Sayfalar

2 Mayıs 2007 Çarşamba

Yaratıcı Bir Gencin Zihin Haritası

Nisan
2007


Yazar:
Tunç Kılınç

Kategori:

Başarı Hikayeleri
Yaratıcılık/Fikirler








“Ben sıradan bir kişi değilim, olmak da istemiyorum. Olaylara herkesten farklı bakabiliyor ve bundan keyif alıyorum. Yeni fikirlerim var. Ancak bunları hem paylaşmaktan çekiniyor, hem de nasıl hayata geçebileceklerini bilmiyorum, ne yapmalıyım?”



Fikir Atölyesi’nde bana gelen mail’lerin büyük bir çoğunluğu işte bu soruyu soruyor. Şimdiye kadar farklı yazılarda bu konuyu ele almış olsak da, bu kez dilerseniz daha kapsamlı ve farklı bir yöntem deneyelim.

Yöntem sohbet olsun, konuk da bu sorunun cevabını vermiş ve hayatına içselleştirmiş biri olsun. Türk olsun, genç olsun. Şımarmamış ve gözü de dolar işaretinden çok güzellikleri görebilecek yetenekte olsun. Yaratıcılığı sadece projelerinde değil, hayatının her alanında kullanan biri olsun.

İşte böyle biri kim olabilir diye kendime sormamla cevabını bulmam eş zamanlı oldu.

O; İTÜ İşletme Mühendisliği okurken blog tutmaya başlayan ve bu (Türkçe ve İngilizce) blog sayesinde kendi vizyonunu bulan biri. Bir fikir avcısı. Birçok markaya danışmanlık veren, uluslararası yayınlarda yazıları yayınlanan bir trend gözlemcisi. Örneğin trend avcılarının en önemli network’ü sayılan Springspotters‘da tüm dünyada en fazla gözlemi yayınlanan kişi.

“Flickrpreneur” gibi pazarlama dünyasına hediye ettiği kavramlar var. Geçen sene yapılan Kariyer Net’in Fikir Yarışması birincisi, Lovemark Konferansı paralelinde yapılan “Türkiye Marka Aşklarını Arıyor” yarışma birincisi, Second Life Business Plan yarışması dünya ikincisi.

Google Earth üzerinde yarattığı farklı CV çalışması ile binlerce kişinin dikkatini çeken, şimdi de bu binleri milyonlara çekecek “Google Bize Logo Yapsana!” projesi ile gündeme gelen bir genç. Marmara Üniversitesi İşletme’de yüksek lisans yaparken, aynı zamanda 41 29 isimli dijital pazarlama ajansında yarı zamanlı çalışıyor.

Yaşı 24 Adı Özgür Alaz.

İki saati aşkın karşılıklı bir sohbetimiz oldu geçen gün. Bazıları sıkıştırmak amaçlı da olsa aklıma gelenleri sordum, o da tüm içtenliği ile cevapladı. Şimdi alın elinize kahvenizi, siz de katılın sohbete.

– Özgür, kimsin sen?

Fikir avcısı olarak tanımlıyorum kendimi. Dünyada yeni ne var, insanların neye ihtiyacı var, çevremi sürekli gözlemleyip bunlardan faydalı fikirler çıkarmaya çalışıyorum. Bu yüzden okuyorum, bol bol geziyorum, bol bol soru sorup merak ediyorum.

– Fikir avcılığı diye profesyonel bir iş var mı?

Evet. Danışmanlıktan veya filozofluktan biraz daha farklı, belki de ikisinin karışımı. Buna biraz da proje yönetimini katınca kendim için veya dünya için faydalı bir şeye dönüştürmek diyebiliriz.

– Kim para veriyor sana?

Şuanki modelde amacım öncelikle kendimi geliştirmek. Tunç, daha doğrusu bu benim bir eğlencem aslında. Ticari anlamda ise markaların trend’lerini izleyip ajanslarla çalışıyorum. Şirketler bunun için para veriyor çünkü fikir değerli onlar için de.

– Özgür, diğer bir söylemle sen ajanslara ve şirketlere fikir mi satıyorsun?

Yeni fikirler ve projeler. Onlara para kazandıracak yeni fikirler, yeni ürün veya servisler geliştirmelerine yardım ediyorum.

– Yaptığın, gerçek hayattan bir örnek verebilir misin? Fikri senin bulduğun, geliştirdiğin, daha sonra bir şirkete satıp hayata geçen bir örnek…

Bugüne kadar bunu daha çok ajanslar aracılığı ile yaptım. Youth Republic isimli ajansla 1.5 yıl çalıştım. Burada Turkcell, Cafe Crown, Pepsi, Nivea gibi bir çok markaya güzel işler yaptık. Ajans olduğu için daha çok reklam ve promosyona yönelik fikirlerdi bunlar. Youth Republic bu dönemde altı kat büyüdü. Şimdi de 41 29′da part-time benzer işler yapıyorum.

Fikir satıyor musun sorusuna ise cevabım ben şimdi Avea, Evyap ve yurtdışındaki bazı trend ajanslarına aylık trend raporları hazırlıyorum. Trendleri gözlemleyip bu markalar için ne yapılabilir, bunları sunuyorum. Trend gözleme, trend analistliği de bu zaten.

– Firmalara “senin müşterilerin yakında bunları sevecek, bunları isteyecek” demek midir bu? Ağırlıklı olarak internetten olup biteni izleyip markalara uyarlamak mı bu diğer bir deyişle?

Aslında dünyada bir yenilik patlaması var. Ve yenilikler sadece senin içinde bulunduğun sektörden gelmiyor. Standartları koyanlar farklı sektörlerden gelebilir, mesela mağazacılıkta Apple iyi bir örnek. Apple müşteri hizmetini “Genius Bar” isimli bir konsept’le sunuyor. Müşteri temsilcileri burada birer barmen gibi, müşterilerle sohbet ediyor, ikramlarda bulunuyor. Rahat bir atmosferde müşterilerini dinliyor ve çözüm üretiyor. Müşteri servisleri ön planda olan (bilgisayar veya gsm sektöründe olduğu gibi) firmalara ’siz de buna benzer hizmetler sunabilirsiniz’ tarzı raporlamalar yapıyorum.

– Dolayısıyla sen başkasının hayata geçirdiği bir fikri araştırıp buluyor ve sonra da uygun bir markaya uyarlıyorsun?

Doğru. Yeni fikir denen şey zaten birşeyle birşeyi bağlamak. Evet yurtdışında böyle bir konsept var, burada da böyle bir ihtiyaç var; o ikisini bağlayıp bize özgü yeni bir fikir, yeni bir servis veya yeni bir kampanya haline getirmek yaptığım.

– Mesela “Google Bize Logo Yapsana!” projenizin de bir benzeri yapılmış mıydı başka bir ülkede?

Hayır. Bunun için daha önceden bir ülkede kampanya yapılmamış, bu bir ilk. Google farklı ülkelerin özel günlerinde farklı logolar tasarlayıp bunu o ülkenin Google sayfasında yayınlıyor. Bunun için özel bir talepte bulunan bir ülke bildiğim kadarıyla daha önce yok.

– Peki bu güzel fikri Google’a bizzat gidip anlatmak yerine neden kendine taraftar bulma yöntemini seçtin. Onlar zaten fikri senden duyup harekete geçebilirlerdi?

Talep yaratmanın çok önemli olduğunu düşündük. Türkiye’de internet kullananların % 99′u Google kullanıyor, biz de kendimizi ‘Google Sever’ olarak nitelendiriyoruz. Fikrim geldi diyen herkes Google neden bizim için logo yapmıyorsun diyebilirdi.

Ancak “fikrim geldi” demekten “benim bir projem var” demeye ince bir çizgi var, o da harekete geçmek. Herkesin onlarca fikri var, bu belki başka kişilerin de daha önce aklına gelmiştir ancak uygulama, yani harekete geçmek çok önemli. Bir fikri (talep toplayacak şekilde) herkese yaydığınız zaman Google zaten bunu kendisi fark edecek.

Biz bunu yapmayıp onlara direkt gitseydik; bir; ulaşamayabilirsin, iki; seni dinlemeyebilirler, üç; biz bunu zaten düşünmüştük diyebilirler.

Ancak olaya ters yönden bakarsak, yani bir kişi yerine milyon kişinin aynı fikir için Google’a gittiğini düşünürsen şansın çok artıyor. Bu onların ister istemez öncelik listesine giriyor. Milyon kişiye ne kadar kayıtsız kalabilirsin?

– Dolayısıyla sen olayın biraz da hız kazanmasını istedin. Bu onların işleri arasında ufak bir proje olarak kalmasın, bu zaten şu aşamada onların değil senin projen. Dolayısı ile “ben onlara gidip sadece anlatmakla yetinemezdim, harekete geçmek, hızlanmak, biraz da insanların tepkisini görmek istedim” mi diyorsun?

Evet Tunç, aynen öyle.

– Biraz da heyecanını da yaşamak istiyorsun sanırım. Gidip onlara anlatmayı denesen ve bunda başarılı olsan, belki onlardan en fazla bir teşekkür veya bir plaket alacaktın. Fikir hayata geçseydi de; kendi arkadaşlarına “bu fikri esasında onlara ben verdim” demenin ötesinde sırtın sıvazlanmayacaktı, heyecanın da çok kısa ömürlü olacaktı. Oysa bu yöntemle hem taraftar topluyorsun, hem de çok sayıda kişiden takdir görüyorsun. Yaratıcılığın en büyük ödüllerinden biri de alkış alabilmek değil mi? Herşey para değil veya Google beni işe alsın diye bunu yapmıyorsun?

Tabii ki… Orada daha büyük bir resmi de düşündük esasında. Günümüz sıradan bir kişinin bile dünyayı harekete geçirebilmesi, milyon dolar kazanabilmesi, firmalara, hatta ülkere meydan okuyabilmesi dönemi.

Eğer bir milyon kişi bir araya gelebilirse Google, kendi hazırladığı logo dışında, sıradan bir kişinin, bir kullanıcısının hazırladığı logoyu anasayfasına taşıyabilir. Bizler de onların gözünde sonuçta sıradan kişileriz. Bakalım sıradan kişiler Google gibi bir deve meydan okuyabiliyor mu, bunu da görmek istedik.

“Google Beni Dinleyecek Misin?” hikayesi ile Aaron Stanton’dan ilham aldın mı?

Yöntem olarak evet, bunu Fikir Atölyesi’nde okuduktan sonra, özellikle taraftar toplama ve teşekkür listesini hazırlama konularında Aaron’dan etkilendik. Bu aslında basit bir fikir ve neredeyse bedava. Biz dört arkadaş ve sadece bir domain parasına yaptık bunu ve üç gün içerinde 150 bin kişiye ulaştık.

Bu aynı zamanda viral marketing açısından da örnek bir çalışma. Tanıtım olarak msn listelerimize ve 2 blogumuza yazmak dışında bir şey yapmadık. Tanıtım hep bizi destekleyenlerden geldi, çünkü biz insan dokunuşu sağladık, onları teşekkür listemizle katılımcı olarak aldık.

Bunun dışında büyük, heyecan veren hedefler koyduk ve bunları şeffaf olarak paylaştık. 1 milyon ziyaretçi, 10 bin yorum, YouTube video’muzun 100 bin kere izlenmesi, gazete ve televizyonlarda haber olmak gibi büyük hedefler insanları da heyecanlandırıyor. Sonuçları da yine güncel olarak şeffafca paylaşıyoruz.

Yüzlerce de logo geliyor. Tüm Türkiye’yi ilgilendiren (siyasi olanlar hariç) logoları da yayınlıyoruz. Başarının geldiğini şimdiden görüyoruz ve bunun da katlanarak devam edeceğini düşünüyoruz.

– Nasıl doğdu bu fikir?

18 Mart Çanakkale savaşının yıl dönümünde, Google’ın Avusturalya sayfası için laleli bir logo görmüştüm, Anzak şehitlerini anmak için. Bu sadece Avusturalya’ya özgü yapılmış bir logoydu. Bunun gibi Belçika’lıların, Kore’lilerin özel günlerinde de farklı logolar yapıldığını görünce Google neden Türkiye’nin özel günlerinde de logo yapmıyor dedim. Bu talebi yaratır, insanları harekete geçirirsek bu bizde de olur düşüncesiyle kampanyaya başladık.

– Yaratıcılığın “işe yarar olması” çok kritik. Bu sence işe yarar bir fikir mi? Veya Google bize logo yapsa bu memleket kurtulacak mı?

Bu proje sıradan bir insanın, çok büyük bir firmanın stratejik bir kararını etkileyebilmesi adına önemli. Bu tüm gençliğe örnek olabilecek, ufkunu açabilecek bir çalışma. Çünkü internet elimizin altında ve internette herkes eşit.

– Google’ın zaten diğer ülkelerde yaptığı bir uygulamayı Türkiye’de de yapmaya başlaması çok mu stratejik bir karar sence?

Buradaki asıl hedeflerden biri sıradan bir tasarımcının yaptığı logonun Türkiye anasayfasında yayınlanması. Çünkü Google diğer tüm ülkelerin özel günlerinde yayınladığı logoları Koreli bir tasarımcına yaptırıyor. Biz bunu becerebilirsek, Google tarihinde de bir ilk olacağız. Koreli tasarımcı yerine bizden bir tasarımcının hazırladığı logo yayınlanacak.

– Özgür, bunu sitenizde çok iyi ifade etmiyorsunuz o zaman. Çünkü ben, tek ve asıl hedefinizin bizim özel bir günümüzde logo yayınlatmak olduğunu sanıyordum. Oysa sen bunun yanında tasarımcının da bizden olması gibi bir hedef koymuşsun. Eşit ağırlıklı mı bu hedefler?

Evet, Google kendi tasarımcısına yaptırdığını yayınlarsa kendimizi % 50 başarılı olmuş sayarız. Bizi asıl heyecanlandıran kısım da bizden bir logonun yayınlanması, Koreli’nin yaptığı değil. Bu dünyada da bir ilk olacak.

– Hedeflerin büyük olsun, arkasına sağlam bir strateji koy, açık bir şekilde bunları paylaş, insanların eleştiri ve yardımlarını al, kişileri sadece izleyici olarak görme, onlar da bir şeyler katsın, katılımcı olsunlar, onları harekete geçirecek bir sebep ver, projeyi onlar da sahiplensin çünkü sahiplenirlerse zaten konuşurlar, dolayısıyla ağızdan ağıza pazarlama ile de yayılır ve proje kendi içinde büyür. Biraz da çorbaya bizden özel (milliyetçilik duygularını tetiklemek gibi) bir şeyler ekledin mi başarının tarifi tamamdır gibi gözüküyor. Diyelim Google’u açtın bir gün, ve bizden yayınlanmış bir logoyu yayında gördün, nasıl hissedeceksin?

Ağlarım herhalde! Bu gerçekleşirse özel teşekkür listemizdeki kişilerle de bir party yapar, kutlarız diye hayal ediyorum. Bu esasında Google için milyon dolarlık bir proje. PR değeri anlamında… Milyon kişiye Google ile bir haberi okutmuş oluyoruz.

– Sen Google’ın gizli ajanı mısın yoksa?

Yok, Hayır!

– Veya Google bu projenden dolayı sana iş teklifi yapsa kabul eder misin? Bilinç altında bir yerlerde Google’da çalışma isteği olabilir mi?

Google benim gerçekten çok sevdiğim ve hayatımda en çok kullandığım markalardan bir tanesi. Kabul etmem diyemem, kabul ederim herhalde. San Francisco ofisleri bir oyun parkı gibi, çok eğlenceli. Gerçekten bu ilginç bir deneyim olurdu. Ancak böyle bir hedefim yok veya bunun için yola çıkılmış bir proje değil bu.

– Peki Google Türkiye Ofisi sana bir teklifte bulunsa aynı heyecanı duyar mısın?

Duymam. GoogleLand’in eğlenceli ortamı beni heyecanlandırır.

– Google eğlenerek çalışma kültürünü Türkiye’ye taşıyamadı mı sence?

Türkiye sadece Google’ın bir ofisi, bir ayağı. Ayakta beyin yok! Türkiye Ofisi’nin hedefi reklam satmak, iletişim kurmak ve iyi gözükmek. Beni daha çok beyindeki noktalar çekiyor; fikir bulmak, araştırmak gibi…

– Google, Türkiye Ofisi’nden beyinsel bir takım görevler beklemiyor bu durumda?

Bu sadece Türkiye’ye has değil, Macaristan veya Belçika’da da böyle. Ülke ofisleri daha çok taktiksel görevler üstlenirken, stratejik kararlar merkez ofiste alınıyor.

– Google Türkiye sana; önce “bize gel, sonra (başarılı olursan) seni San Francisco’ya göndeririz” derse?

Kabul etmem, benim hayat amacım Google’da çalışmak değil. Ben kendi yolumda ilerlemek istiyorum.

– Nedir o yol?

Kendi ajansımı kurmak ve trend avcılığı anlamda dünya çapında bir “guru” olmak istiyorum. Pazarlama trend’leri anlamında bir guru olabilmek kastım. Tüketimin geleceği, eğlencenin geleceği, yaşamın geleceği ile ilgili söz sahibi olabilmek.

– 4 arkadaş ortak hareket ediyorsunuz?

Muammer Okumuş, Cihan Ergür, Can Oktay Heper ve ben Özgür Alaz.

Biz kendimize bir proje grubu kurduk, adına da UnitedPlankton diyoruz. Plankton’lar okyanuslardaki tek hücreli canlılar. Bir araya geldiklerinde okyanustaki hayatın kaynağı. Ufacık boylarıyla dünyanın temelini oluşturuyorlar.

Biz de tek hücreliyiz, küçük, yeni ve eğlenceli işler yapıyoruz. “Google Bize Logo Yapsana” projesinden önce de, aynı dört arkadaş dünya çapında yapılan “Second Life Business Plan” yarışmasında 470 takım arasında ilk üçe kalmıştık. Second Life içinde para kazanabilecek yeni girişimler, yeni iş fikirleri ortaya çıkarmaktı amaç.

UnitedPlankton‘daki diğer üç arkadaşım benim eski işim Youth Republic’de çalışmaya devam ediyorlar. Herşeyden önce biz çok yakın dostlarız ve eğlenerek yeni fikirler üretip hayata geçirmeye çalışıyoruz. Gelecekte kendi ajansımı kurma hayalim gerçekleşirse yine aynı dörtlü olarak hareket etmek isterim.



– Bir fikrim var, bunu kişilerle paylaşmaktan çekiniyorum! Ne yapmalıyım? İşte en çok sorulan sorulardan biri bu. Zihninde olan fikir paylaşılmadığı veya hayata geçmediği sürece senle beraber mezara gidecek bir fikir olarak kalmaz mı?

Tabii ki. Ancak fikir de tabii ki sadece aklımıza geldiği haliyle kalmamalı. Bu fikrin hangi soruna çare olduğu veya neden işe yarar bir fikir olduğu kağıda dökülmeli, yani yapılandırılmalı. Kimin işine, nasıl uygulanırsa yarar bu fikir. Hangi kaynakları kullanacağız. Yani bir strateji oluşturmaktan ve fikrimizi bir projeye çevirebilmekten bahsediyoruz. Bunu yaptığımızda artık elimizde bir fikir var diyebiliriz. Ancak bu aşamadan sonra fikri başkalarına (doğru insanlara) anlatabiliriz.

Ancak inanki Tunç insanların %99′u bu ilk adımı atmıyor; ya bilmediklerinden, ya da zor geldiğinden. Halbuki sadece bu fikri yapılandırma/projelendirme işini bile yapabilsek farklılaşmış oluyoruz.

– Fikri saklamadık, peki kimle ve nasıl paylaşacağız?

Bunun için internetin gücünü (en son projemiz ile) konuştuk, online dünyada neler yapılabileceği hakkında güzel örnekler oluştu artık. İnternet çok çok önemli bir mecra ve mümkün olduğunca etkin kullanılmalı.

Ancak sanal ortamın yanında off-line da çok önemli. Çok sayıda insan tanımak işte burada devreye giriyor. (Çoğu kez fikrinden daha önemlisi, kimi tanıdığın ve onlarda nasıl bir izlenim bıraktığın.)

Fikrimizi kime anlatacağız; araştırmamız sonucu uygun bulduğumuz lider markalara, fikre göre doğru oyunculara. Bunun dışında ilgili sektörlerdeki yeni veya küçük oyuncular da beklenmedik bir şekilde iyi fikirlere değer verebilir, hatta büyük şirketlerin yapmakta zorlanacakları (ortaklık gibi) tekliflerle bile gelebilirler.

Dolayısıyla büyük firmalar ilgi göstermezse bu dünyanın sonu değil. Yılmadan diğer seçenekler zorlanmalı.

Seçtiğimiz firmalarda ise orta kademeye değil, mümkünse tepe yönetime, hatta genel müdüre gidilmeli. Çünkü fikrin orta kademe yöneticiler arasında kaybolma veya önemsenmeme riski yüksek. Onlar pek karar alamıyorlar.

Genel müdürün ismini internet ortamında bulmak ise o kadar zor değil. Bulduktan sonra da neden, nasıl, neden ben gibi sorulara cevap veren sunumuzu, yani projenlendirilmiş fikrimizi mail gönderebilmek için isim.soyad@sirket.com (şirketin mail formatı her ne ise) denenebilir. Mail formatını (isim.soyad veya isimbaşharfi.soyad, her ne ise) bulamazsak da aklımıza gelen diğer seçenekleri deneyebiliriz.

– Peki attığımız mail yerine ulaşmadı veya cevapsız kaldı?

Araştırmacı kimliğimiz yine devrede. Genel müdür (olmuyorsa diğer tepe yöneticiler) nerelerde geziyor, nerelerde konferans veriyor veya hangi event’lere katılıyorlar. Bunları internette bulmak mümkün, bulamıyorsak da, bu kişilere ulaşabilecek (orta kademe yöneticiler veya iş birliği yaptıkları diğer şirket yöneticileri, arkadaşları) kişileri bulmaya çalışmak bir yöntem. Takipçi olmaktan bahsediyorum kısaca.

– Kendinden verebileceğin bir örnek var mı Özgür?

Staj yapmak istediğim Koç Paro‘nun Genel Müdür Yardımcısı Engin Oytaç’a ulaşamayınca internetten araştırıp bir üniversitede konuşmacı olarak katılacağı konferansa gitmiştim. Bire bir dokunma fırsatıydı aradığım. Etkileyici de olmak gerekiyordu, Engin Bey’i görünce elden vermek üzere farklı bir CV yaptım. Datamining’in bence ne olduğunu benim özgeçmiş bilgilerimle birleştirdim. Bunu çarpıcı bir şekilde elden verdim ona, “gel başla” dedi.

Seçeceğiniz iletişim kanalının kendisi bile tek başına çok önemli bir mesaj. Takipçiliğim, bire bir dokunma fırsatı yaratma girişimim ve çarpıcı CV’im toplamda hızlı sonuca ulaşmamı sağladı.

Tepe yönetime ulaşmak için Linked-in veya Çember Net gibi profesyonel sosyal ağlardan faydalanmak mümkün. Şirketin ismiyle yapılacak aramalarda bulunan şirket çalışanlarınla kurulacak samimi diyaloglar tepe yönetime ulaşmak için fırsat sunar. Bu kişiler de çoğu kez değerli bir fikriniz olduğunda size verecekleri bilgilerle destek olmaya çalışırlar.

– Fikrimizin ne olduğunu, ne işe yaradığını (kime ne faydası var) ve nasıl uygulanabileceğini yazdık, kimlerle ve nasıl paylaşacağımızı konuştuk. Sonra?

Bunu neden senin yapabileceğin, fikirde sen nasıl yer alacağın net ifade edilmeli. Senin farklı kaynakların olabilir, fikrin patenti sende olabilir, bu fikrin olabilmesi için gerekli olan insan kaynağını sen temin edebiliyor olabilirsin. Kısaca sen projeye nasıl katkı sağlayacaksın? Fikir sahibi kendi konumunu (nedenleriyle) çok net belirlemeli.

– Herşeyi denedik, fikrimizi kimselere kabul ettiremedik?

Yılmak yok. Dediğim gibi sektörün yeni oyuncuları daha ilgili olabilirler. Olmadı kendimiz deneyebiliriz, girişimcilik yani. Fikirde değişiklikler yapıp başka sektörler için de cazip hale getirebiliriz, yani havuzu genişletmek yine bizim elimizde.

Çok meraklı olup çok şey öğrenme isteği olunca zaten insan tek fikirle de yetinemiyor. Tek bir fikire güvenmeyip çok sayıda fikir üretirsek bunlardan en az biri hayata geçecektir.

– Özgür, öğrenme derken, bilgi bombardımanı olan bu yeni dönemde, doğru bilgiye ulaşma yöntemleri hakkında da görüşlerini söyle istersen.

Doğru bilgi için Google tek başına yeterli değil, hatta yanlış bir yöntem. Kendimize yeni bilgiye ulaşma yöntemleri geliştirmeliyiz. İlgili blogları takip etmek, Del.icio.us, YouTube, digg, Flickr gibi farklı mecralardan, farklı şekilde beslendiğiniz zaman bile %1′lik dilime girmiş, yani farklılaşmış oluyorsunuz.

– Peki ya İngilizce bilmeyenler?

İngilizce bilmek bir avantaj, ancak bilmiyorsanız da öğrenmek artık eskisi kadar zor değil. Bilmemek bahane olmamlı. Çünkü bilginin çoğu dışarıda. Çok kişi ile tanışmaya çalışmak, meraklı insanlarla akıllı tartışmalara girmek, kitap okumak, gezmek… Bunları yapmak için yabancı dil bilmeye gerek yok.

Ayrıca internette artık Türkçe içerik oldukça fazlalaştı, özellikle blog dünyasında. Çok sayıda (yeni iş fikirlerinin ve girişimciliğin konuşulduğu) pazarlama blogları bile kendi başına çok önemli bir kaynak.

– Özgür, teşekkür ederim bu keyifli sohbet için. Bir iki cümle ile toparla istersen.

Bilgiye ulaşma yöntemi ve ne bildiğin hayatın akışını değiştiriyor. Benimkini değiştirdi. Google’a ismini yaz, neler oluyor bir bak. Bence “yeni CV” bu. Birey kendi gücünün farkında olmalı. Meraklı olmak ve yeni fikirler benim tutkum. Herkes kendi tutkusunu bulmalı ve bununla ilgili bir blog tutmalı.

Bu sohbet için asıl ben teşekkür ederim Tunç. Umarım Fikir Atölyesi okurlarına katkı sağlayacak bir söyleşi olmuştur.

Hiç yorum yok: