http://www.astroset.com/bireysel_gelisim/kadim/k23.htm
Ön-Türk kültürünün birçok kültürü etkilediği ve onların dillerine, dinlerine ve mimari tarzlarına temel teşkil
ettiği konusunda birçok örnek sundum. Tüm bu örneklerin tesadüf olmadıklarını kanıtlamak için bir kural ortaya koymak gerekir. Bu kuralın uygulanması ile bir dil grubundan diğerine geçiş gösterilebilmelidir. Bu kuralın tekrarlanabilir olması ve çeşitli örneklerle desteklenmesi gerekir.
Ön-Türk Dillerinden Örnekler
A ve B iki ayrı dil gurubu ise öyle bir f(k) kuralları olmalıdır ki B = f(k).A şeklinde A gurubu B gurubuna dönüşebilsin. Burada f(k) tek bir kural olmayıp bir dizi kural olabilir. A dil gurubu Ön-Türk dili veya en genel anlamda EKLEMELİ Diller ve B dil gurubu BÜKÜMLÜ diller olsun. Şimdi size birinci kuralı yazıyorum: Kural 1: Eklemeli dildeki takılardan sözcük önünde olanları arkaya, arkada olanları öne alarak yeni bir sözcük üretmek. Anlam değiştirmeden sözcük sonunda bulunan takı başa gelmekle dilin yapısı değişmiş olur. Çünkü uzun sözcük oluşamaz ve kısa fakat sayıca fazla sözcük ortaya çıkar. Şimdi bu kurala örnekler sunayım. Fransızca'da /Si il cours/ koşarsa demektir. Türkçe -sa takısı başa alınıp si (şart belirten) ön sözcük olmuştur. İngilizce /Why did he come?/ neden geldi? Burada da geçmiş zamanı belirten -di takısı öne alınıp did olmuştur. İngilizce /on the table/ masanın üstünde demektir. Türkçe -nın takısı on olarak değişip başa alındığı görülüyor. Almanca'daki der, die, das sözcükleri de benzer bir bükümden elde edilmiştir. /Der Tisch/ masadır şeklinde –dır => der olup öne geçmiştir. Bu ön takıların cinsiyet takısı oldukları sanılır ama cansız nesnelere de ön takılar geldiğinden cinsiyetle hiçbir ilgileri yoktur. Türkçe –dir => die olmuştur. İngilizce'deki /in/ sözü, içinde demektir. Dikkat edilirse Türkçe İÇ- İN-DE derken üç hece kullanılıyor. Ayrıca, İN /inmek/ eyleminden olduğu gibi /Kurt ini/ inilen ve içine girilen yerdir. İngilizce belirtici olan THE sözünün oluşumu Türkçe'den Almanca aracılığı ile, DIR => DİE => THE şekline girmiştir. Türkçe –LI ve -Lİ takıları Arapça'da EL, İspanyolca'da EL, Fransızca'da LE ve LA olarak belirir. Türkçe'de –EL takısını hala görmekteyiz. Örnekler : Yer-el, Gün-cel, Gök-sel, Tüm-el, Tük-el, Çep-el ..vs. Bu örnekler eski sözcükler olmayabilir ama –EL takısı eskidir. Hepsi de – EL takısını almakla AİT anlamını kazanmışlardır. Ayrıca, -LE / -LA takıları da Türkçe'de bol kullanılır. “Bir eyleme AİT ol” anlamında kullanılırlar. Örnekler: Gür-le, Giz-le, Par-la, Yağ-la, Bel-le, Bağ-la, Dağ-la...vs. Fransızca'da bu takıları LE ve LA olarak, İsveççe'de EN ve ET olarak bulmaktayız.. Türkçe –ER ve –AR takıları aynen kalmışlardır. Almanca /schreiber/ (yazar), /macher/ (yapar, yapıcı), /leufer/ (koşucu. koşar). İngilizce /runner/ (koşar, koşucu), /builder/ (inşaat yapan, yapar), /turner/ (çevirir, çevirici), /talker/ (konuşkan, konuşur)...vs. Ancak, eylemin kendisi eylem yapıcıya dönüşmüştür. Latince ne kök sözcüğü hem soru adılıdır hem de nasıl?, ne biçim? anlamlarını taşır. Orhun yazıtlarında /neçük, negüle, neke, nençe/ nasıl, ne biçim, neden ne kadar demektir. Türkçe'de ön takı olan ne, Latince'de sona alınmıştır. Latince /venisti-ne/ (geldin-mi?), /vidisti-ne/ (gittin-mi?). biz de /geldin mi ne?/ deriz. Demek ki, yer değiştirme esas olmaktadır. Son takı öne, ön sözcük sona alınmıştır. Daha önce de sözünü etmiştim. Türkçedeki –IZ ve –İZ takıları çoğul belirtir (koşarız, gideriz, alırız, koruruz ....vs). Bu takı başa alınıp ayrı bir sözcük olmuştur. İngilizcede US (biz) sözcüğü -IZ / - UZ takısından dönüştürülmüştür. Almanca /biz/ UNS demektir. Türkçe karşılaştırma takısı –DAN / -DEN İngilizceye THAN olarak geçmiştir. /taller than, longer than, bigger than/ (-den uzun, -den büyük) takıları sıfatın önünden ardına geçmişlerdir. Türkçe'nin bir lehçesinde, yaparız yerine /yaparıh/ denir. Örnekler: Alırıh, koşarıh, giderih, bakarıh....vs. Bu –IH takısı Almanca'da İCH olmuştur ve anlamı /ben/ dir. Çoğulun tekil’e dönüşü önemli kişilerin kendilerini çoğul olarak tanımlamalarından kaynaklanır.
ASYA KÖK DİLİ KURALLARI
Doç. Dr. Haluk BERKMEN
Doç. Dr. Haluk BERKMEN
Şimdiye kadar göstermiş olduğum örnekler, asıl kök dilin Asya kıtasından yayılarak diğer bölgelerde, kıtalarda değişikliğe uğradığını gösteriyor. Yalnız, değişiklik birtakım kurallar çerçevesinde gerçekleşmiştir. Bu kuralları kim koymuştur? Kendini farklı ve bağımsız görmek isteyenler. Öncelikle okuma yazma bilen ruhban sınıfı ve onları destekleyen yöneticiler. Ardından, değişiklikleri uygulayacak olan halk. Halkın konuşmakta olduğu Ön-Türk dilini öyle birtakım kurallarla değiştirdiler ki bir süre sonra tümüyle yeni bir dil ortaya çıktı.
Kural 2: Eklemeli dildeki kök sözcüklerin yerini değiştirdikten sonra bazı harfleri de değiştirerek yeni bir sözcük üretmek. Yani, sadece takılar yer değiştirmekle kalmamış ayrıca takılardaki bir ve bazen iki harf değiştirilmiştir.
Şimdi bu kurala bazı örnekler sunayım.
Tüm eklemeli dillerde çoğul yapımı daima son ek ile olmuştur. Türkçe'de çoğul iki farklı şekilde yapılır. –LER ve –LAR takısı ile ve –Z tek harfi ile. Bu son şekil pek fazla kullanılmasa da UZ ve BİZ kök sözcükleri ile ilgilidir.
Fransızca çoğul yapımı daima sözcük önüne konan LES (okunuşu LE) sözcüğü ile olur. Burada hem Kural 1, hem de Kural 2 kullanılmıştır. –LER takısı arkadan öne alınmış ve R harfi S harfine dönüştürülmüştür. Üstelik S harfi de sessizleşmiştir.
İngilizce çoğul yapımı sözcük sonuna Z harfini eklemekle olur. Fakat bu Z harfi daima S sesiyle okunur. Örnekler: Books, Boxes, Hands, Arms, .....vs. Yer değişmese de ses değişmiştir.
Arapça çoğul genelde sözcük başına E harfini eklemekle olur. Burada görülen durum –LER takısındaki L harfini terk edip E ile yetinmek, şeklindedir. Örnekler: Bahr (deniz) => Ebhar (denizler), Tıfıl (çocuk) => Etfâl (çocuklar), Seher => Eshar, Selef (önceki) => Eslaf (öncekiler), Necip (soylu) => Encap (soylular), Rükn (adet) => Erkân (adetler)....vs.
Fakat, Arapça bükümlü bir dil olduğundan sözcük bükülerek de çoğul yapılır. Örnekler: Lüss (hırsız) => Lüsûs (hırsızlar), Lebib (akıllı) => Libab (akıllılar), Mahbes (hapishane) => Mahabis (hapishaneler).
Kural 3: Bir kere yer değişikliği oluştuktan sonra tümceyi katılaştırmak. Yani, eski haline dönmesini engellemek için esnek cümle yapısına izin vermemek.
Türkçe cümle yapısı esnektir. Yani, cümle içinde sözcük yer değiştirdiğinde sadece vurgu değişikliği olur, anlam değişikliği olmaz. Vurgu daima sondaki fiilden bir önceki sözcüktedir. Ancak bükümlü dillerde bu değişikliklere izin yoktur.
Örnek: Ahmet yarın sinemaya gidecek, (Ahmet tiyatroya gitmeyecek. Vurgu /sinema/ üzerinedir)
Ahmet sinemaya yarın gidecek (Bugün gitmeyecek. Vurgu /yarın/ üzerinedir)
Sinemaya yarın Ahmet gidecek. (Ali gitmeyecek. Vurgu /Ahmet/ üzerinedir)
Bükümlü dillerde bu tür yer değişikliklerine izin verilmediği için vurgu ses ile olur. Örnek: John will go tomorrow to the cinema, tümcesi /Con yarın sinemaya gidecek/ demektir. Bu tümcede hiçbir sözcüğün yerini değiştiremezsiniz. Eğer önemli olan /yarın/ ise vurguyu /tomorrow/ sözünü söylerken sesinizi yükselterek, yani /aksan/ ekleyerek belirtirsiniz.
Bükümlü diller aksanlı (ses vurgulu) dillerdir. Çünkü katı cümle yapısı sizi ses vurgulu konuşmaya zorlar. Oysa ki esnek cümle yapısına sahip olan eklemeli diller aksanlı (ses vurgulu) değildirler. Daha düz ve doğal sesler içerirler.
Bükümlü dillerin cümle yapılarındaki bu katılık insanların karakterlerinde de değişikliğe yol açmıştır. Kurala bağlılık konusunda bükümlü dil sahibi olan milletler, eklemeli dil sahibi olanlara oranla daha
katı davranırlar. Eklemeli ve esnek cümle yapısına sahip olan milletler ise daha uyumlu ve hoşgörülü oldukları saptanmıştır. Bunun sonucu olarak, dildeki kesin katılık diğer her alanda görülmektedir.
Avrupa bahçe kültürüne bakın. Keskin düz hatlardan hoşlanırlar. Yollar cetvelle çizilmiş gibidir. Hatta müzik sistemleri bile keskin kurallıdır. Batı müziği tam ve yarım seslerden oluşmuştur.
Çeyrek sesler yoktur. Oysa ki Türk müziği çok daha esnek çeyrek sesler de içerir.
Şimdi bu kurala bazı örnekler sunayım.
Tüm eklemeli dillerde çoğul yapımı daima son ek ile olmuştur. Türkçe'de çoğul iki farklı şekilde yapılır. –LER ve –LAR takısı ile ve –Z tek harfi ile. Bu son şekil pek fazla kullanılmasa da UZ ve BİZ kök sözcükleri ile ilgilidir.
Fransızca çoğul yapımı daima sözcük önüne konan LES (okunuşu LE) sözcüğü ile olur. Burada hem Kural 1, hem de Kural 2 kullanılmıştır. –LER takısı arkadan öne alınmış ve R harfi S harfine dönüştürülmüştür. Üstelik S harfi de sessizleşmiştir.
İngilizce çoğul yapımı sözcük sonuna Z harfini eklemekle olur. Fakat bu Z harfi daima S sesiyle okunur. Örnekler: Books, Boxes, Hands, Arms, .....vs. Yer değişmese de ses değişmiştir.
Arapça çoğul genelde sözcük başına E harfini eklemekle olur. Burada görülen durum –LER takısındaki L harfini terk edip E ile yetinmek, şeklindedir. Örnekler: Bahr (deniz) => Ebhar (denizler), Tıfıl (çocuk) => Etfâl (çocuklar), Seher => Eshar, Selef (önceki) => Eslaf (öncekiler), Necip (soylu) => Encap (soylular), Rükn (adet) => Erkân (adetler)....vs.
Fakat, Arapça bükümlü bir dil olduğundan sözcük bükülerek de çoğul yapılır. Örnekler: Lüss (hırsız) => Lüsûs (hırsızlar), Lebib (akıllı) => Libab (akıllılar), Mahbes (hapishane) => Mahabis (hapishaneler).
Kural 3: Bir kere yer değişikliği oluştuktan sonra tümceyi katılaştırmak. Yani, eski haline dönmesini engellemek için esnek cümle yapısına izin vermemek.
Türkçe cümle yapısı esnektir. Yani, cümle içinde sözcük yer değiştirdiğinde sadece vurgu değişikliği olur, anlam değişikliği olmaz. Vurgu daima sondaki fiilden bir önceki sözcüktedir. Ancak bükümlü dillerde bu değişikliklere izin yoktur.
Örnek: Ahmet yarın sinemaya gidecek, (Ahmet tiyatroya gitmeyecek. Vurgu /sinema/ üzerinedir)
Ahmet sinemaya yarın gidecek (Bugün gitmeyecek. Vurgu /yarın/ üzerinedir)
Sinemaya yarın Ahmet gidecek. (Ali gitmeyecek. Vurgu /Ahmet/ üzerinedir)
Bükümlü dillerde bu tür yer değişikliklerine izin verilmediği için vurgu ses ile olur. Örnek: John will go tomorrow to the cinema, tümcesi /Con yarın sinemaya gidecek/ demektir. Bu tümcede hiçbir sözcüğün yerini değiştiremezsiniz. Eğer önemli olan /yarın/ ise vurguyu /tomorrow/ sözünü söylerken sesinizi yükselterek, yani /aksan/ ekleyerek belirtirsiniz.
Bükümlü diller aksanlı (ses vurgulu) dillerdir. Çünkü katı cümle yapısı sizi ses vurgulu konuşmaya zorlar. Oysa ki esnek cümle yapısına sahip olan eklemeli diller aksanlı (ses vurgulu) değildirler. Daha düz ve doğal sesler içerirler.
Bükümlü dillerin cümle yapılarındaki bu katılık insanların karakterlerinde de değişikliğe yol açmıştır. Kurala bağlılık konusunda bükümlü dil sahibi olan milletler, eklemeli dil sahibi olanlara oranla daha
katı davranırlar. Eklemeli ve esnek cümle yapısına sahip olan milletler ise daha uyumlu ve hoşgörülü oldukları saptanmıştır. Bunun sonucu olarak, dildeki kesin katılık diğer her alanda görülmektedir.
Avrupa bahçe kültürüne bakın. Keskin düz hatlardan hoşlanırlar. Yollar cetvelle çizilmiş gibidir. Hatta müzik sistemleri bile keskin kurallıdır. Batı müziği tam ve yarım seslerden oluşmuştur.
Çeyrek sesler yoktur. Oysa ki Türk müziği çok daha esnek çeyrek sesler de içerir.
ÖN-TÜRKLERİN KUTSAL HAYVANLARI
Doç. Dr. Haluk BERKMEN
Kendilerine yeni bir kimlik ve dolayısıyla yeni bir dil arayan kavimler eklemeli Ön-Türk dilinde değişiklikler yaparak yeni diller geliştirmişlerdir. Böylece bükümlü diller ortaya çıkmış ve tek bir ortak dil yerine birçok yerel dil türemiştir. Bükümlü dillerin nasıl oluştuğuna dair birtakım kuralları bundan önceki iki yazımda örnekleriyle göstermeye çalıştım.
Dilde değişiklik yaparak kendilerinin farklı olduklarını kanıtlamaya çalışan kültürler elbette ki bu noktada kalmaları beklenemezdi. Dil ile birlikte kutsal olan birtakım simgelere ve imgelere de el attılar ve onları da ellerinden geldiğince değiştirip kötülediler.
Ön-Türklerin kendileri ile özdeşleştirdikleri ve kutsal saydıkları birtakım hayvanlar vardı. Bu hayvanlardan kaplumbağa ve dağ keçisi ayrı ve özel bir yere sahiptirler. Kaplumbağa, evini sırtında taşıyan ve çok uzun ömürlü bir hayvan olması itibariyle Ön-Türk toplulukları tarafından kutsal sayılmıştır. Asya’da birçok bölgede kaplumbağa heykeli ile karşılaşıyoruz. Dağ keçisi ise, dağlık bölgelerde yaşamış olan son derece hareketli ve süratli bir yaratıktır. En yüksek tepelere büyük bir rahatlıkla tırmanır. Bizim bildiğimiz evcil keçiden farklı olarak uzun ve yay gibi kıvrık boynuzları vardır. Günümüzde bu hayvanları ancak hayvanat bahçelerinde görebilirsiniz zira yaygın bir avlanma
sonucu nesilleri hemen hemen tükenmiş durumdadır.
Dağ keçisine, en eski Türk kaynaklarından bilindiği kadarıyla, oğlak deniliyordu. Bugün ise keçi yavrusuna oğlak diyoruz. Bu sözcüğün yapısında oğ (yükselme) kök sözcüğü ve –lak takısı vardır. Ek kısmındaki -lak takısı bir eylem sözcüğünü sıfata dönüştürmektedir. Örneğin, parlamaktan
parlak, çatlamaktan çatlak gibi pek çok sözcük bulunabilir. Oğ kök sözcüğünün OK (Ön-Türk kişisi) sözünden türediğinden söz etmiştim. (Bkz. Ok Dilleri adlı 6 sayılı yazım)
Ön-Türk boylarında oğlak ve geyik, Hint kültüründe inek, Akdeniz ve Mezopotamya kültürlerinde boğa ve nihayet Anadolu Türkmenlerinde koç simgeleri ile karşılaşıyorsak bunların ortak bir nedeni olması gerekir. Hepsinde hemen göze çarpan ortak özellik tüm bu yaratıkların boynuzlu oluşlarıdır. Ancak gök ve güneş kültü çerçevesinde ele alındıklarında yücelik, yükselme ve güçlenme timsali olarak yönetici kralların tercihli simgeleri oldukları da bir gerçektir.
Dilde değişiklik yaparak kendilerinin farklı olduklarını kanıtlamaya çalışan kültürler elbette ki bu noktada kalmaları beklenemezdi. Dil ile birlikte kutsal olan birtakım simgelere ve imgelere de el attılar ve onları da ellerinden geldiğince değiştirip kötülediler.
Ön-Türklerin kendileri ile özdeşleştirdikleri ve kutsal saydıkları birtakım hayvanlar vardı. Bu hayvanlardan kaplumbağa ve dağ keçisi ayrı ve özel bir yere sahiptirler. Kaplumbağa, evini sırtında taşıyan ve çok uzun ömürlü bir hayvan olması itibariyle Ön-Türk toplulukları tarafından kutsal sayılmıştır. Asya’da birçok bölgede kaplumbağa heykeli ile karşılaşıyoruz. Dağ keçisi ise, dağlık bölgelerde yaşamış olan son derece hareketli ve süratli bir yaratıktır. En yüksek tepelere büyük bir rahatlıkla tırmanır. Bizim bildiğimiz evcil keçiden farklı olarak uzun ve yay gibi kıvrık boynuzları vardır. Günümüzde bu hayvanları ancak hayvanat bahçelerinde görebilirsiniz zira yaygın bir avlanma
sonucu nesilleri hemen hemen tükenmiş durumdadır.
Dağ keçisine, en eski Türk kaynaklarından bilindiği kadarıyla, oğlak deniliyordu. Bugün ise keçi yavrusuna oğlak diyoruz. Bu sözcüğün yapısında oğ (yükselme) kök sözcüğü ve –lak takısı vardır. Ek kısmındaki -lak takısı bir eylem sözcüğünü sıfata dönüştürmektedir. Örneğin, parlamaktan
parlak, çatlamaktan çatlak gibi pek çok sözcük bulunabilir. Oğ kök sözcüğünün OK (Ön-Türk kişisi) sözünden türediğinden söz etmiştim. (Bkz. Ok Dilleri adlı 6 sayılı yazım)
Ön-Türk boylarında oğlak ve geyik, Hint kültüründe inek, Akdeniz ve Mezopotamya kültürlerinde boğa ve nihayet Anadolu Türkmenlerinde koç simgeleri ile karşılaşıyorsak bunların ortak bir nedeni olması gerekir. Hepsinde hemen göze çarpan ortak özellik tüm bu yaratıkların boynuzlu oluşlarıdır. Ancak gök ve güneş kültü çerçevesinde ele alındıklarında yücelik, yükselme ve güçlenme timsali olarak yönetici kralların tercihli simgeleri oldukları da bir gerçektir.
Kultigin anıtında dağ keçisi
Resimde görülen Kültigin anıtı tümüyle Orhon harfleriyle bezenmiş önemli bir eserdir. Üzerindeki oğlak simgesini yanda büyüterek göstermekteyim.
Tiflisteki bir mezartaşı
Resimde ise çeşitli motiflerle süslenmiş olan koyun heykeli şeklindeki mezar taşı görülmektedir.
Bu taş Tiflis’te bulunmuştur. Kabartma olarak dağ keçisi motifi açıkça görülmektedir.
Bu türden mezar taşları, büyük bir olasılıkla, boy ve oymak başkanlarının mezarlarına ait idiler. Anadolu'ya Kafkaslar üzerinden göç etmiş olan Türkmen boylarının bu koç simgeleri Asya’dan getirilmişlerdir. Türkmen halılarındaki koç başı ve koç boynuzu motifleri hepimizce bilinen yaygın simgelerdendir. Yöneticilerin tercihli simgesi durumundaki oğlak ve koç (koyun) Kafkasya ve İran’da uzunca bir süre varlığını sürdürmüş olan Akkoyunlu ile Karakoyunlu Türk devletlerinin adına kadar girmişlerdir.
Bundan birkaç yıl önce, 1998 yılı Temmuz ayında, Hakkari kent merkezindeki Hakkari Kalesi’nin kuzey eteklerinde 13 adet taş kabartma bulundu. 13 kabartmadan 11’inde ana konu cepheden
genç ve güçlü bir erkek bedeninin üst kısmıdır.
Bu taş Tiflis’te bulunmuştur. Kabartma olarak dağ keçisi motifi açıkça görülmektedir.
Bu türden mezar taşları, büyük bir olasılıkla, boy ve oymak başkanlarının mezarlarına ait idiler. Anadolu'ya Kafkaslar üzerinden göç etmiş olan Türkmen boylarının bu koç simgeleri Asya’dan getirilmişlerdir. Türkmen halılarındaki koç başı ve koç boynuzu motifleri hepimizce bilinen yaygın simgelerdendir. Yöneticilerin tercihli simgesi durumundaki oğlak ve koç (koyun) Kafkasya ve İran’da uzunca bir süre varlığını sürdürmüş olan Akkoyunlu ile Karakoyunlu Türk devletlerinin adına kadar girmişlerdir.
Bundan birkaç yıl önce, 1998 yılı Temmuz ayında, Hakkari kent merkezindeki Hakkari Kalesi’nin kuzey eteklerinde 13 adet taş kabartma bulundu. 13 kabartmadan 11’inde ana konu cepheden
genç ve güçlü bir erkek bedeninin üst kısmıdır.
Resimde görülen örnekte sol omuzda bir oğlak kabartması ve üzerinde bir kubbeli çadır figürü vardır. Bu iki şeklin Asya kökenli Türk simgeleri oldukları kesindir. Zira, göğüs hizasında tutulan tolu (su tulumu) kadim Ön-Türk geleneğinin işaretidir. Resimde dağ keçisi büyütülmüştür ama bu arada netliği de bir miktar kaybolmuştur.
Günümüzden yaklaşık 4000 yıl önce dağ keçisi figürünün savaşçının omzuna işlenmiş olması o tarihlerde Ön-Türk boylarının güney doğu Anadolu’ya gelmiş olduklarının kanıtıdır. Ön-Türk kültürünün Kuzey batı Hindistan’da (İndüs vadisinde) Mahenjo-Daro ve Harrapa şehirlerini
kurduğunu söyledim. (Bkz. Güneş Tanrı ve Kuş Ülkesinin Tanrıçaları adlı 19 sayılı yazım)
kurduğunu söyledim. (Bkz. Güneş Tanrı ve Kuş Ülkesinin Tanrıçaları adlı 19 sayılı yazım)
İndüs medeniyeti mührü
Resimde İndüs medeniyetine ait bir mühür görülüyor. Mühürde bağdaş kurup oturmuş boynuzlu bir yönetici görülmektedir.
Ancak, kendilerine yeni bir kimlik, yeni bir dil ve yeni bir din arayan toplumlar tüm bu kadim simgeleri silmekle kalmayıp onları kötülemeyi de başarmışlardır. Bir Ön-Türk yöneticisini simgeleyen boynuzlar şeytanın simgesi olmuşlardır. Özellikle Hıristiyan dininde şeytan keçi ayaklı, keçi sakallı ve boynuzlu olarak resmedilmiştir.
Resimde karikatüre dönüştürülüp alay konusu edilen ve tüm kötülüklerin kaynağı olarak görülen şeytan simgesinin nereden kaynaklandığını, belki şimdi daha iyi sezip kavrayabilmekteyiz.
Ancak, kendilerine yeni bir kimlik, yeni bir dil ve yeni bir din arayan toplumlar tüm bu kadim simgeleri silmekle kalmayıp onları kötülemeyi de başarmışlardır. Bir Ön-Türk yöneticisini simgeleyen boynuzlar şeytanın simgesi olmuşlardır. Özellikle Hıristiyan dininde şeytan keçi ayaklı, keçi sakallı ve boynuzlu olarak resmedilmiştir.
Resimde karikatüre dönüştürülüp alay konusu edilen ve tüm kötülüklerin kaynağı olarak görülen şeytan simgesinin nereden kaynaklandığını, belki şimdi daha iyi sezip kavrayabilmekteyiz.
ISSIK KURGANI VE KUTSAL HAYVANLAR
Doç. Dr. Haluk BERKMEN
Doç. Dr. Haluk BERKMEN
Ön-Türklerin bazı hayvanları kutsal saydıklarından söz ettim. Hayal güçlerini kullanarak kutsal hayvanlardan bileşik hayvanlar (çeşitli hayvanların sentezi) oluşturdular. Bu düşünce onların çok tanrılı dinlerinden ortaya çıkmakta idi. Fakat, asıl tanrılar tanrısı Gök Tengri veya onun görüntüsü olan güneş merkezi bir yer tutmakta devam ediyordu. Güneşe doğru uçan kuşlar ve yüksek
dağlara tırmanıp güneşe yaklaşan dağ keçileri bu sebepten kutsal sayılıyorlardı. Dağların
bulunmadığı
düzlük bölgelerde dağ keçisinin yerini boğa ve inek alıyordu.
dağlara tırmanıp güneşe yaklaşan dağ keçileri bu sebepten kutsal sayılıyorlardı. Dağların
bulunmadığı
düzlük bölgelerde dağ keçisinin yerini boğa ve inek alıyordu.
Altın elbiseli adam
Resimde Alma Ata’nın yakınında olan ve kazı bilimcilerin Issık Kurganı olarak adlandırdıkları bu kurganda bulunmuş olan altın elbiseli adam görülüyor. Kurganın en üst tepesinde 60 metre çapında taş kaplı bir kapak, altında ise sırasıyla taş, kil ve çakıl tabakaları ortaya çıkmıştır. Daha dipte ve kurganın tam orta bölgesinde boş bir tahta oda bulunmuştur. Odanın boş olmasından bu odaya eskiden girilmiş olduğu tahmin edilmektedir. Kazı bilimciler bu boş odanın altında, daha derinde, ikinci bir tahta oda daha ortaya çıkardılar. Bu odadaki çeşitli organik eşyalar üzerinde yapılan incelemeler sonucunda kurganın yaklaşık M.Ö. 5’inci yüzyıldan kalma olduğu belirlenmiştir. Odanın duvar kenarlarına içleri yiyecek dolu vazolar, altın süslü çanaklar ve ayrıca üzerlerinde 26 adet yazı işaretinin kazınmış olduğu iki adet gümüş kap yerleştirilmişti.
Altın elbiseli adamın parmağında bulunan altın yüzük resimde görülüyor. Bu resimdeki insanın başı aynen kızılderili yöneticilerin başlarına taktıkları tüyleri andırıyor. Buradan kızılderili kültürünün Asya kökenli olduğunu bir kere daha saptamış oluyoruz. Fakat asıl anlatılmak istenen, yüzüğü taşıyan yöneticinin güneş (gök) tengri ile bütünleşmiş olduğudur. Tüyler güneşin ışınlarını simgeliyorlar. Yüzük içe doğru oyuktur. Yani kil üzerine bastırıldığında kabartma bir tüylü baş ortaya çıkmaktadır. Bu da gösteriyor ki Ön-Türkler imza yerine, daha o dönemlerde, mühür kullanıyorlardı. Kil üzerine kabartma tekniğini bulmuş olan Ön-Türkler bu tekniği taşlara da uygulamışlardır. Zaman içinde kabartma görüntüler 3-boyutlu heykellere dönüşmüştür.
Altın plakalarla süslü olan ceketi ve ince uzun başlık üzerindeki simgeler, altın elbiseli adamın önemli bir yönetici olduğuna işaret ediyorlar. Başlığında ise iki adet bileşik hayvan figürü bulunuyor.
Altın plakalarla süslü olan ceketi ve ince uzun başlık üzerindeki simgeler, altın elbiseli adamın önemli bir yönetici olduğuna işaret ediyorlar. Başlığında ise iki adet bileşik hayvan figürü bulunuyor.
Başlıktaki bileşik hayvan
Resimde görülen bu figürde at, dağ keçisi ve kuş, estetik bir bütünlük içinde, bir araya getirilmiş. Daha önce de sözünü ettiğim gibi (Bkz. Ön-Türklerde Şamanlık adlı 14 Sayılı yazım) at Ön-Türkler için kutsal hayvanlar arasında en ön sırada yer tutmakta idi. Dağ keçisi ve kuş ile atın bir araya getirilmesi Ön-Türklerin şaman inancı ile de örtüşüyor. Aynı sentetik hayvan üretimini kadim Mısır kültüründe de görüyoruz.
Luxor tapınağı yolu
Resimde Luxor tapınağına giden ana yola dizilmiş olan aslan bedenli ve koç başlı heykeller görülüyor. Her bir koç başlı hayvanın koruduğu küçük bir insan figürü var. Bu insanlar her dönemin firavununu simgeliyor.
Horus, Ptah ve Anubis
Resimde hayvan başlı insan bedenli tanrılar görülüyor. Solda Horus, ortada Ptah ve sağda Anubis.
Bu resimden anlaşılacağı gibi, önce sadece hayvanlar (Ön-Türk ve erken dönem Mezopotamya), daha sonra insan-hayvan bileşimleri (Sümer ve kadim Mısır) ve en son da sadece insan görüntülü tanrılar (Yunan ve Roma) kutsal olmuş. Aynı gelişim Maya ve İnka ile Astek kültürlerinde görülüyor.
İtalya yarımadasına kuzeyden gelen Etrüskler de Ön-Türk kökenli bir halktı. Onların da erken dönem tanrıları bileşik hayvanlar olmuş, daha sonraları insan görüntülü tanrılar önem kazanmışlardır.
Bu resimden anlaşılacağı gibi, önce sadece hayvanlar (Ön-Türk ve erken dönem Mezopotamya), daha sonra insan-hayvan bileşimleri (Sümer ve kadim Mısır) ve en son da sadece insan görüntülü tanrılar (Yunan ve Roma) kutsal olmuş. Aynı gelişim Maya ve İnka ile Astek kültürlerinde görülüyor.
İtalya yarımadasına kuzeyden gelen Etrüskler de Ön-Türk kökenli bir halktı. Onların da erken dönem tanrıları bileşik hayvanlar olmuş, daha sonraları insan görüntülü tanrılar önem kazanmışlardır.
Etrüsk bileşik hayvanı
Resimde Şimera adı ile bilinen bileşik bir hayvan görülüyor. Bu resimdeki bileşik hayvan tümüyle Ön-Türk ile kadim Mısır simgeleri içeriyor. Keçi bir Ön-Türk kutsal hayvanıdır. Yılan ve aslan ise kadim Mısır simgeleri.
Bu ilişkilere hala tesadüf olarak bakanlara birkaç Latince sözcük örneği sunayım. Bilindiği gibi Etrüskler Tur ve OK (Romalıların söyleyişiyle OSK) boylarından oluşmuş idiler. OSKlar sadece dil olarak yok edilmekle kalmamışlar bizzat öldürülüp mallarına el konmuştur. İşte kanıtları:
Bu ilişkilere hala tesadüf olarak bakanlara birkaç Latince sözcük örneği sunayım. Bilindiği gibi Etrüskler Tur ve OK (Romalıların söyleyişiyle OSK) boylarından oluşmuş idiler. OSKlar sadece dil olarak yok edilmekle kalmamışlar bizzat öldürülüp mallarına el konmuştur. İşte kanıtları:
-Occisor (OK katili) OK-CİZOR (sizor ‘kesen’ demek. Cisor İngilizce /makas/)
-Occidio (Ok öldürmek, OK kesmek)
-Occidi (Düşen, batan, yok olan OK)
-Occulco (Ezilen OK, Üstüne basılan OK)
-Occulto (Gizlice yapılan iş, örtülü iş)
-Occumbo (Yere ölü olarak düşen OK)
-Occupo (Ele geçırilen, işgal edilen OK, Fransızca couper /kesmek/)
-Occidio (Ok öldürmek, OK kesmek)
-Occidi (Düşen, batan, yok olan OK)
-Occulco (Ezilen OK, Üstüne basılan OK)
-Occulto (Gizlice yapılan iş, örtülü iş)
-Occumbo (Yere ölü olarak düşen OK)
-Occupo (Ele geçırilen, işgal edilen OK, Fransızca couper /kesmek/)
İngilizce /Occult/ gizli yapılan sihir, büyü demektir. Halbuki Occult = OK-KÜLTÜ yani, OK dini
veya kültürü demek oluyor. Görülüyor ki OK kamlarının gece ayinleri gizli ve anlaşılmaz büyü olarak değerlendirilmiştir. Etrüsklerin büyüye önem verdikleri söylenir. Bunu yanlış değerlendiren Romalılar bu halkı toptan yok etmeyi tercih etmişlerdir. Bu duruma şaşmamak gerekir aradan 1,000 küsur
sene sonra Engizisyon mahkemeleri aynı vahşeti tekrarlamıştır.
veya kültürü demek oluyor. Görülüyor ki OK kamlarının gece ayinleri gizli ve anlaşılmaz büyü olarak değerlendirilmiştir. Etrüsklerin büyüye önem verdikleri söylenir. Bunu yanlış değerlendiren Romalılar bu halkı toptan yok etmeyi tercih etmişlerdir. Bu duruma şaşmamak gerekir aradan 1,000 küsur
sene sonra Engizisyon mahkemeleri aynı vahşeti tekrarlamıştır.
TUR VE OK BOYLARININ ADLARI
Doç. Dr. Haluk BERKMEN
Tüm Akdeniz'e çepeçevre yerleşmiş olan Tur ve OK boyları adlarını türlü şekillerde bizlere miras bırakmışlardır. Ama, ne yazık ki bu adları doğru çözümleyip gerçek tarihi ortaya koyacak ne araştırıcı dilcimiz, ne tarihçimiz, ne de kazı bilimcimiz (arkeologumuz) vardır. Örneklere devam edeyim:
OCEANOS: Günümüz Türkçe'sinde dahi Okyanus olarak bilinen bu söz OK-YANI sözlerinin bitişmesinden türemiştir. Atlantik okyanusuna kadar yerleşmiş olan OK boyları büyük su birikintisine /Okyanı/ demişler, zamanla Yunanca bu söz OK-YAN-OS olmuştur. Zira Yunanca /ı/ (noktasız i) bulunmadığından belirleme takısı –OS şekline dönüşmüştür.
OCCİDENT: Latince ve ondan türeyen dillerde /batı/ anlamına gelen bu sözcük /batan OK/ demektir. Batan güneşin batıdan battığına da işarettir. Fakat asıl anlamı batan, veya yok edilen OK kültürüne atıf bir sözcüktür. (Bkz. Issık Kurganı ve Kutsal Hayvanlar adlı 26 sayılı yazım)
MİNOS: Kadim Minos uygarlığının adı olan MİN-OS sözü MEN–OSK , yani /Ben-OK/ sözünden oluşuyor. (Bkz. Sümer Dili adlı 16 sayılı yazım) Bu sözün daha da eski şekli MU kök sözcüğüdür. Kayıp MU medeniyetinin en önemli kolu Girit adasındaki Minos kültürüdür.
CRETA: Bugün Girit olarak bilinen adanın asıl adı CRT sessiz harfleriyle yazılan ve KRT olarak okunan kök sözcük idi. Bu adın anlam OKART = Oklaştır demekti. Zira –ART takısı /oluştur/ anlamını taşır. Örnekler: Yoğurt, Kanırt, Oturt...vs. Miken medeniyeti ise KRT kök sözcüğünü KReTa => Creta olarak okumuşlardır.
KNOSSOS: Giritteki Minos kültürünün başşehri Knossos idi. Bu sözün aslı OK-ON => KNOS bu sözden de belirtgeç takısı alarak KNOSSOS olmuştur. OK-ON ise /Evrensel OK/ demektir. Ön-Türkçe ON kök sözcüğü evren demek olduğunu söylemiştim. (Bkz.Akhenaton-Khan-Aton adlı 18 sayılı yazım) UGARİT: Doğu Akdeniz kıyılarında, bugünkü Filistin bölgesinde, kadim Finike kültürünün başşehri idi. Bugün ancak kalıntıları bulunmaktadır. Ancak bu şehirde önemli bir yazı türü bulunmuş ve bu yazının Finike abecesinin atası olduğu saptanmıştır. Bu isim KRT sessiz harfleriyle yazılıyordu ve aslı OKART idi. Yani, aynen Girit adında olduğu gibi K => G dönüşümü olmuş ve OKART => UGART => UGARİT olmuştur.TUAREG: Bu kavim adı kuzey Afrikanın yerli halkı diye bilinir. Oysa ki onlar da Asya kökenli olup oraya göç etmişlerdir. Bu isim aslında TUR-ve-OK => TUREOK => TUAREG şeklinde dönüşmüştür. Bu halkın bir de kendine has abecesi vardır. Yazının Orhon abecesine büyük benzerlikler gösterdiği kesindir. Tuareg dili ile Bask dili arasında büyük benzerlikler bulunmuştur.
ETRÜSK: Bu söz hakkında daha önce bilgi verdim ve TUR-ve-OK olduğunu söyledim. (Bkz. Maya Dili-Ön Türkçe-Japonca adlı 5 sayılı yazım) Ancak OSK diye bilinen OK kültürünün de kendine has bir abecesi vardı.
OSK yazısından bir örnek
Bu yazının bir örneğini resimde görüyoruz. Yazıda göze çarpan özellik sözcüklerin iki nokta üst-üste ile ayrılmaları. Bu özellik Orhon abecesinde de bulunmaktadır. Daha ilginç yanı OSK heykeli veya daha doğru ifadesi ile, OSK kabartması elinde bir tolu (su kabı) tutan insan görüntüsüdür. Resimde bu kabartma görülüyor.
OSK kabartması
Tolu geleneğinin Ön-Türk geleneği olduğundan söz ettim ve birçok örnek resim gösterdim. Yandaki resimde Akhenaton-Khan-Aton adlı 18 sayılı yazımda incelenmişti. BARSELONA: İspanyanın Akdeniz kıyısındaki bu şehrin adı BARSIN-ONA sözlerinin bitişmesi sonucu ortaya çıkmıştır. SIN takısı Ön-Türkçe olup SEL haline dönüşmüştür. Barsın = Varsın (oluşsun) anlamını taşır. Barmak = Varmak (ulaşmak) olduğu gibi. ON ise /evren/ demek olduğundan Barsın-Ona = Barselona adı /Evrenin ucuna ulaşsın/ demek olup kendi göçlerine kinayedir.
CATALUNYA: Barselona şehrinin başşehir olduğu bölgenin adıdır. Bunun da aslı OK-ATA-ON-ÖYÜ olup, konuşulan dil İspanyolcadan farklı Katalan = OK-ATA-ON dilidir. Yani evrensel OK ataların dili olmaktadır. ÖYÜ sözünün -YA takısına dönüştüğünü gördük.Şu halde Catalunya /OK ataların bölgesi/ demek olmaktadır.
TARASCON: Fransanın güneyindeki bu küçük kasaba 2,000 yıllık bir tarihe sahiptir. Nakledilen inanca göre bu kasabada yaşayan TARASK adlı bir korkunç canavar !!! varmış. Buraya gelen bir rahibe bu canavarı uysallaştırmış. Öyle anlaşılıyor ki Tarasak adlı canavar TUR-OSK dan başkası değil ve kasaba ona ait olduğundan adı da TUR-OSK-UN = TARASCON olmuş.
Günümüz Türkçe'sinde halen yüksekte olan, fazla olan, arttıran, güçlü olan anlamlarını içeren OK kök sözcüğü ile ilişkili birçok sözcük yaşamaya devam etmektedirler. Bunlara birkaç örnek sunayım:
OĞLAN <= Oklan (yüksel ve boy at, büyü), ÖĞLEN <= Yüksel (Güneşin en yüksek olduğu zaman), OĞUZ <= OK-uz (Biz, yüksekte duranlar), ÖĞMEK => Övmek (yüceltmek, yükseltmek), ÖĞE (yaşlı, büyük kişi), ÖĞÜT = Nasihat (büyük söz söylemek, vaaz vermek), ÖĞÜT = buğday (buğdayı ezerek çoğalt, arttır), ÖK (orta yaşı bulmuş, büyümüş at), ÖKİL (çok, fazla), ÖKSE (yığmak, biriktirmek), ÖKSÜZ (büyük kimsesi, annesi olmayan), ÖKÜL (yığılmak, toplanmak, artmak), ÖKÜN (para ve mal yığını).
ÖN-TÜRK HARFLERİNİN KÖKENİ Doç. Dr. Haluk BERKMEN | |||||||
Batı abecesindeki birçok harfin Ön-Türk damgalarından türediklerini söyledim. Bir diğer örnek olarak B harfinin gelişiminden söz edeyim. B harfinin gelişimi B harfinin kökeni Ön-Türk UB / BU damgasıdır. UB damgasını Resmin üst sol köşesinde görüyoruz. Orhon abecesinde iki değişik B harfi vardı. Resimde B1 ve B2 harfleri görülüyor.B2 ince seslilerle ve B1 kalın seslilerle birleşerek hece şeklinde okunuyordu. Latin B harfinin B1 ile olan benzerliği çarpıcıdır. Ön-Türk BU damgasından (hecesinden) birçok sözcük türemiştir. Ön-Türklerin boynuzlu hayvanları kutsal saydıklarından söz ettim. (Bkz. Issık Kurganı ve Kutsal Hayvanlar adlı 26 sayılı yazım). Kırgız Türkçe'sinde buka boğa demek olduğu gibi, bukaçar genç boğa, tosun demek oluyor. Fransızca bouc (okunuşu buk) koç demek olup, bovin de büyükbaş hayvanlara denir. Ayrıca dağ keçisine de bouquetin (buköten) denmektedir. Almanca dağ keçisine bukk denirdi, zamanla bu sözcük kullanımdan kalkmıştır. İngilizce bull ve buffolo (Amerika boğası olup Kızılderililerin dilinden alıntıdır) sözlerinde de /bu/ sesini buluyoruz. Türkçe boğa ve buzağı sözleri de aynı kök sözcükten türemişlerdir. Bu örnekler gösteriyor ki Ön-Türk boynuzlu kutsal hayvanını ifade eden BU kök sözcüğü, Ön-Türklerin her gittikleri yerlerde benzer sözcüklerin oluşumunda etken olmuştur. Keza, Finike harfi Beth de aynen B1 damgasına benzer. Alt sırada ise üç adet başlık görüyoruz. Hepsi de boynuzlu. Bu ortak özellik boğa veya koç boynuzunun bir tür eski yönetici simgesi olduğunu ve çok farklı coğrafyalarda, farklı kültürlerde benzer şekillerde ortaya çıkmış olduğunu gösteriyor. Hepsi de aynı kök kültürün farklı kolları idiler. Japon başlığının Kabuto adında oluşu /kab/ veya /kap, kapak/ kök sözcükleri ile olan ilişkisine işarettir. Sadece başlık simgesi ile kalsa karar vermek zor olurdu. Fakat, simge artı yazı artı dildeki sözcükler ve onların anlamları da uyum halinde olunca, bu durumu ne tesadüf ne de içgüdülerle açıklamak mümkündür. Coğrafi büyük mesafeler bize etkileşme olayının da pek mümkün olamayacağını söylüyor. Kala kala ortak kök kültür savı kalıyor. Bu savı destekleyen görüş de ileri sürmüş olduğum, Asya kökenli Ön-Türk kültürüdür. İki kolu başın sağ ve sol tarafından yükseltmek geleneği de çok eski bir Ön-Türk simgesidir. Bugün dahi /başarı/ anlamı taşıyan bu hareket, boynuzlu kutsal hayvanlarla ve özellikle güç simgesi boğa ile bütünleşmeyi simgeler. Japon Sumo Güreşçisi Resimde bir Japon Sumo güreşçisi görüyoruz. Kendisi bu güreşte en yüksek unvan olan /Yokozuna/ mertebesine erişmiş Takanohanadır. Kollarını iki yana açıp başına doğru yükselterek, çok eski dönemlerden kalma /boğa kadar güçlüyüm/ mesajını vermektedir. Resimde Danimarka'da bulunmuş bir güğüm görülüyor. Gümüşten yapılmış olan bu kazan kutsal merasimlerde özel amaçlara yönelik kullanımı vardı. Kazanda kabartma olarak kollarını iki yana açıp baş hizasında yüksekte tutan bir insan görülüyor. Sağ tarafta ise aynı kazandan bir diğer kabartmayı görüyoruz. Bağdaş kurmuş vaziyette ve başında boynuzları olan, bir elinde bir yılan diğer elinde bir halka tutan yönetici kişi. Başındaki boynuzlar ve elinde tuttuğu yılan onun gücünü, sağ elindeki halka ise ON damgasını simgeliyor. Yani, /Ben, tanrısal güçlere sahip olan evren (güneş) ile bütünleşmiş Ön-Türk yöneticisiyim/ mesajını veriyor. Zaten, kuzey inancında bu şahıs /Boynuzlu tanrı/ (horned god) olarak tanınmaktadır. Viking ve tüm kuzey Avrupa yazı türü Orhon kitabelerindeki yazıya çok benzer. Her iki yazı şekli doğrudan Asya kökenli olup Ön-Türk damgalarından gelişmiştir. ORHON ile VİKİNG Harf Örnekleri Resimde iki yazı türündeki bazı harfler karşılaştırılıyor. Her ne kadar tüm harfler yoksa da benzer olan 20 harf görülüyor. Viking abecesinde 24 harf bulunduğu göz önüne alınırsa Viking abecesinin yüzde 83 oranında Orhon abecesi ile uyum (korelasyon) içinde olduğu görülüyor. Orhon abecesinde 38 harf vardır. Bu da gösterir ki yazı heceye dayalı bir sistemdir ve bir işaret birçok hecenin yerine geçebilmektedir. Ön-Türkçe'nin bir tek hece dili olduğu göz önüne alınırsa, bu yazı şeklinin tümüyle dile uyum sağladığı ve alıntı olmadığı sonucu çıkmaktadır. Viking abecesi Latin veya Yunan abecesi ile olan benzerliği ve ortak yönleri Orhon abecesine göre daha düşüktür. Harflerin okunuşu ise zaman içinde değişmiş olabilir. Zira, Viking'ler Asya kökenli bir halk olmalarından dolayı dilleri Türkçe, Fince ve Macarca ile de akrabalığı olan ara bir dildir. Hem Fince'nin hem de Macarca'nın Ural dil gurubuna ait oldukları ve bir Altay dili olan Türkçe ile yakın akraba oldukları bilinmektedir. | |||||||
|