır. (İ.S. 10.yy)a kadar, tüm Ermeni kaynaklar, Nuh'un Gemisi 'nin, Ermenistan'ın güneyinde bir yerde olduğunu söyler.
EPİPHANIUS: Selanik patriği , (İ.S. 4yy)'de yaşamış, din düşmanlarına karşı oldukça etkili olmuştur. Gemi' nin, Gordian (Cudi) Dağlarında olduğunu belirtmiştir. Ve birinin dikkatli incelemesi halinde, Nuh'un Sunağı' nı görebileceğini eklemiştir.
EUTYCHIUS : (İ.S. 9.yy)'da yaşamış, İskenderiye patriğidir. Şöyle demiştir:
"Gemi, Ararat Dağlarına oturmuştu. O dağ da Musul 'un yanındaki, Cebel Cudi 'dir. Musul antik Ninova 'nın yanında bir şehirdir ve Cudi Dağı'nın 80 mil güneyindedir.
İSLAMİ KAYNAKLARKUR'AN: Kur'an derki: Gemi geldi ve Cudi 'ye oturdu. (11/44). Modern İslam ansiklopedisinde, Cudi Dağı 'nı referans gösterir.
AL-MASUDİ: (İ.S. 10.yy)'da yaşamıştır. " Gemi geldi ve Cudi'ye oturdu. Tigris'e (Dicle), 8 fersah uzaklıktadır." 8 fersah, 25-30 mil karşılığıdır. Bu mesafede, ölçülünce sizi tam olarak Cudi Dağı 'na götürür.
İBN HAUKAL : (İ.S. 10.yy)da yaşamıştır. Cudi'nin Nusaybin kasabasının yanında olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Nuh 'un, dağın dibinde bir köy kurduğunu da eklemiştir.
İBN AL-MİD: (İ.S. 13.yy)'da yaşamıştır. 7.yy'da imparator olan Herakliyus 'un bölgeyi görmek için, Cudi Dağı 'na tırmanmak istediğini yazmıştır.
ZAKARIYA BIN MUHAMMED AL-KAZWINE: (İ.S. 13.yy)'da yaşamış bir Müslüman coğrafyacıdır. Gemi 'nin tahtaları kullanılarak, bir manastır inşa edildiğini kaydetmiştir. Yer belirtmemiştir.
YAHUDİ KAYNAKLARSAMİRİ TEVRATI (İlk beş kitap): Samirilerin kabul ettiği, Tevrat 'ın sadece ilk beş kitabından oluşan bu metne göre, Nuh'un Gemi 'si, Kuzey Asur bölgesinde bulunan Kürt (Cudi ) Dağları'nda, karaya oturmuştur.
TARGUM: Targum metinleri, Yahudiler, Babil 'deki ilk sürgünden döndüklerinde, Aramice yazılmış metinlerdir. 3 Targum vardır: Onkelos , Neofiti ve Pseudo Jonatan. Bunların üçüde geminin karaya oturma yerini, Quardu Dağları (Kürt Dağları) olarak belirtir.
JOSEPHUS: (İ.S. 1.yy)'da yaşamış, Roma İmparatorluğuna sadık bir Yahudi tarihçidir. Gerçek bir entelektüeldir ve Pavlos ile de çağdaştır. Roma İmparatorluğu'nun resmi görevli tarihçisi olduğu için, zamanının tüm kütüphane ve arşivlerine rahatça ulaşabiliyordu. Kitaplarında, Nuh'un Gemisi 'nden 3 yerde bahsetmiştir. Josephus, Nuh'un Gemisi 'nin karaya oturduğu yeri, kesinlikle Cudi Dağı olarak belirtmiştir.
BENJAMİN OF TUDELA: ( İ.S.12.yy)'da yaşamıştır. Seyahat ettiğinde, şöyle yazmıştır. Eski şehrin kalıntıları, Cezire bin Ömer' e, 2 günlük mesafede bulunan Tigris (Dicle) deki Ararat dağındadır. Ömer bin El Hattab, Gemi 'yi zirveden aldı ve ondan cami yaptırdı.(Bu da, Cudi'ye Ararat dendiğinin bir delilidir.)
SONUÇYukarıdaki Yahudi Kaynakları' ndaki ifade, bizce ilginçtir. Yani Cudi Dağı 'na Ararat denebilir. Buna ait 2 örnek daha vermek istiyoruz:
Birincisi, Prens Nuri 'nin gemiyi keşfetmesi, bu Dağ' ın güney bölgesinde olmuş olabilir. Belkide O, karlarla kaplanmış taş struktürü (yapıyı) gördü. Biz Onun Hindistan'dan gelip, Nestorian kilisesinin lideri olarak, bu dağın doğusunda, Nestorian merkezi yapmasını ilginç buluyoruz. Belki de Nestorian geleneği, Gemi 'nin karaya oturduğu yeri, Cudi dağı olarak işaret ettiği için, O da burayı seçmiştir. Nestorian'ların bir zamanlar, dağın zirvesinde " Geminin Manastırı " denen manastırları vardı. Yıldırımla yok oldu.
Soru: Peki neden Prens O Dağ'a Ararat demiştir?
Cevap: Çünkü pek çok Hıristiyan'a göre, Gemi nerdeyse, Ararat orası olmalıdır.
Bundan daha önemli ikinci bir örnekte, 5 Türk askerinin keşfi. 1.Dünya Savaşından sonra, Bağdat 'tan Adana' daki evlerine dönen bu askerler, Nuh'un Gemisi 'ne rastladıklarını belirtmişlerdir. Bu askerler, Adana' ya giderlerken, neden kuzeye gidip 17000 feetlik Ağrı Dağı' nı tırmansınlar. Büyük ihtimalle, Tigris(Dicle) nehrini izlediler, bu da onları Cudi Dağı 'na ulaştırdı. Evlerine giderken, daha kısa ve kestirme olan Suriye'den geçmediler, çünkü orada İngiliz ordusu vardı. Bize göre bu olay çok önemlidir.
Yukarıdaki argümanlar ve tarihi kaynaklar, elbette kesin bir sonuç teşkil etmez. Ancak, Nuh'un Gemisi'nin Son Rıhtımı'nın, CUDİ DAĞI olduğu konusundaki kanıtlar, oldukça zorlayıcı ve çok kuvvetli kanıtlardır .
Kaynak: Bill Crouse," Nuh'un Gemisi: Gemi'nin Son Rıhtımı,"Arkeoloji ve Kutsal Kitap Araştırmaları,C.5, No:13, 1992, çev. Gökben Coşkun.


ys@yaklasansaat.com

12 Nisan 2009 Pazar




Galileo Galilei


(1564 - 1642)
Galileo Galilei, (1564 - 1642), modern fiziğin ve teleskobik astronominin kurucularından olan İtalyan bilim adamı.1564'te İtalya'nın Pisa şehrinde doğdu. Dönemi­nin tanınmış müzikçilerinden Vincenzo Galile­i'nin oğlu olan Galilei, ilk tahsilini Floransa'da yaptı. 1581'de Pisa Üniversitesinde tıp tahsiline başladı, ancak parasızlıktan okulu terk etti. 1583'ten itibaren matematiğe ilgi duyan Galilei, bu konudaki çalışmaları sayesinde 1589'da Pisa'da profesörlük elde etti.Sarkacın, yüzen cisimlerin ve hareketin Aristo fiziğinden farklı bir düşünceyle matematiksel olarak ele alınması gerektiğine inanan Galilei, Pisa Kulesinden ağırlık düşürerek Aristo'nun yanlışlığını açıkça gösterdi. Bu davranışı yaşlı profe­sörlerle anlaşmazlığa düşmesine sebep oldu. 1592'de Pisa'yı terk ederek, Padova Üniversitesi matematik kürsüsüne geldi.1597'de pratikte çok faydası olan pusulayı ticari olarak piyasaya arz etti. 1600 senesinden hemen sonra ilkel bir termometre, insan kalp atışının ölçümünde kullanılmak üzere bir sarkaç ve 1604'te serbest düşüşün matematik kanunlarını keşfetti. Ancak düzgün ivmeli hareket kavramı hatalıydı. 1609'da Hollanda'da teleskopun bulunduğunu işitti. Kendisi daha ileri bir alet yaparak bunu astronomi gözlemlerinde kullandı. 1610' da aydaki dağlar, yıldız kümeleri ve Samanyolu üzerine ilk tespitlerini yayınladı. Bu arada Jupiter'in dört uydusunun varlığını bildirdi. Bu kitabı çok ilgi uyandırdı ve Floransa'da saray matematikçisi olmasını sağladı. Hemen sonra Venüs gezegeninin devreleri ve Satürn’ün şekli hakkında bilgi verirken, astronomideki Ptolemy (Batlamyus) sistemini tartıştı.1611'de Roma'ya gitti ve oradaki Bilim Akademisi'ne üye seçildi. Floransa'ya dönüşünde hidrostatik üzerine pek çok profesörün itirazına sebep olan kitabı ile 1613'te güneş lekeleri üzerine yazdığı eserini yayınladı. Bu eserinde Kopernik sistemini açık bir şekilde müdafaa etti. Bundan dolayı papazların ağır hücumuna uğradı. 1615'te bizzat Roma'ya giderek iddiasını müdafaa eti. Ancak 1616'da Papa Beşinci Paul tarafından kitaplarını tetkik için bir komisyon kuruldu. Bu komisyon Galileo'nun kitaplarını yasaklamadı. Sadece dünyanın döndüğü iddiasından vazgeçmesini istedi.Galilei, bir müddet bilimin pratik yönüne döndü, mikroskobu geliştirdi. Ancak 1618'de üç kuyruklu yıldızın görülmesiyle kiliseyle münakaşaya girdi. Arkadaşının Sekizinci Urban olarak Papa seçilmesinden cesaret alarak yazdığı "İki Kainat Sistemi Üzerine Konuşmalar" adlı eserini 1632'de yayınladı. Ancak kitabı daha önce yapılan uyarılarla çeliştiği söylentilerine rağmen Roma’da mahkemeye çağrıldı. 1633'te bu kitap yasaklandı ve kendisi müebbet hapse mahkum edildi.Yetmiş yaşında hapsedilen Galilei'nin gözleri kör oldu ve 1642 yılında hapiste öldü


(M.Ö. 287-212)

Arşimet (Archimedes), M.Ö. 287 - 212 yılları arasında yaşamış Sicilya doğumlu Yunan matematikçi, fizikçi, astronom, filozof ve mühendis. Bir hamamda yıkanırken bulduğu iddia edilen suyun kaldırma kuvveti bilime en çok bilinen katkısıdır ancak pek çok matematik tarihçisine göre integral hesabın babası da Arşimet'tir.Roma generali Marcellus, Sirakuza'yı kuşattığında, Archimedes adlı bir mühendisin yapmış olduğu silahlar nedeniyle şehri almakta çok zorlanmıştı. Bunların çoğu mekanik düzeneklerdi ve bazı bilimsel kurallardan ilham alınarak tasarlanmıştı. Örneğin, makaralar yardımıyla çok ağır taşlar burçlara kadar çıkarılıyor ve mancınıklarla çok uzaklara fırlatılıyordu. Hatta Archimedes'in aynalar kullanmak suretiyle Roma donanmasını yaktığı da rivayet edilmektedir. Ancak bütün bunlara karşın M.Ö. 212 yılında Romalılar Sirakuza'yı zapt ettiler ve şehrin diğer ileri gelenleriyle birlikte Archimedes'i de öldürdüler. Söylendiğine göre, bu sırada Archimedes toprak üzerine çizdiği bir problemin çözümünü düşünüyormuş ve yanına yaklaşan Romalı bir askere oradan uzaklaşmasını ve kendisini rahat bırakmasını söylemiş; ancak asker Archimedes'e aldırmayarak hemen öldürmüş. Tarihin nadir olarak yetiştirdiği bu çok yetenekli bilim adamının öldürülüşü Romalı generali de çok üzmüş.Archimedes hem bir fizikçi, hem bir matematikçi, hem de bir filozoftur. Gençliğinde bir süre İskenderiye'de bulunmuş, burada Eratosthenes ile arkadaş olmuş ve daha sonra da onunla mektuplaşmıştır. Archimedes'in mekanik alanında yapmış olduğu buluşlar arasında bileşik makaralar, sonsuz vidalar, hidrolik vidalar ve yakan aynalar sayılabilir. Bunlara ilişkin eserler vermemiş, ancak matematiğin geometri alanına, fiziğin statik ve hidrostatik alanlarına önemli katkılarda bulunan pek çok eser bırakmıştır.Geometriye yapmış olduğu en önemli katkılardan birisi, bir kürenin yüzölçümünün 4πr2 ve hacminin ise 4/3 πr3 eşit olduğunu kanıtlamasıdır. Bir dairenin alanının, tabanı bu dairenin çevresine ve yüksekliği ise yarıçapına eşit bir üçgenin alanına eşit olduğunu kanıtlayarak pi'nin değerinin 3 l/7 ve 3 10/71 arasında bulunduğunu göstermiştir.Archimedes'in en parlak matematik başarılarından biri de, eğri yüzeylerin alanlarını bulmak için bazı yöntemler geliştirmesidir. Bir parabol kesmesini dörtgenleştirirken sonsuz küçükler hesabına yaklaşmıştır. Sonsuz küçükler hesabı, bir alana tasavvur edilebilecek en küçük parçadan daha da küçük bir parçayı matematiksel olarak ekleyebilmektir. Bu hesabın çok büyük bir tarihi değeri vardır. Sonradan modern matematiğin gelişmesinin temelini oluşturmuş, Newton ve Leibniz'in bulduğu diferansiyel ve entegral hesap için iyi bir temel oluşturmuştur.Archimedes Parabolün Dörtgenleştirilmesi adlı kitabında, tüketme metodu ile bir parabol kesmesinin alanının, aynı tabana ve yüksekliğe sahip bir üçgenin alanının 4/3'üne eşit olduğunu ispatlamıştır.İlk defa denge prensiplerini ortaya koyan bilim adamı da Archimedes'dir. Bu prensiplerden bazıları şunlardır:Eşit kollara asılmış eşit ağırlıklar dengede kalır. Eşit olmayan ağırlıklar eşit olmayan kollarda aşağıdaki koşul sağlandığında dengede kalırlar: f1 · a = f2 · b Bu çalışmalarına dayanarak söylediği "Bana bir dayanak noktası verin Dünya'yı yerinden oynatayım." sözü yüzyıllardan beri dillerden düşmemiştir.Arşimet, kendi adıyla tanınan sıvıların dengesi kanununu da bulmuştur. Söylendiğine göre, bir gün Kral II Hieron yaptırmış olduğu altın tacın içine kuyumcunun gümüş karıştırdığından kuşkulanmış ve bu sorunun çözümünü Arşimet'e havale etmiş. Bir hayli düşünmüş olmasına rağmen sorunu bir türlü çözemeyen Archimedes, yıkanmak için bir hamama gittiğinde, hamam havuzunun içindeyken ağırlığının azaldığını hissetmiş ve "Buldum, buldum" diyerek hamamdan fırlamış. Acaba Arşimet 'in bulduğu neydi? Su içine daldırılan bir cisim taşırdığı suyun ağırlığı kadar ağırlığından kaybediyordu ve taç için verilen altının taşırdığı su ile tacın taşırdığı su mukayese edilerek sorun çözülebilirdi.Archimedes'in araştırmalarından önce, tahtanın yüzdüğü ama demirin battığı biliniyordu; ancak bunun nedeni açıklanamıyordu. Archimedes'in bu kanunu doğada tesadüflere yer olmadığını, her zaman aynı koşullarda aynı sonuçlara ulaşılacağını göstermiştir. Archimedes, 23 yüzyıl önce, modern bilimsel yöntem anlayışına çok yakın bir anlayışla, bugün de geçerli olan statik ve hidrostatik kanunlarını bulmuş ve bu katkılarıyla bilim tarihinin en büyük üç kahramanından birisi olmaya hak kazanmıştır.Arşimed'in Siraküza Savunması
MÖ 216 yılında Arşimed 70 yaşını aşmış, akrabalarından biri olduğu söylenen Siraküza kıralı Hieron ölmüştü. İkinci Pön Savaşı sonunda da şehir yenilgiye uğramış, Kartaca'lılarla birleşmeyi kabul etmişti. Bunun üzerine Romalılar, ünlü konsüllerinden biri olan Claudius Marcellus'u bir orduyla Siraküza'ya gönderdiler.Yaşlı Arşimed, hiçbir zaman katılmadığı siyaset alanından uzakta kendini çalışmalarına vermiş, sessiz ve sakin bir hayat sürüyordu. Ama onun hikmet ve zekasına hayranlık duyan hemşehrileri şehri savunması için kendisinden yardım dilediler. Arşimet, bu çağrıyı adeta istemeyerek kabul etti.Romalılar, onun bir mucit ve mühendis olarak yaratıcı kabiliyetini öğrenmekte gecikmediler. Bir gün, kıyıdaki şehir surlarına kadar sokulan bir Roma savaş gemisi birdenbire dev gibi korkunç bir kerpetenle karşılaştı. Duvarların arkasından çıkan bu alet gemiyi pruvasından yakaladığı gibi çeneleri arasında kıstırarak parçaladı. Kaldıraç kolları ve dönel kasnaklar yardımıyla işleyen bu aletin çalışma prensipleri Arşimet tarafından ortaya konulmuştu. Böylece bir kaldıraç mekanizması ilke defa olarak gerçekleştiriliyordu.Bu arada surların arkasına yerleştirilen dev mancınıklar, düşmanın üzerine ağır oklar ve taş yağdırıyordu. Güvertesi ve bordası delik deşik olan gemilerin direkleri parçalanıyor, gemidekilerin üzerine düşüyor, düşman ağır kayıplar veriyordu.Arşimet'in Güneş ışınlarını büyük bir ayna aracılığıyla düşman üzerine yansıtıp gemileri ateşe verdiği de söylenir. Ama inanılması oldukça güç olan bu hikaye, belki de bir efsaneden başka bir şey değildir.Bununla birlikte Arşimet'in icat ettiği makineler, Romalıların gözlerini o derece yıldırmıştı ki surların üzerinde bir ip ya da değnek gördükleri zaman gene onun bir makinesi sanarak bağırıp kaçışıyorlardı. Claudius Marcellus, ister istemez hayranlık duyduğu bu düşmanıyla kendi mühendislerinin başa çıkamayacağını anladı. "Bu matematik devi ile neden savaşalım ? Bizimle alay eder gibi kıyıda oturup donanmamızı yok ediyor !" diyerek Siraküza'yı tam bir ablukaya aldı.



İsaac Newton


(4 Ocak 1643-20 Mart 1727)
Sir Isaac Newton, (4 Ocak 1643 (25 Aralık 1642) – 31 Mart 1727(20 Mart 1727)) İngiliz fizikçi, matematikçi, astronom, mucit, felsefeci ve simyacıdır. Tarihteki en etkileyici bilim adamı olduğu düşünülür. Bilim devrimi ve bilimsel metod, onun adıyla anılır.Bir çiftçi olan babası, Newton doğmadan üç ay önce öldü. On iki yaşında Grantham'da King's School'a yazılan Newton, bu okulu 1661'de bitirdi. Aynı yıl Cambridge Üniversitesi'ndeki Trinity Kolej'e girdi. Nisan 1665'te bu okuldan lisans derecesini aldı. Lisansüstü çalışmalarına başlayacağı sırada ortalığı saran veba salgını yüzünden üniversite kapatıldı.Salgından korunma amacıyla annesinin çiftliğine sığınan Newton, burada geçirdiği iki yıl boyunca en önemli buluşlarını gerçekleştirdi. 1667'de Trinity Kollej'e öğretim üyesi olarak döndüğünde diferansiyel ve integral hesabın temellerini atmış, beyaz ışığın renkli bileşenlerine ayrıştırılabileceğini saptamış ve cisimlerin birbirlerini, uzaklıklarının karesi ile ters orantılı olarak çektikleri sonucuna ulaşmıştı. Çekingenliği yüzünden Newton her biri bilimde devrim yaratacak nitelikteki bu buluşların çoğunu uzun yıllar sonra (örneğin türev ve integral hesabı 38 yıl sonra) yayımlamıştır.Lisansüstü çalışmasını ertesi yıl tamamlayan Newton 1669'da henüz 27 yaşındayken Cambridge Üniversitesi'nde matematik profesörlüğüne getirildi. 1671'de ilk aynalı teleskobu gerçekleştirdi, ve ertesi yıl Royal Society üyeliğine seçildi. Royal Society'ye sunduğu renk olgusuna ilişkin bildirisinin eleştirilere hedef olması, özellikle Robert Hooke tarafından şiddetle eleştirilmesi üzerine Newton tümüyle içine kapanarak, bilim dünyasıyla ilişkisini kesti.1675'de optik konusundaki iki bildirisi yeni tartışmalara yol açtı. Hooke makalelerdeki bazı sonuçların kendi buluşu olduğunu, Newton'un bunlara sahip çıktığını öne sürdü. Bütün bu tartışma ve eleştiriler sonucunda 1678'de ruhsal bunalıma giren Newton ancak yakın dostu ünlü astronom ve matematikçi Edmond Halley'in çabalarıyla altı yıl sonra bilimsel çalışmalarına geri döndü.Cambridge Üniversitesi'nde Katolikliği yaygınlaştırma ve egemen kılma çabalarına karşı başlatılan direniş hareketine öncülük eden Newton, kral düşürüldükten sonra 1689'da üniversitenin parlamentodaki temsilciliğine seçildi. 1693'de yeniden bir ruhsal bunalıma girdi ve yakın dostlarıyla, bu arada Samuel Pepys ve John Locke ile arası bozuldu. İki yıl süren bir dinlenme döneminden sonra sağlığına yeniden kavuştuysa da bundan sonraki yaşamında bilimsel çalışmaya eskisi gibi ilgi duymadı. Daha sonra 1699'da Fransız Bilimler Akademisi'nin yabancı üyeliğine 1703'de Royal Society'nin başkanlığına seçildi.Gelmiş geçmiş bilim adamlarının en büyüklerinden biri olarak kabul edilen Newton, matematik ve fizikte çok önemli buluşlar gerçekleştirdi. Matematikte (a+b)ª ifadesinin üstel seriye açınımını veren genel iki terimli teoremini buldu. Newton'un bilime en büyük katkısı mekanik alanındadır. Merkezkaç kuvveti yasası ile Kepler yasalarını birlikte ele alarak kütle çekim yasasını ortaya koydu. Newton hareket yasaları olarak bilinen eylemsizlik ilkesi, kuvvetin kütle ile ivmenin çarpımına eşit olduğunu ifade eden yasa ve etki ile tepkinin eşitliği fiziğin en önemli yasalarındandır.Newton yaptığı çalışmalarda bazı hesaplamaların içinden çıkamayınca kendi bulduğu formüllere uyması için bazı varsayımlar ortaya atmak zorunda kalmıştır. Kendisi de bu varsayımların hatalı olduğunu bilmesine rağmen bunları kullanmak zorunda kalmış. İlerleyen yıllarda yapılan bilimsel araştırmalarla Newton'un bu hataları tespit edilmiştir. Ama yine de yaptığı çalışmalara kıyasla bunlar göz ardı edilmiştir...
Başlıca eserleri:Method of Fluxions (1671) De Motu Corporum in Gyrum (1684) Philosophiae Naturalis Principia Mathematica (1687) Opticks (1704) Arithmetica Universalis (1707) An Historical Account of Two Notable Corruptions of Scripture(1754)
window.google_render_ad();



Albert Einstein


(14 Mart 1879 - 18 Nisan 1955) ,


Alman asıllı fizikçi 20. yüzyılın en önemli kuramsal fizikçisi olarak nitelenebilir. Görelilik kuramını geliştirmiş, kuantum mekaniği, istatistiksel mekanik ve kozmoloji dallarına önemli katkılar sağlamıştır. Kuramsal fiziğine katkılarından ve fotoelektrik etki olayına getirdiği açıklamadan dolayı 1921 Nobel Fizik Ödülü'ne layık görülmüştür. (Nobel Ödülü'nün ve Nobel Komitesi'nin o zamanki ilkeleri doğrultusunda, bugün en önemli katkısı olarak nitelendirilen görecelik kuramı fazla kuramsal bulunmuş ve ödülde açıkça söz konusu edilmemiştir.)Ulm'da doğdu. Çocukluğunu Münih'de geçirdi ve ilk öğrenimini burada yaptı. Lise öğrenimini 1894'te İsviçre'de tamamladı ve 1896'da Zürih Politeknik Enstitüsü'ne (ETH) girdi. Albert Einstein sonradan İsviçre vatandaşı oldu ve Sırp asıllı bir kız öğrenci ile evlendi. Sonra Bern'de federal patent dairesinde görev aldı. Bu görevden arta kalan zamanlarda çağdaş fizikte ortaya atılmaya başlanan problemler üzerinde düşünmek fırsatını buldu. Önce atomun yapısı ve Max Planck'ın kuvantum teorisi ile ilgilendi. Brown hareketine ihtimaller hesabını uygulayarak bunun teorisini kurdu ve Avogadro sayısının değerini hesaplayarak teorisini test etti. Kuvantum teorisinin önemini ilk anlayan fizikçilerden birisi oldu ve bunu ışıma enerjisine uyguladı. Bu da onun, ışık tanecikleri veya fotonlar hipotezini kurmasını sağladı. Bu yoldan fotoelektrik olayını açıklayabildi. Bu çalışmalarını açıklayan ve 1905 yılında "Annalen der Physik" dergisinde yayımlanan iki yazısından başka, üçüncü bir yazısı daha çıktı ve bu yazıda görecelik teorisinin temelini attı. Teorileri sert tartışmalara yol açtı. 1909'da Zürih Üniversitesi'nde öğretim görevlisi oldu. Prag'da bir yıl kaldıktan sonra, Zürih Politeknik Enstitüsü'nde profesör oldu. 1913'de Berlin Kaiser-Wilhelm Enstitüsünde ders verdi ve Prusya Bilimler akademisine üye seçildi. İsviçre vatandaşı olarak 1. Dünya Savaşı'nda tarafsız kaldı.

22 Şubat 2009 Pazar

Yaptığım Çalışmalardan görünümler

Yaptığım çalışmalardan 3 adet seçme resim

Gençlik depresyonda: Sahipsiz Gençler (Füzenle desen)

Karakalem portre


Birilerinin dedesi, benim değil.




Başarının sırrını açıklayan ayet!

Başarının sırrını açıklayan ayet!
22-Nisan-2008
Bir kilo bal uğrunda yüz bin km kanat çırpmayı, ya da dünyanın etrafında 7 defa dönmeyi kim göze alır?
Başarının sırrını açıklayan ayet!
Dr. Muhammed Bozdağ
Toz gibi yumurtadan çıkan minik bir yavrunun hayatına dikkatinizi çekeceğim. Altıgen bir kutunun içerisinde dünyanın en özel sütüyle sürekli beslenir. On binlerce kardeşiyle birlikte kendisine dadılık yapan işçiler yetişinceye kadar on bin kez doyurulur. Bu hızla altı günde ilk ağırlığının 1500 katına ulaşır.
Kutusundan çıkar çıkmaz, kimseden ders almadan ve boş beklemeden yuvasındaki atık maddeleri dışarıya taşır ve yuvayı yeni kardeşleri için temizler. Önce vücudunun salgıladığı mikrop öldürücü sıvıyı yuvaya sürer. Ardından da yeni doğan binlerce kardeşleriyle uyum içinde kanatlarını vantilatör gibi çırparak içerdeki kirli havayı dışarıdaki temiz havayla değiştirir.
Hayatı yeni başlamıştır ve son nefese değin durmayacak, yavaşlamayacaktır. Kovan içinde veya dışında, ilahi plan kendisine hangi görevi vermişse onu gerçekleştirmek üzere sürekli çalışır. İnsanlara bir kilo bal bırakabilmek için 40 bin kardeşiyle birlikte 6 milyon çiçeği dolaşır. Bir kilo bal uğrunda yüz bin km kanat çırpmayı, ya da dünyanın etrafında 7 defa dönmeyi göze alır.
Bal arısı çalışkanlığı sayesinde adını tarihe yazdırmış, insanların hayatında yer ve rol edinmiştir. İnsan da benzer biçimde İnşirah suresinin sonundaki ilahi emre tam uysa adı tarihe altın harflerle yazılır. Dertlerden kurtulur, huzur bulur. Başarının efendisi olur.
Başarımızı arttırmak ve hayatımızdaki değerleri yükseltmek istiyoruz. Bu yolda bize yol ve yordam sunacak eserler arıyoruz. Ancak son zamanlarda televizyonun ve internetin getirdiği eylemsiz, girişimsiz hayalcilikten sıyrılamıyoruz. Hele de anne babalarımız bizi koruyup besledikçe de cam fanus içerisinde hayatın çilelerinden mahrum büyüyoruz. Derken ergenlik çağı geçiyor ve ansızın yaşadığımızı, omuzlarımızda büyük bir sorumluluk bulunduğunu fark ediyoruz.
Önce kolay ve bedavadan yollar arıyoruz. Alın terinin değerini keşfedemeyenler piyangoyla, at yarışıyla hayata tutunabileceklerini sanıyorlar. Derken akıllı gibi görünerek başta türlü hayalciliklere kapılıyoruz. “Başarıyı hayal etmeyi başarının yeter şartı sayan” kitapların büyüsüyle bodruma çekilip hayal kurmakla hedeflerimize ulaşacağımızı sa nıyoruz. Sihir gibi, hokus pokus yoluyla… Sonra da insanı yaratıcı yerine koyan sırlı, çekimli, kuantumlu formüllere inanıyor, yıllar içinde bir arpa boyu yol alamıyoruz. Biz böyle hayallerle oyalanırken hayat ayaklarımızın altından akıp gidiyor.
Küresel aktörlerin istediği budur. Kendi elitleri dışındaki toplulukları sürü yerine koyuyorlar. Sürüler düşünmemeli, sadece onlara hizmet için çalışmalı, dönen dolapları anlamamalı, boş hayallerle oyalanmalı. Sürüler sadece taklit etmeli, çılgınca tüketmeli, borç içerisinde kavranmalı, özgün bir sanata, ciddi bir beceriye sahip olanlarsa mutlaka kendi küresel değerlerine boyun eğenler arasından çıkmalı.
Küresel güçlerin pazarladığı her şey o güçlerin saflarını güçlendirmeye hizmet ediyor. Biz de başardığımızı kazandığımızı sanarak oyalanıyoruz ve yıllar sonra perdeler çekilince soyulduğumuzu anlıyoruz.
Bir sır arayana benim verebileceğim sır iki kanattır: Hikmetine uygun şekilde üretmek için çalış ve gerektiği gibi dua et. İste ve hakkıyla çırpın. Dua ve çalışma başarı güvercininin iki kanadıdır.
Hayatta yeterince başarılı olabilecek misiniz? İnsanların dünyasına muhteşem katkılar sunabilecek misiniz? İyi şeyler üretmek istemiyorsanız, yeşeren çekirdek olmak istemiyorsunuz demektir. Öyleyse ya ekildiğiniz toprakta, ya da sizi yiyen bir kuşun midesinde çürüyüp yok olursunuz. Değerinizi beslemek istiyorsanız yapacağınız bellidir:
-Hayatınızdaki tüm gereksiz meşguliyetleri çıkarıp atın.
-Başarının sadece alın terinden geçtiğini onaylayın. Alın terinizi katmadığınız başarının onurunu üstlenemeyeceğini kabul edin.
-Erken kalkın ki dünya erken kalkanların malıdır.
-Asla boş oturmayın. Ne televizyonun, ne bilgisayarın karşısında ne parkta, ne otobüste, ne kuyrukta… Hiçbir yerde bir dakika bile boş durmayın. Boş durmak, faydasız bir iş yapmaktır.
-Boş dakikalarınızda yapabileceğiniz faydalı işler, hobiler listesi oluşturun.
-Yapacak hiçbir iş bulamıyorsanız yürümek, gülümsemek, derin solumak, hatta salonu dağıtıp düzeltmek de bir iştir. Yapacak iş bulamamak imkânsızdır. Çevrede milyonlarca iş varken boş duran kimseyi suçlamasın.
-İlle de işi başkası vermek zorunda değil. Kendinize iş yapın. Siz de bir gün kendi işinize ücret ödeyebilir hale gelirsiniz.
-İşleriniz arasında saat başı 5-10 dakika kaslarınızı gevşetmek ve zihninizi boşaltmak için durun. Ancak en iyi dinlenmenin yolunun da farklı biçimde çalışmak olduğunu unutmamalısınız.
İnsanı çok çalışmak bir yorarsa, boş oturmak on yorar.
Çalışarak ilerleyeceksiniz ve attığınız her adım sizi yeni bir kapının önüne getirecek. Siz ilerledikçe yeni yollar açılacak. Çalışmaya alışmanızın sonunda,
-Akşamınıza gönül huzuru içerisinde uyumaya hazır ulaşacaksınız.
-O günkü iş ve üretim hâsılanız kalbinizi coşturacak.
-Yaşamanın, kendini gerçekleştirmenin evrende varlık, etki ve iz oluşturmanın değerini kavrayacaksınız.
-Sevilen meşguliyetlerle en ciddi hastalıkların bile iyileşebildiğini fark edeceksiniz.
-Vücudunuzdan toksinleri, zihninizden düşünce virüslerini atmış olacaksınız.
-Basit kafalarla ve dedikodularla kıvranan doyumsuz ve tatminsiz insanlarla aranızda uçurumlar oluşacak.
-Üretiminiz ve birikiminiz hızla artacak, başarınız geometrik katlanacak.
-Varlığınız insanlığa rahmet olacak ve vesilenizle çok sayıda insanın ıstırabı dinecek.
Edison’a başarısının sırrını sormuşlar da yüzde birini zekâyla, yüzde doksan dokuzunu çalışmayla ilişkilendirmiş. Çalışmaya köle olan başarıya sultan olur. İşte başarının sırrını açıklayan o ayet: “Bir işten boş kaldın mı hemen diğer işe giriş.” (Kur’an: İnşirah, 7-8)
Çalışmanın coşkusunu keşfetmek muhteşem bir ilahi lütuftur. Şükürsüz gönüller çalışmaktaki lezzetleri tadamıyorlar. Herkesin çalışmanın coşkusunu keşfetmesini dilerim.