Sayfalar

Turk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Turk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Nisan 2007 Cumartesi

"TUR", "TUR-K" kelimelerinin anlam derinliği

TUR ; Tanrı, Din anlamına geliyor. TUR/K ise Tanrı'ya inanan, dindar kişi anlamına geliyor. Oradaki "K" harfi, Kiji/Kişi'nin "K"sı. Tanrılaşmış, arık can olmuş, Tanrı gibi yüksek değerlere ulaşmış, Güç ve kuvvet sahibi kişi anlamına gelen yeni bir kelime üretilmiş.
İşte Tur'dan belagat sanatıyla üretilmiş yeni kelimenin adı: TURK.
TURK, siyasi bir kimlik değildir. Daha çok, dini bir kimliktir.Tur kelimesi Nur kelimesiyle eşanlamlı olduğuna göre "NURKişi" anlamına da gelmektedir. TUR'un somutlaştırılması ile GÜNEŞ, Tanrı'nın NUR'u olarak görünen dünyada en belirgin sıfatı oldu. Onun için GÜNEŞ ve YILDIZ'lar, TUR'un bir parçasıdır, Tanrı'yıda temsil eder. Çok büyük bir kutsiyeti vardır. Onun için Türk'ün ülkesi , Vatanı: TURAN'dır.

"TURAN" neresi?
"Vatan, ne Türkiye'dir, Türklere; ne de Türkistan.
Vatan, müebbed bir ülkedir:TURAN"
diyor Ziya GÖKALP.
Oradaki "AN" yer bildiren bir takıdır. Yani Tur'un kapladığı, güneşin aydınlattığı her yer, Göğün (gök yüzü) kucakladığı her yer Türk'ün emrinde. Türk'ün emin olarak vatan dediği yerdir. Gök yüzü de kutsiyet ifade ediyor. Çünkü döngü, tur, gerçekte daha çok gökyüzünü içeriyor. Yeryüzü muazzam. Ama, daha muazzam şey gökyüzü. O zaman o daha büyük kutsiyete sahiptir.
Bu günlerde bilgi ağında (İnternette) ve bazı bilimsel yayınlarda Zeus konusu tartışılmakta. Konuya bir de Türk Kültürü açısından bakmakta yarar olduğu görüşündeyim.

Şöyle ki; Bugünkü bilimsel veriler ışığında Ön-Türk Uygarlığı konusu bizce "Dip kültürü oluşturarak ve yazıyı bulup yayarak" insanlığın kültür birikiminin temelinde yer alan Ön-Türkler ve onların kültür yayıcı bir kavim oldukları hakkındaki bulgular önünde bilim adamları ciddi bir dirençle durmaya çabalamaktadırlar.

Oysa konuyu yakinen takip etmekte olan kişiler bu direncin yersiz hatta anlamsız olduğunu, bilim adı verilen dal içinde yer alan faaliyetlerin; bulgu ve birikimlerin fikirler ışığında seviyeli biçimde tartışılması ve sonuçlara varılmasıyla gelişebileceğini, bunun dışındaki çabaların sadece bir dayatmadan öteye gidemeyeceğinin ayırdındalar.

Bu durumda - 15; -20 bin yıl önce düşünce ifade eden kaya resimleri, TAMGA adı verilen işaretler kazıyarak evrensel kültürün temelinin oluşmasına neden olan ve bugün Ön-Türkler adı verilen elit'in tamga yazısının örneklerini sadece mağara duvarlarında değil, Kazakistan'da Tamgalı Say vadisinde, tıpatıp örneklerini Glozel'de, bugün Yunanistan adı verilen coğrafyada, Etrüsk bölgesi Toskana'da, Anadolu'nun bir çok bölgelerinde, Fransa'da görmekteyiz. Ön-Türk Uygarlığı Araştırmaları Merkezini muhatap alarak yazılmış olan ve Töre Dergisinde 2004 yılında yayınlanan, İtalya, Ferrara Üniversitesi Genetik Anabilim Dalı Başkanı Prof. Guidio Barbudjani tarafından 8 sene süren araştırmanın sonuçları Etrüsk mezarlarından alınan gen örneklerinin çevre mezarlardan alınan ve bugün bçlgede yaşayan insanlardan alınan DNA larla uyuşmadığı, oysa bunların Güney Akdeniz havalisinde yaşamış ve yaşamakta olan insanların DNA larıyla büyük oranda benzerlik gösterdiği bilimsel bir gerçektir.

Bu açıdan bakınca Toscana Bölgesine uygarlık yayıcı elit olarak giden ve görevlerini tamamlayınca buradan DNA larını değil sadece mezarlarını değil kültür öğretilerini de bırakarak ayrılan ve bugün Anadolu'nun Güney Akdeniz kıyılarında yaşamakta olan insanların, aynı DNA ları taşımakta oldukları, hangi kavmin ataları oldukları tabii ki ortadadır.

Bu kavim "Uygarlık Yayıcı Elit" olarak İtalya'nın Toscana Bölgesine giderken bugünkü Yunanistan adlı coğrafyadan geçmemiş olduklarını düşünmek de imkânsız olduğuna göre Yunan Kültürü olarak sunulan ve tanıtılmış kültürün kökenini her şekilde irdelememiz gerektiği de ortadadır.

Bu anlamda tartışılmakta olmasından büyük memnuniyet duyduğum bu konu ile ilgili olarak Merkezimizin konu hakkında uzun yıllardır yapmakta olduğu araştırmalarda vardığımız sonuçlardan bazılarını bir yazı dizisi olarak sunmak ve konuya Kültür ve Töre Derneği'ne bağlı Ön-Türk Uygarlığı Araştırmaları Merkezinin birikimlerinden bir kesit aktararak katkıda bulunmak istemekteyim.
Konuyu öncelikle Antik Mitoloji açısından ele almak gerektiğini düşünüyorum.



Erenköy Yazıtı



MİTOLOJİ

Bizzat Yunan dini ve Yunan mitolojisi, Yunan öncesi uygarlığın Türkler tarafından Akdeniz havzasına getirilmiş olduğunu kanıtlayacak, en açık kanıtları içeren bir konudur. Eski Uygarlık derin surette dini biri uygarlık idi. Tabiata ve tabiatın doğurgan kudretine tapmaktan ibaret olan bu din, hemen bütün dünyaya yayılmıştı. Çevre ve yerin icap ve şartları ile kabilelerin lehçelerine göre aralarında ufak tefek bazı ayrılıklar ve zıtlıklar bulunmakla beraber, aynı esas ve kaynaktan gelen yaygın bir dindi ki mevcut semavî dinlere de esaslı bir surette tesir etmekten geri kalmamıştır. İşte bu dinî uygarlık, sınai ve zirai uygarlıkla uzun asırlar yan yana yaşamış ve bu uygarlığı meydana getiren ve kuran kavimler, milletler aracılığı ile dünyanın her tarafına yayılmıştı. En geniş şekilde Yunanistan’da hakim olan bu din, Yunanlılardan önceki kavmin yayıp sonra terk ettiği bir din olması itibariyle, bunun açıklaması bu kavimlerin gelenek ve köklerinin açıklanmasında çok etkili olacaktır.

İnançlar ve mezhepler, tabiatları gereği olarak hızlı değişimden uzaktır. Bir kere yerleştikten sonra yüzyılların değişimine karşı en çok karşı koyan, sabit ve değişmeden kalırlar. Binaenaleyh bu nedenlerden dolayı, bu konuda tarihinin en eski öğelerini elde etmek ve bu öğelerle dini yayan halkın ırkını tayin etmek mümkün olacaktır. Yunanca’da uygarlık ve sanata ilişkin olarak mevcut olan kelimelerin bu konuda büyük ve önemli bir kanıt teşkil edeceği şüphesiz olmakla beraber, incelemeye başlayacağımız mitoloji konusunun bunu, reddedilmesi ve inkârı kabil olmayan bir tarzda ispat edeceğini ümit ediyorum.

Şunu bilmeliyiz ki burada Yunan mitolojisi yazacak değiliz. Ancak Yunan mitolojisinde bir ilâhın rolünü ve karakterini şöylece özetledikten sonra, kökte, Türkçe ile denk düşen ve açıkça kökeninde olduğumuz görülen belli özelliklerinin altını çizmek ve bu mitolojideki ilâhların isimlerini ve bu suretle şimdiye kadar bütün bilimsel araştırmalara rağmen farkedilememiş olan anlamlarını belirtmek zorundayız.

Bunların ifade ettikleri sıfat ve fikirleri belirttikten sonra görülecektir ki bu mitolojide adı geçen bu ilâhların hemen istisnasız tamamı Türk ilâhlarıdır. Ve ancak klasik Yunan devrinde kelimelerin manası ve kökeni unutulmuş ve eski görüş, konunun esasını anlatmaktan uzaklaşmış olduğu için, ilâhların özelliklerinde bazı karışıklıklar meydana gelmiştir.


İlâhlar Ön-Türk kimliklerini muhafaza etmişlerdir

Sözkonusu ilâhlar, Türk ilâhı olmak üzere karakterlerini muhafaza etmişlerdir. Şimdi bu ilâhları görelim.


Yunan Mitolojisinin Özeti

Yunan Mitolojisi; erkek şeklinde düşündükleri göğü temsil eden URANUS ile kadın şeklinde düşündükleri, yeri temsil eden GEA’nın birleşmesi sonucunda başlar. Bu evlilikten tabiat üstü varlıklar olan Kiklops’lar, Tiran’lar ve Gigantos’lar doğar. Bunlar da erkekli dişili olduklarından, aralarında evlenmişler ve böylece mitolojik şahıslar meydana gelmiştir.

Uranos ile Gea’nın: Rea, Tithis, Thia ve Fivi adlarında dört kızları ile Kronos, Okeanos, İperion ve Kios adlarında dört oğulları olur. >Bunlardan toprağı temsil eden Kronos-Rea çifti; suyu temsil eden Okeanos-Tithis çifti; ateşi temsil eden İperian-Thia çifti çifti ile havayı temsil eden Kios-Fivi çifti kendi aralarında evlenirler.

Bunlardan İperian-Thia çiftinin iki oğlu olur. İki kardeşten İos fecrin; İlios da güneşin temsilcisi olarak kabul edilmişlerdir.

Okeanos-Tithis çiftinin de iki çocuğundan Niros deniz; İnaros da nehir Tanrılarıdır. Bu çiftin Nimfe ve Okeanid adlarındaki kızları da denizlerde dolaşan su perileridirler.

Kios-Fivi çiftinin de Lito adında bir kızları olur.

Şimdi de gelelim mitolojinin temelini teşkil eden Kronos ile Rea çiftine: Bunlar evlendikten sonra, Kronos’a, doğacak çocuklarından birinin kendisini tahttan indirerek yerine geçeceği mâlum olur. O da bundan sonra doğan çocuklarını yutmaya başlar. Bu duruma çok üzülen Rea, beş çocuğunun ardından altıncısı doğunca, bebek yerine bir taşı kundaklayarak Kronos’a verir, o da derhal yutar. Rea, bebeğini Knitis adasında saklayarak, su perilerinin gözetimi altında, keçi sütü ile beslenerek büyümesini sağlar. Bu şekilde gizlice büyütülen Zeus, delikanlılık çağına gelince, önce büyükannesi Gea’ya gider, onun sevgisini kazanarak yardımını sağlar. Sonra Kronos’a karşı isyan eder. Onu sıkıştırıp kusturarak, yuttuğu kardeşlerini kurtarır. Böylece iki taraf oluşur. Bunların aralarında çok kanlı bir savaş olur. Sonunda Zeus galip gelir. Babasını tahtından indirerek yerine geçer. Bundan sonra Olimpos’da yepyeni bir devir başlar. Bu devre "On iki Tanrı devri" denir. Bu on iki Tanrı şunlardır;

Zeus = Tanrılar Tanrısı
İra = Zeus’un kardeşi ve karısı, Evlilik Tanrıçası
Poseidon = Zeus’un kardeşi, Denizler Tanrısı
Adis = Zeus’un kardeşi, Ölüler Diyarı, Ahiret Tanrısı
Estia = Zeus’un kardeşi, Şevkat ve Muhabbet Tanrısı
Avis = Zeus’un oğlu, Savaş Tanrısı
Athena = Zeus’un kızı, Zekâ Tanrıçası
Apollon = Zeus’un oğlu, Kehanet ve Hakikat Tanrısı
Afrodit = Zeus’un kızı, Güzellik ve Hayat Tanrıçası
Ermis = Zeus’un oğlu, Ticaret Tanrıçası
Artemis = Zeus’un kızı, ay ve Av Tanrıçası
İfestos = Zeus’un oğlu, Ateş Tanrısı

Olimpos’ta oturan bu oniki Tanrıdan başka bir çok Tanrı daha vardır. Bunların babaları ise çoğunlukla çapkın biri olarak anlatılan Zeus’tur.




İLK İNSAN

Uranus ile Gea’nın çocuklarından Titan ‘Lapetos’un oğlu Premithus, amcasının oğlu olan Zeus’a biat ettiği için onun tarafından Zekâ ve Ateş Tanrısı olarak atanmıştır. İşte bu Premithovs, canının sıkıldığı boş bir zamanında çamurdan bir erkek modeli yaparaki semadan çaldığı ateşle onu canlandırmıştı. Bu yeni yaratığa Epimitheps adını koyarak dünyaya salar. Zeus, kendisinden habersiz olarak gökten ateşi çalarak ilk insanın yaratıldığını öğrenince çok müthiş sinirlenir. Mukaddes Ateş’i çalan Promethus’u yakalatarak Kaf (Kafkas) Dağlarının tepesinde zincire vurdurur.

Zeus bundan sonra, Epimithevs’e de bir ceza vermeyi düşünerek; İfestos’a onun başını ebediyyen belaya sokacak bir kadın yaptırır. Athena’ya da bu kadını her türlü zerafetle süslemesini emrettikten sonra; eline, içinde her türlü kötülüğün bulunduğu, göz alıcı motiflerle süslenmiş bir kutu vererek bu çeyiz sandığı ile yere gönderir.

Epimithevs yer yüzünde avare avare dolaşırken birden bir karşısında bu muhteşem kadını görünce derhal aşık olur. Saonunda evlenirler. Gerdek gecesi Pandora’nın getirdiği sandığı açarlar. Pandora’nın kutusu açılınca içindeki her türlü kötülük etrafa dağılır. Yalnız Zeus’un yanlışlıkla içine koyduğu ümit kalır. Böylece Epimithevs’e karısının çeyizi olarak sadece ümit kalır.


ZEŬS

Antik Mitolojiye göre Yunan panteonunun en büyük ilâhı olan Zeûs, Kronos’un; yani zamanın oğludur. Yüce dağ başları, onun yetişip büyüdüğü yerlerdir. İnsanlar Zeus’a mahsus ilk mabetlerini yüce dağ başlarında inşa ettiler. Attik’te, Arkadi’de, Teselya’da, Truva’da ulu dağların yüce zirvelerinde mabetler kurdular. Zeûs’un muhteşem sarayı, karlı dağların yüksek tepelerinde, bulutlarla komşu olarak bulunurdu. Oradan yıldırımlar saçar, gök gürlemeleri meydana getirir ve bereketli suları yeryüzüne saçardı. Bulutları toplayan, gökleri gürleten, yıldırımları saçan odur.

Zeûs, Hommer’de dünya havasının, bulutların, fırtınaların üstünde, 'esir tabakasında' (Ziya Uygur, Yunan Kültürünün Temelindeki Türk Uygarlığı; Töre Yayın Grubu; 2006 İstanbul) oturur. (Hommer) Bütün semavi ilâhlara hükmeder. Kendisi de bizzat en büyük göksel Tanrı’dır. Tepeleri ışık ve havayla dolu olan yüce dağ başları, esir tabakasına kadar yükselmiş göründüğü içindir ki, onun taht yeri olarak düşünülür ve bu itibarla 'Zeûs Akreyus' yani yukarı Zeûs namını alır (Jeberard, S. 54).

Mitolojide Zeûs âlemlerin, insanların, ilâhların hakimi olarak görünür. Bu iktidar ve azametiyle beraber akıllı ve tedbirlidir. Her şeyi bilir, her şeyi görür ve kainatta her şeye kaderin değişmez kanununa uygun olarak hükmeder. Bu kader gereçekte kendi iradesinin eseri ise de ondan asla sapmaz. Böylece 'diyos' eza unvanını alır. (Attik Kitabelerinin metni; C. 1 S. 12., C. 2, S. 77)


Zeûs Era’nın yani yeryüzü ilâhesinin eşidir.

Bu erkek ve dişi ilâhlar dağ başlarında birbirlerine yaklaşırlar ve bu yaklaşış neticesinde aşk coşkusu ve şiddetli arzu ile saçtığı yağmurlar yeryüzünü aşılar, ona çoğalma, doğurganlık kuvveti bolluk ve bereket verir. Bu yağmurlarla yeryüzü üzerinde bitkiler yetişir. Antik Mitolojide yeryüzünün Zeûs’a ürün yetiştirme ve hasadını borçlu olduğuna inanılırdı. Bundan dolayı Zeûs, Zeûs Ycavrigus, Zeûs Epikarpiyus unvanlarını alır. (Hommer) + (Velker, Yunan İlâhları, C. 2. S. 138)

Atina’da ve Yunanistan’ın birçok yerlerinde kuraklık hüküm sürmeye başladığı zaman, Zeus’a yağmur vermesi için dua ederlerdi. Akrapol’ün tepesinde, Erehatecyion civarında, olduğu düşünülen "kendisinden yağmur niyaz eden ‘yeâ’nın", yani yeryüzünün tasvir edildiği bir yer vardı. Bu suretle yağmur duasına çıkıldığı vakit, Zeûs İkmaeyus’e kurbanlar kesilirdi ve Atinalılar 'usan' diye niyazda bulunurlardı (Attik Kitâbelerinin Metni, C. 1, S. 12; C. 2, S. 27)

Her şeyde ve her yerde Zeûs’un hakimiyetinin hissedildiği düşünülürdü. Denizler üzerinde seferler yapan gemiciler, Zeûs Oriyus namıyla ona saygı gösterir ve dua etmeyi ihmal etmemeye özen gösterirlerdi (Hezikius) 'Zeûs Oriyus’a bilhassa Saragüza’da, Delos’ta ibadet edilirdi. Ve Karadeniz’in girişinde ünlü bir mabedi vardı (Pozanyas S. 7)

Zeûs’a ilâhların en büyüğü olduğu için saygı gösteriliyordu. Yeryüzündeki kralların da onun temsilcisi olduğu düşünülürdü. Bu görüş Çin Mitolojisinde de aynı şekilde korunmuştur. Şöyle ki Çin İmpratorları kendilerine 'gök', 'göğün oğlu' sıfatlarını yakıştırmışlar ve onlara bu sıfatlarla hitap edilmiştir. (Bkz. Eduard Chavannes; "Çin Kaynaklarına Göre, Doğu Türkleri Tarihi" Çev. Metin Sirman; Töre Yayın Grubu; 2006 İstanbul )


'Zeûs, Teleiyus' unvanıyla evlilik bağının kutsallığını korurdu.

Antik Mitolojide Zeûs, Yunanlıların güçlerini arttırmak için düzenledikleri Jimnastik oyunlarının da koruyucusu idi ve bunun kurucusu olarak düşünülürdü.

Zeûs konfederasyonların da hamisi idi. Ona bu sıfatını belirlemek için de 'Beutide umulueyus' unvanıyla tapılırdı, dostluk anlaşmasının delegeleri Eğyon’da, 'Zeûs ev magirbiyas' (Hommer, Ddisia, 175-176) mâbedinde toplanırlardı. Çünkü Agamennon, Turue muharebelerine başlamadan evvel Yunan kabile başkanlarını orada toplamıştı (Pozanyas; S. 7, 24 ; Strabon S. 3, 7, 8. vs.).

'Zeûs polies', 'Zeûs Boleyus' unvanlarıyla Bolilerin, yani şehirlerin hamisi idi. 'Zeûs Ağore Eyus' unvanıyle Agoraları himaye ederdi (Ena, Kurtis; Die Stadt-gesey. S. 40)

Orkius unvanıyla yeminlerin hamisi idi. Yemininde durmayan, yerine getirmeyenler hakkında intikamının korkunç olduğu düşünülürdü. (Pozanyas. S. 9, 24) Bu sıfatla resim mozaik, fresk ve heykellerinde, iki elinde yıldırım olarak tasvir edilirdi. Hesiod’a göre Olemp ilâhları bile yeminlerinde kaypak oldukları vakit, tam bir sene zarfında hareketsiz olarak sürünmeye mahkum edilirlerdi. Taahhütlerin tutulmasının, tarla sınırlarının sözleşmelere uygun kalmasının hamisi olarak 'oriyus' denilirdi (Eflatun bundan bahsetmiş olduğu gibi Hırsuna, yani Gelibolu Yarımadasında bir hudut taşına yazılmış olan epigramm da bunu teyid eder)

Anadolu’da 'Dikaiyus', 'Uziyus Dikaiyus' (Boltan; de Kursiondas Helenik; S. 55, 105) ‘Iskarus’ (İster’de bulunan bir kitâbe) unvanlarıyla ibadet edilirdi. Zeûs’a Meuoni’de 'Zeûs Buruntun',Bitini’de 'Seyrgastius' denilirdi (Teuyis eles).

Labranda kültünde, Milas’ta ise ona 'Zeûs Uzoğus' unvanıyla tapılıyordu ki bu unvanı onun ileride göreceğimiz belirgin özelliğini anlatır.

Bu unvanlar ve bu vasıflara sahip olan Zeûs ismini, Yunanlılar kelime anlamı olarak, 'zin' 'yaşamak' kelimesine bağlıyorlardı. 20. yüzyılın başında yaşamış etimologlar, İtalyanca 'die', Sanskritçe 'dieus', 'divas' kelimelerini bir varsayımdan yola çıkarak >b>'demon' yani ışık kelimesine bağlamaya çalıştılar. Fakat bütün çabaları ve dahiyane açıklama ve izahları boşa gitti, hiç kimseyi ikna edecek kuvvet bulamadılar.


Yunan ilâhları Türkçe isim taşımaktadırlar

İlerde görüleceği üzere bütün Yunan ilâhları Türkçe isim taşımaktadırlar. Ziya Uygur 1923 yılında yayınlanmış olan "Yunandan Önce Türk Medeniyeti" adlı eserinde; "Bu ilâhların isimlerini Türkçe’de tamamen bulmuş ve bunların en eski zamanlarda Türk ilâhları olduklarını görmekte olduğu halde, Zeûs kelimesinin manasını bir türlü keşfedememiştim. Yunan ilâhları içinde isminin manasını en son anladığım Zeûs olmuştur. Diğer ilâhların Türkçe isim taşımakta olmasına bakarak bu kelimenin de Türkçe olduğuna hiç şüphe etmiyordum. Fakat uzun seneler bunun kökenini araştırmakla meşgul olduğum ve kendi kendime bir çok açıklama ve yorum geliştirdiğim halde, hiç birisi fikrimi tatmine kafi gelmiyordu. Çünkü zikrettiğimiz bütün vasıflarına bakarak Zeûs, göğü temsil eden bir ilâhtı, halbuki Türkçe "gök" kelimesiyle "Zeûs" kelimesi arasında yapı ve gelişim itibariyle hiçbir ilişki mevcut değildi. Nihayet "eliyos" kelimesinin araştırılmasında Arapların Ellat mabudunun, ileride görüleceği gibi Türk kökenli bir mabut olduğuna dikkat ettikten sonra Arapların 'uzza' mabudu nazarı dikkatimi çekti. O zaman 'uzza' kelimesinin, 'gök'ün vasıflarından olarak daima beraber söylenen ‘üze’ kelimesinden ibaret olacağı ansızın aklıma geldi. Çünkü Türkler, 'Gök İlâhı'nı anarken münferit olarak gök demezler, "Üze Gök" derler (Orhun Kitâbeleri)" şeklinde bir görüşü şiddetle savunuyordu.

13 Nisan 2007 Cuma

"TUR" Nedir? "TURK/TÜRK" Kime denir?

"Kimlik" konusu sık sık gündeme gelir ve tartışılır. Ama tam olarak konuyu aydınlatıcı "cuk oturdu" denecek bir ıklama yapan olmadı henüz. Çünkü, konu kısır döngü içerisinde ıklanmaktadır. Bana göre "Türk" kelimesini ıklamadan, "Türk kimliği ve ötekilerden" bahsedilemez. Peki Türk nedir? Türkanlaya bilmek için öncelikle "TUR" kelimesinden başlamak gerek. Türklerin İslamiyeti kabul etmeden önceki dininin adı yaygın inanışa göre Şamanizm değildi. Evet Şaman diye bir kişilik vardı ama bu sadece Sibirya Türkleri'nden olan Tunguzlar'da Şaman adını almaktadır. Şaman diye bir kişiliğin olması; O, insanların dinlerinin adının Şamanizm olması anlamına gelmez. Diğer Türk topluluklarında Kam veya Kaman adını almakta idi. Şimdi, "farketmez o zaman o boylarda da Kamizm veya Kamanizm deriz" mi denecek? Böyle düşünülürse biraz saçma olmaz mı? Geçelim. Ayrıca; Kam, Kaman veya Şaman denen kişilikler din adamı değil, daha çok tıp adamı idiler. Batı dünyasının şimdilerde öğrendiği kendilerinin de bir şekilde uygulamaya çalıştığı, müzikle tedavi yöntemini uygulayan biyoenerjistlerdi. Bunlar daha çok halk sağlığı uzmanları, biyoenerji yayıcı, halk sağlığı önderleri, saygın kişilerdi. Yani Batılıların anladığı türden bir din adamı değillerdi. Batılı bilim adamları, "kötü ruhları kovma" falan kelimelerini duyunca ve (kendilerince anlaşılması zor ve garip hareketler yapan) bu kişilere hemen büyücü veya din adamı şablonunu yapıştırı vermişler. Bu batılı bilim adamları (yani onlara Türkolog da deniyor) kendileri yanıldılar ve tüm onları kopyalayan ve takip edenleri de yanılttılar.
Doğudaki inanç sistemlerinde insanlarla Tanrı arasında günahlarını affettirici bir aracı kişi yoktur. Bu tür yaklaşımlar Hristiyan batı dünyasında vardır. Bu araştırmaları yapan ve ilk yazıları yazan kişilerin Hristiyan bir yaklaşımla (ön yargılı olarak) konuyu değerlendirmesi işi çok karmaşık ve anlaşılmaz hale getirmiştir.
"İZM"ler Dinmidir?
Gelelim 'izm olayına! 'izm ne demek? Bir şey izm olursa, din olur mu? Mesela; Komünizm, Faşizm, Kemalizm, Liberalizm, Nasyonalizm... Bunlar din midir? Din ise izm' in işi ne ? İşi olamaz. Yani ŞAMAN vardı ama, Şaman bir din adamı değildi. Kaldıki, din adamı olsa bile, dininin ismi Şamanizm olamaz.
Gelin sizinle bir mantık yürütelim.
Yani şimdi, uzaydan birileri gelseler, cemaattan farklı giyinen bizim din adamlarımızı görseler ve "sen kimsin?" deseler, o da; ben İmamım dese, imamın dinin adı İmamizm mi olacak?
Bu kadar saçma birşey olabilir mi?
Ne kadar düşünmeden ve işleri karmaşık hale getiriyoruz, görüyorsunuz değil mi? Acaba Hz. Musa'nın dininin adı neydi dersiniz?
Neyse... Biraz düşünün bakalım!
"TUR" İnancı
Türkler, İslamiyet'ten önce Şaman değillerdi. Bu anlaşıldı her halde.
Şimdi gelelim Gök Tanrı/KökTengri Dini hikayesine. Türkler Gök Tanrı'ya da Yer Tanrı'ya da, hatta Deniz ve Dağ tanrısına da inanıyordu. Böyle çok tanrılı bir dinleri vardı. Göktekildız kümelerini bile tanrı olarak algılıyor onların yeryüzündeki temsilcileri olduklarına inanıyorlardı. Altay dağları çevresinde yaşayan halkların ortak bir dini inançları vardı. Ama bu inançlarının ismi yoktu. Şu din, bu din denmiyordu. İnsanlar sadece inanıyorlardı ve de üç aşağı beş yukarı ortak bir inanç kültürü oluşturmuşlardı. Bu inançlar herşeylerini etkiliyordu. Öyle ki; bu inanç sistemi toplumun her alanına nüfuz ederek, dillerini, davranışlarını, ilişkilerini, savaşlarını, düğünlerini, aile ve ev hayatını kısaca yaşantısını etkileyen en önemli etmen dini inançlarıydı. Bozkırda yaşayan insanlar "Avcı- toplayıcı", yerleşik hayatı seçen ve toprakla uğraşanlar ise "Tarımcı" bir toplum oluşturdular. Yerleşik hayatı seçenler sabit mekanlar, evler saraylar bağlar, bahçeler, yollar yaparken sanata ve kültüre bilgiye önem vererek gelişmeci bir hayat sürerken, kırsaldaki, bozkırdaki insanlar ise daha hareketli daha savaşçı, saldırgen ve yağmacı bir hayatı benimsediler. Her iki hayatı seçenler de aslında yine dini inançlarının dışında başka birşey düşünmediler. hep dindar yaşadılar. Dinlerinin dediğini yerine getirmeye çalıştılar. Avcı- toplayıcı hayatı seçenler "Üçok" idiler, yerleşik hayatı seçenler ise; "Bozok" idiler. Başka birşey değildi.
Bizi biz yapan değerleri İslamiyet'i seçtikten sonra da yaşatmaya devam etmekteyiz. Yani "Üçoklar", "Bozoklar" tarihin derinliklerinde kalmadı. Bizler hala hem "Üçok", hemde "Bozok"uz.
Bunu şanlı Albayrağımız'da da görmek mümkün. Üçoklar'ın sembolü; yıldız, Bozok'ların sembolü ise Ay idi. Yani hilal idi. Ama Göktürkler'den beri ise hep birlikte kullanılmaya çalışılmıştır (Göktürk paralarında olduğu gibi).
Eski Altayik kökenli halklar evrenin bir döngü içerisinde olduğuna inanıyorlardı. Mevsimleri oluşturan dünyanın döngüsü aynı zamanda geceyi göündüzü de oluşturuyordu. Öyle bir döngüydü ki hayat akıp gidiyor içindekiler dolup boşalıyor ve kainat hala bir döngü içerisindeydi. Bir güç vardı bu işleri yapan. Bu güç öyle bir güçtü ki, herşey sonlanabiliyorken o hala duruyordu. Bu güç herşeye kaadir ve kücü yetiyordu. İşte bu güç "TUR" idi. Tur gök yüzünde cisimleşmiş görünen dünyada "GÜNEŞ"le kişileşmiş, sembolleşmişti. Onun için Güneş "Tur"u temsil ediyordu. Orta Asya'da, Altaylar'da "TUR". Daha berilerde İran'da, "Par-Nar" olarak adlandırılıyor ve Ateş olarak algılanıp öylece kutsanıyor. Daha berilerde Mezopotamya'da, Sümerler'de ve onların torunları olan Akad ve Samiler-Araplar'da ise "NUR" şeklinde algılanıp adlandırılıyor. Bu kelimeler farklı söylenen ama aynı şeyi içeren kelimelerdi. Yani, eşanlamlı kelimelerdi. Dağlar Kutsal sayılıyordu. Onun için Hz. Musa "TUR DAĞI"na, Hz. Muhammed "NUR DAĞI"ndaki Hıra mağrasında ibadete çekildiler. TUR ; Tanrı, Din anlamına geliyor. TUR/K ise Tanrı'ya inanan, dindar kişi anlamına geliyor. Oradaki "K" harfi, Kiji/Kişi'nin "K"sı. Tanrılaşmış, arık can olmuş, Tanrı gibi yüksek değerlere ulaşmış, Güç ve kuvvet sahibi kişi anlamına gelen yeni bir kelime üretilmiş.
İşte Tur'dan belagat sanatıyla üretilmiş yeni kelimenin adı: TURK.
TURK, siyasi bir kimlik değildir. Daha çok, dini bir kimliktir.Tur kelimesi Nur kelimesiyle eşanlamlı olduğuna göre "NURKişi" anlamına da gelmektedir. TUR'un somutlaştırılması ile GÜNEŞ, Tanrı'nın NUR'u olarak görünen dünyada en belirgin sıfatı oldu. Onun için GÜNEŞ ve YILDIZ'lar, TUR'un bir parçasıdır, Tanrı'yıda temsil eder. Çok büyük bir kutsiyeti vardır. Onun için Türk'ün ülkesi , Vatanı: TURAN'dır.

"TURAN" neresi?
"Vatan, ne Türkiye'dir, Türklere; ne de Türkistan.
Vatan, müebbed bir ülkedir:TURAN"
diyor Ziya GÖKALP.

Oradaki "AN" yer bildiren bir takıdır. Yani Tur'un kapladığı, güneşin aydınlattığı her yer, Göğün (gök yüzü) kucakladığı her yer Türk'ün emrinde. Türk'ün emin olarak vatan dediği yerdir. Gök yüzü de kutsiyet ifade ediyor. Çünkü döngü, tur, gerçekte daha çok gökyüzünü içeriyor. Yeryüzü muazzam. Ama, daha muazzam şey gökyüzü. O zaman o daha büyük kutsiyete sahiptir.