Posted: 09 Oct 2010 12:56 PM PDT
Dil iletişim aracıdır. Bireylerin birarda yaşamların sağlayan en etkin araçtır dil.
Sevgimizi de onunla ifade ederiz, öfkemizi de küfrümüzü de.. Amacımıza göre, dile anlam veren sözcükleri seçeriz.. Her ses bir anlam ifade etmez. Her anlamlı söz de, tek başına meram anlatmaz.. Merama göre doğru sözcük seçimi, iletişimi anlamlı kılan en etkin faktördür. Yoksa, anlamlı sözcükleri rasgele kullanmakla da, cümle anlam kazanmış olmaz!.. Bu meramın anlatımı değil, s a ç m a l a m a k t ı r!...
Doğru ve dürüst iletişim, doğru sözü doğru yerde kullanıp, doğru sıralamayla yapılır.
Ya, peki; sözcükleri, gerçek anlamları dışına çekerek, kasıtlı olarak çarpıtmak nedir!? Sadece bir e r d e m s i z l i k mi!?
Hele bu çarpıtma, bireylerin duyguları istismar edilerek, halkın, aldatılıp kandırılması, kurulan ve kurgulanan karanlık sömürü düzeninin sürdürülmesi için ardniyetle yapılıyorsa!..
Bilerek ve isteyerek yapılan, bu istismarcı, bu yalancı, bu soysuz eylemin karşılığını, sadece a h l a k yoksunluğuyla ve ‘s a p k ı n l ı k’la ifade etmek yeterlimidir acaba!?..
Üzücü olanı şudur ki; toplumsal erdemi, siyasal olgunluğu, vicdani kanaatleri rahatsız eden, her tekrarında insanın içini acıtan, anlam saptırmaları, songünlerde toplumumuzda iyice yaygınlaştı.. Tek elden yönetilen bir merkezin eseri gibi!..
Seçilen sözcükler ayni, savunma gerekçeleri aynı, suçlama gerekçeleri aynı!.. Ellerine tutuşturulmuş bir yazılı metinden okur gibi...
Kuyruktan kumandalılar sanki!.. Kuyruklarına basıldıkça ayni sözcüklerle benzer yaygarayı koparmaktalar!..
Ö z g ü r l ü k!..; v e s a y e t!..; s t a t ü k o!..
Kanal kanal koşturanlar, köşe köşe dizilip köşe kapmaca oynayanlar, buldukları postu vicdanlarına kalkan yapanlar, güneşi balçıkla sıvamayı asli görev bilenler, tarihin kara sayfalarında yerleri şimdiden ayrılmış olanlar, ülkenin geçmişi ile hesapları olanlar, mütareke basınından arta kalanlar, onlarında önünde yer alma yarışına girenler, mahkemeleri, kendilerine mülk edinmek için kadılığa soyunanlar, yağma hasanın böreğinden pay kapmak için akbabalar gibi tepede, süzüm süzüm süzülenler, Geçmişin faşizminden, hesap sormak dümeniyle duyguları istismardan çekinmeyenler, gittikleri heryerde, sahte gözyaşları ile tarihi bile istismar edip, keyiflerince çadır kuranlar, yandaşlar, paydaşlar, liboşlar... ve bilcümle çanakçılar, yıkama, yağlama ve yalamacılar.. has elemanlar olarak koroda almışlar yerlerini!..
Çığlık çığlığa yek avaz!... ö z g ü r l ü k!... v e s a y e t!... s t a t ü k o!...
Dillerden düşürülmeyen, o yoluna kurbanlar olunası terim, ö z g ü r l ü k ; Atatürkün, “karakterimdir” dediği ö z g ü r l ü k... Hür olma, başkasının kulu kölesi olmama anlamındaki özgürlük!.. küçüldü, küçüldü... de ne hallere düştü!..
Biada tabi olmama da vardı bu kavramının içinde... Zorlama ve dayatma nereden gelirse gelsin, bireysel hür iradenin ve aklın komutu dışındaki emirlerle hareket etmemekte!...
Hepsi unutuldu!.. Aslında unutulmadı, çarpıtıldı!.. Ey siyaset sen ne kirlisin!..
Ey özgürlük!.. Sen utanma!.. Zorla ırzına geçilen kirlenmiş olmaz!.. Senin safiyetin adında, gerçek anlamında gizli!.Ülke çapında büyüdüğünde senin adın tam bağımsızlık!.
Elbette; özgürlük haktır!.. insanlık hakkıdır, özgürlüklerin çiğnenmesi ise insanlık suçudur!.. Özgürlükleri kısıtlayan, yok sayan rejimlerin adı da faşizmdir.
Her ne kadar, özgürlük kavramı özünde bireyselliği ifade etse de, toplumsal yönünün de gözardı edilemiyeceği kesindir.. Haklar gibi özgürlükler de sınırlıdır. Hakların da, özgürlüklerin de sınırlarını toplumsal yasalar koyar. Her sistem, her rejim, kendisini ve diğer toplum bireylerini koruma adına yapar bu sınırlandırmayı..
Yasal sınırlamalara rağmen, yasaların arkasından dolanıp, ucuz kahramanlık puanları toplamaya çalışanlar, er-geç bu yasa tanımazlığın hesabını vermelidirler!..
Tarih, bunun acı örnekleriyle doludur. İbret bunun için vardır!. Kurallarını toplum koyar, kişiler uyar!.. ‘Uymak’la, ‘biad etmek’ arasındaki en önemli fark da budur işte.
Kavramı çarpıtarak, ülkenin laik sistemine, ulusal bütünlüğüne ve devleti devlet yapan temel kurumlarına saldırmayı, özgürlük saymak gafletin ötesinde ahlaksızlıktır, sapkınlıktır!.
Hele, “özgürlürleşme” yalanıyla özgürlükleri, saltanat heveslisi cemaat cellatlarına teslim etmek, sapkınlığın da ötesinde hainliktir!..
V e s a y e t kavramına gelince;aklını kullanamayan, veya kullanamadığı varsayılan birinin karar vermesini engelleyip, onun yerine karar vermektir vesayet. Vesayet öncelikle iradeyi ortadan kaldırır. İradenin olmadığı yerde, vesayetin kullanımı, insafa terkedilmiş demektir!.. İşte tam da bu noktada, başta siyaset olmak üzere istismara açıktır vesayetin kullanımı!.. Başta, emir komuta gereği inip kalkan pamaklar neyin ve kimin vesayeti altında olduklarının bilincine varmadan ve bundan kurtulmadan halkın ve hür iradenin temsilcisi olduklarına kimseyi inandıramazlar!.. Önce vesayetin gerçek anlamını öğrenmeleri şarttır!..
Zaten”özgürlük” korosu görevde..emre amade!..Yek avaz!.”Özgürlük, vesayet, statüko!”
“V e s a y e t rejimine son!..” Yetmez!.. Bas yaygarayı, devam ettir sloganı...
“Vurun mührü, v e s a y e t i n beline beline!...”
Beli kırılmak istenen ilk “vasi”; ülkenin temel kurucu gücü TSK!..
İktidar destekli irade beyanı ile, vesayeti yıkma adına, orduyu, iktidardaki siyasetin tahakkümü altına alıp, yeni “vasi” yaratma amaçlanıyorsa, amaç sahipleri ahlaklı mıdır?
Beli kırılmak istenen diğer vesayet ile,“üstünlerin hukuku yerine, hukukun üstünlüğünü hakim kılma”söylemiyle, hukuku siyasetin vesayetine sokma amaçlanıyorsa bu ahlaki midir?
Hele, o siyast kurumu, cumhuriyetin kuruluş felsefesini kabullenme konusunda toplumda azımsanmıyacak kuşkuların odağı olmuş ve bu durumu yüce mahkemece tescillenmişse!..
Gelelim Statüko ve statükoculuk saptırmasına!.. Statüko, süregelen bir durumu, olduğu gibi kabul etmek ve bunu korumak anlamına gelir. Statükonun özünde, çağdaşlıktan uzaklık, gelişmelere ve değişimlere kapalılık, tutuculuk yani muhafazakarlık vardır...
Siyasette dini ön planda tutan, ve bu durumu yüce mahkemece tescillenmiş muhafazakar kimlikli partilere tam yakışan sıfattır bu!..
Ne var ki; siyasette, itibarsızlaştırma amaçlı kullanılan bu terim de tıpkı diğerleri gibi anlamca saptırılmakta... Özellikle de, kendilerini dindar ve muhafazakar ilan edenler tarafından!.. Garip ve şaşırtıcı olanı da budur işin.
Devletin temel ilkelerini, ulusal bütünlüğünü, laik yapısını, cumhuriyetini, anayasanın değiştirilemez ilkelerini canı pahasına savundukları için statükocu ilan edilen parti, kurum ve kişilerin, toplum nazarındaki saygınlıklarını kırmak için yapılan bu çirkin saptırma, ahlaki midir!.. Akıl, izan ve vicdan sahibi birisinin “yek avaz” korosunda yer alması mümkün mü!?
Cumhuriyeti ve ülkenin bekasını tehlikeye sokacak düşünce ve eylemler, değişimcilik ve ilericilik ise, hainlik nedir!?
Ne yazık ki; bazı aydın(!)lar, ekranlarda sürekli boy gösterip, terimlerin gerçek anlamlarını saptırmayı ve halkı da buna göre şartlandırmayı görev olarak üstlenmişler!.. Türkiye Cumhuriyeti’nin, kuruluş felsefesinin hedef alındığını görmeyecek kadar aymazlık içinde olmak... kabul edilebilir mi!? Böyle aydın olabilir mi!?
İnsana kıyan katil; ülkeye kıyan haindir!.. Herikisi de büyük suçtur.
İkisi de, demokratik bir hukuk devletinde en büyük cezayı görür.. Ancak, hangisi daha büyük suçtur, kararı vicdanlar versin!..
Mehmet Halil ArıkEmekli eğitimci – DENİZLİ
Sevgimizi de onunla ifade ederiz, öfkemizi de küfrümüzü de.. Amacımıza göre, dile anlam veren sözcükleri seçeriz.. Her ses bir anlam ifade etmez. Her anlamlı söz de, tek başına meram anlatmaz.. Merama göre doğru sözcük seçimi, iletişimi anlamlı kılan en etkin faktördür. Yoksa, anlamlı sözcükleri rasgele kullanmakla da, cümle anlam kazanmış olmaz!.. Bu meramın anlatımı değil, s a ç m a l a m a k t ı r!...
Doğru ve dürüst iletişim, doğru sözü doğru yerde kullanıp, doğru sıralamayla yapılır.
Ya, peki; sözcükleri, gerçek anlamları dışına çekerek, kasıtlı olarak çarpıtmak nedir!? Sadece bir e r d e m s i z l i k mi!?
Hele bu çarpıtma, bireylerin duyguları istismar edilerek, halkın, aldatılıp kandırılması, kurulan ve kurgulanan karanlık sömürü düzeninin sürdürülmesi için ardniyetle yapılıyorsa!..
Bilerek ve isteyerek yapılan, bu istismarcı, bu yalancı, bu soysuz eylemin karşılığını, sadece a h l a k yoksunluğuyla ve ‘s a p k ı n l ı k’la ifade etmek yeterlimidir acaba!?..
Üzücü olanı şudur ki; toplumsal erdemi, siyasal olgunluğu, vicdani kanaatleri rahatsız eden, her tekrarında insanın içini acıtan, anlam saptırmaları, songünlerde toplumumuzda iyice yaygınlaştı.. Tek elden yönetilen bir merkezin eseri gibi!..
Seçilen sözcükler ayni, savunma gerekçeleri aynı, suçlama gerekçeleri aynı!.. Ellerine tutuşturulmuş bir yazılı metinden okur gibi...
Kuyruktan kumandalılar sanki!.. Kuyruklarına basıldıkça ayni sözcüklerle benzer yaygarayı koparmaktalar!..
Ö z g ü r l ü k!..; v e s a y e t!..; s t a t ü k o!..
Kanal kanal koşturanlar, köşe köşe dizilip köşe kapmaca oynayanlar, buldukları postu vicdanlarına kalkan yapanlar, güneşi balçıkla sıvamayı asli görev bilenler, tarihin kara sayfalarında yerleri şimdiden ayrılmış olanlar, ülkenin geçmişi ile hesapları olanlar, mütareke basınından arta kalanlar, onlarında önünde yer alma yarışına girenler, mahkemeleri, kendilerine mülk edinmek için kadılığa soyunanlar, yağma hasanın böreğinden pay kapmak için akbabalar gibi tepede, süzüm süzüm süzülenler, Geçmişin faşizminden, hesap sormak dümeniyle duyguları istismardan çekinmeyenler, gittikleri heryerde, sahte gözyaşları ile tarihi bile istismar edip, keyiflerince çadır kuranlar, yandaşlar, paydaşlar, liboşlar... ve bilcümle çanakçılar, yıkama, yağlama ve yalamacılar.. has elemanlar olarak koroda almışlar yerlerini!..
Çığlık çığlığa yek avaz!... ö z g ü r l ü k!... v e s a y e t!... s t a t ü k o!...
Dillerden düşürülmeyen, o yoluna kurbanlar olunası terim, ö z g ü r l ü k ; Atatürkün, “karakterimdir” dediği ö z g ü r l ü k... Hür olma, başkasının kulu kölesi olmama anlamındaki özgürlük!.. küçüldü, küçüldü... de ne hallere düştü!..
Biada tabi olmama da vardı bu kavramının içinde... Zorlama ve dayatma nereden gelirse gelsin, bireysel hür iradenin ve aklın komutu dışındaki emirlerle hareket etmemekte!...
Hepsi unutuldu!.. Aslında unutulmadı, çarpıtıldı!.. Ey siyaset sen ne kirlisin!..
Ey özgürlük!.. Sen utanma!.. Zorla ırzına geçilen kirlenmiş olmaz!.. Senin safiyetin adında, gerçek anlamında gizli!.Ülke çapında büyüdüğünde senin adın tam bağımsızlık!.
Elbette; özgürlük haktır!.. insanlık hakkıdır, özgürlüklerin çiğnenmesi ise insanlık suçudur!.. Özgürlükleri kısıtlayan, yok sayan rejimlerin adı da faşizmdir.
Her ne kadar, özgürlük kavramı özünde bireyselliği ifade etse de, toplumsal yönünün de gözardı edilemiyeceği kesindir.. Haklar gibi özgürlükler de sınırlıdır. Hakların da, özgürlüklerin de sınırlarını toplumsal yasalar koyar. Her sistem, her rejim, kendisini ve diğer toplum bireylerini koruma adına yapar bu sınırlandırmayı..
Yasal sınırlamalara rağmen, yasaların arkasından dolanıp, ucuz kahramanlık puanları toplamaya çalışanlar, er-geç bu yasa tanımazlığın hesabını vermelidirler!..
Tarih, bunun acı örnekleriyle doludur. İbret bunun için vardır!. Kurallarını toplum koyar, kişiler uyar!.. ‘Uymak’la, ‘biad etmek’ arasındaki en önemli fark da budur işte.
Kavramı çarpıtarak, ülkenin laik sistemine, ulusal bütünlüğüne ve devleti devlet yapan temel kurumlarına saldırmayı, özgürlük saymak gafletin ötesinde ahlaksızlıktır, sapkınlıktır!.
Hele, “özgürlürleşme” yalanıyla özgürlükleri, saltanat heveslisi cemaat cellatlarına teslim etmek, sapkınlığın da ötesinde hainliktir!..
V e s a y e t kavramına gelince;aklını kullanamayan, veya kullanamadığı varsayılan birinin karar vermesini engelleyip, onun yerine karar vermektir vesayet. Vesayet öncelikle iradeyi ortadan kaldırır. İradenin olmadığı yerde, vesayetin kullanımı, insafa terkedilmiş demektir!.. İşte tam da bu noktada, başta siyaset olmak üzere istismara açıktır vesayetin kullanımı!.. Başta, emir komuta gereği inip kalkan pamaklar neyin ve kimin vesayeti altında olduklarının bilincine varmadan ve bundan kurtulmadan halkın ve hür iradenin temsilcisi olduklarına kimseyi inandıramazlar!.. Önce vesayetin gerçek anlamını öğrenmeleri şarttır!..
Zaten”özgürlük” korosu görevde..emre amade!..Yek avaz!.”Özgürlük, vesayet, statüko!”
“V e s a y e t rejimine son!..” Yetmez!.. Bas yaygarayı, devam ettir sloganı...
“Vurun mührü, v e s a y e t i n beline beline!...”
Beli kırılmak istenen ilk “vasi”; ülkenin temel kurucu gücü TSK!..
İktidar destekli irade beyanı ile, vesayeti yıkma adına, orduyu, iktidardaki siyasetin tahakkümü altına alıp, yeni “vasi” yaratma amaçlanıyorsa, amaç sahipleri ahlaklı mıdır?
Beli kırılmak istenen diğer vesayet ile,“üstünlerin hukuku yerine, hukukun üstünlüğünü hakim kılma”söylemiyle, hukuku siyasetin vesayetine sokma amaçlanıyorsa bu ahlaki midir?
Hele, o siyast kurumu, cumhuriyetin kuruluş felsefesini kabullenme konusunda toplumda azımsanmıyacak kuşkuların odağı olmuş ve bu durumu yüce mahkemece tescillenmişse!..
Gelelim Statüko ve statükoculuk saptırmasına!.. Statüko, süregelen bir durumu, olduğu gibi kabul etmek ve bunu korumak anlamına gelir. Statükonun özünde, çağdaşlıktan uzaklık, gelişmelere ve değişimlere kapalılık, tutuculuk yani muhafazakarlık vardır...
Siyasette dini ön planda tutan, ve bu durumu yüce mahkemece tescillenmiş muhafazakar kimlikli partilere tam yakışan sıfattır bu!..
Ne var ki; siyasette, itibarsızlaştırma amaçlı kullanılan bu terim de tıpkı diğerleri gibi anlamca saptırılmakta... Özellikle de, kendilerini dindar ve muhafazakar ilan edenler tarafından!.. Garip ve şaşırtıcı olanı da budur işin.
Devletin temel ilkelerini, ulusal bütünlüğünü, laik yapısını, cumhuriyetini, anayasanın değiştirilemez ilkelerini canı pahasına savundukları için statükocu ilan edilen parti, kurum ve kişilerin, toplum nazarındaki saygınlıklarını kırmak için yapılan bu çirkin saptırma, ahlaki midir!.. Akıl, izan ve vicdan sahibi birisinin “yek avaz” korosunda yer alması mümkün mü!?
Cumhuriyeti ve ülkenin bekasını tehlikeye sokacak düşünce ve eylemler, değişimcilik ve ilericilik ise, hainlik nedir!?
Ne yazık ki; bazı aydın(!)lar, ekranlarda sürekli boy gösterip, terimlerin gerçek anlamlarını saptırmayı ve halkı da buna göre şartlandırmayı görev olarak üstlenmişler!.. Türkiye Cumhuriyeti’nin, kuruluş felsefesinin hedef alındığını görmeyecek kadar aymazlık içinde olmak... kabul edilebilir mi!? Böyle aydın olabilir mi!?
İnsana kıyan katil; ülkeye kıyan haindir!.. Herikisi de büyük suçtur.
İkisi de, demokratik bir hukuk devletinde en büyük cezayı görür.. Ancak, hangisi daha büyük suçtur, kararı vicdanlar versin!..
Mehmet Halil ArıkEmekli eğitimci – DENİZLİ