Sayfalar

6 Temmuz 2008 Pazar

Roger Garaudy (Reca Carudi)



Roger Garaudy (Reca Carudi)
Yarım asırdan fazla süren bir araştırma devresinden sonra, 1981'de 68.yaşında Müslüman oldu. 1913'de Marsilya'da doğdu. Dinsiz bir ailenin çocuğuydu. Fakat o, "Protestan Gençlik Teşkilatı"nın başkanlığını yapmış, aynı yıllarda (1933) Fransız Komünist Partisi'ne de üye olmuştu.
1956'da Komünist Partisi Siyasî Büro Şefi oldu. Marksist Araştırma ve İncelemeler Enstitüsü'nün Müdürlüğünü yaptı. Marksist felsefeyi çeşitli yönleriyle araştıran çok sayıda eserler yayınladı.
Çalışmaları ve fikirleriyle büyük alaka çekti ve dünyanın en önemli düşünürleri arasında adı geçmeye başladı. Ancak 1968'de Rusya'nın Çekoslovakya'yı işgaline karşı çıktı. Hem Rusları, hem de Fransız Komünist Partisi'ni tenkit eden yayınlar yaptı. Rus komünistlerine şöyle diyordu:
"Fransa'da kurmak istediğimiz sosyalizm, sizin Çekoslovakya'da zorla kabul ettirmek istediğiniz sosyalizm değildir."
Bu düşünceleri onun Fransız Komünist Partisi'nden atılmasına sebep oldu (1970). Oysa ki, o yıllara kadar politikanın içindeydi ve yıllarca milletvekili ve senatör olarak kalmıştı. Hatta, tek başına girdiği Cumhurbaşkanlığı seçiminde, yüzbinlerce kişinin oyunu almıştı. Politik hayatının bitmesi onu araştırmalannda ve fikrî inkişafında hızlandırdı. Batı Medeniyetinin problemlerini, insanın geleceğin! ve Üçüncü dünyanın mes'elelerini araştırmaya koyuldu. Bu dönemde yazdığı Yaşayanlara Çağrı isimli eserinde özetle şu fikirler vardı:
"Bugün bizler öyle bir mecraya girdik ki, sistemimlzin bütün gidişatı intihara doğru.., "Faustçu" olarak adlandırabileceğimiz bir kültür modeline bağlı olarak büyüyor, gelişiyoruz. Faustçu kültür ise, ferdiyetçiliği ve kuru bir akıl anlayışını insanlar ve tabiat üzerine hakim kılmak esasına dayanıyor, işte bu perspektif içinde her geçen gün felakete doğru ilerliyoruz. Çünkü bu büyüme modeli insan île tabiat arasındaki ilişkileri asıl mecrasından uzaklaştırmaktadır. Cemiyetlerimiz, orman insanı ferdiyetçiliği ile totalitarizm arasında gidip gelmektedir. Fakat asla bir cemaat düşüncesine sahip olamadık. İnsandaki ulvî duygu varlığını.
İlahî yönü hep ihmal ettik, bu hislerin gücüne inanmadık."
"...Büyüme sadece iktisadî ve siyasî bir fenomen değil, her şeyden önce bir iman fenomenidir. Günümüzde insan, yalnızca üretmek ve yalnızca tüketmek için vardır... Bilimsel sosyalizm dedikleri de bu bozuk iktisat anlayışının bir uzantısıdır."
Bu araştırmalarım daha da geliştirmek maksadiyle, Unesco'ya bağlı, "Medeniyetlerin Diyalogu için Milletlerarası Enstitü"yü kurdu. Şimdi, Ensütü'nün müdürlüğünü yapmaktadır.
Artık, Batı medeniyetinin dışındaki medeniyetleri ve bihassa çok yanlış ve başka gösterilen islam ,medeniyetini olduğu gibi ve bütün ihtlşamiyle tanımak fırsatını yakalamıştı. Zaten o daha bu yıllardan çok önceleri de İslam'la yüzyüze gelmiş ve önemli te'sirlenmelere uğramıştı. Bunlardan birincisi için şöyle diyor:
"Bu ilk tecrübe, bana Sorbon'daki on yıllık tahsilimden daha çok şey kazandırdı."
On yıllık Sorbon tahsilinden daha çok şey veren olay, şöyledir: "Yıl 1940... Cezayir'de bir Fransız komutanın yönettiği kampta, genç bir Fransız aydını. birkaç arkadaşı ile birlikte kurşuna dizilmeye hazırlanıyor. Komutanın 'Ateş!' emri ve bu emre uymayan Güney Cezayirli Müslüman askerler... Komutan askerlerin üzerine hırsla yürüyüp. elindeki kırbaçla alabildiğine vuruyor, ama faydasız... Ve az sonra, o genç Fransız aydını île Fransızca bilen Cezayirli bir teğmen arasında şu konuşma geçiyor:
"Niçin ateş etmeyi reddetiler? Bizi sevmeleri için hiçbir sebepleri yok ki!
"Evet sizi sevmeleri için hiçbir sebeplerinin olmadığı doğru... Ama bir Müslüman savaşçısı için, silahsız bir insana ateş etmek, askerlik şerefiyle bağdaşmaz."
îşte, Müslüman oluşu dünyada yankılar yapan, çağımızın en ünlü düşünürlerinden Roger Garaudy'nin îslam ile ilk tanışması bu olayla başladı.
14 Eylül 1940 tarihinde, "gizil örgüt" kurmak suçundan Mareşal Petain rejimi tarafından tutuklanıp Cezayir'deki bir kampa yollanmıştı. Kampta bir gösterinin düzenleyicileri arasında olduğu için, Fransız komutan tarafından kurşuna dizilmek istenmişti.
Garaudy bu kampta üç yıl tutuklu kaldı ve Amerikan çıkarmasından altı ay sonra serbest bırakıldı. Hayatını borçlu olduğu Müslüman askerler olayını unutmamıştı. Doğru Cezayir kentine gitti ve Müslüman kültürü üzerinde bilgi edinmeye başladı. Ama, koca "Millî Kütüphane"de, îslam bilimi üzerine hiçbir eser yoktu. Bulabildikleri, îslam san'atı üzerine sathî bilgilerden ibaretti... Bu haksızlık karşısında isyan duyguları kabarıyordu..."
O yıl içinde gelişen olayları ve İslam'la ikinci karşılaşmasını da kendisinden dinleyelim:
"Serbest kalınca, bir sene Cezayir'de kaldım. Bu ikametim sırasında, hayatımda belki de en mühim bir te'sir bırakan büyük bir zatla karşılaştım. Bu zat, Cezayirli Müslüman Alimler Birliğinin başkanı Şeyh Beşir el-İbrahimî idi.
En Büyük Cihad kitabının yazarı Ammar Evzican ile beraber, onu ziyarete gittim. Şeyh îbrahimî'nin bulunduğu yerde heybetli bir adamın büyükçe bir resmini gördüm. Bu resmin, Fransa'nın düşmanı, büyük kahraman ve müttaki bir şahsiyet olan Cezayirli Emir Abdülkadir'e ait olduğunu öğrendim. Şeyh îbrahimî'nin izahatından onun hakkında ilk duyduğum şeyleri öğrenince; onun 19. asrın en büyük kahramanlarından biri olduğunu anladım. (Emir Abdülkadir 1808-1883 arasında yaşamış, bilhassa 1832-1847 arasında Fransa'ya karşı savaşmış, Şam'da vefat etmiştir.) Şeyh îbrahimî'nin bu dersi de benim İslam ile ikinci karşılaşmam oluyordu.
"Sonra Fransa'ya döndüm. Üçüncü buluşmam ise, 1968'de başladı. Bu da umumi olarak Avrupa'nın bilhassa Fransa'nın politikasında görülen ilk değişiklik alameti ile başladı. Tabiatıyla, değişiklik birdenbire olmamıştı. Bu değişiklik, bilhassa öğrencilerin ve işçilerin fikirleriyle ilgili olduğundan, hayli te'sirli olmuştu. O sırada ben üniversitede profesör idim. Ama işçilerden ve öğrencilerden çok şey öğrendim. Öğrendiğim şeylerin hülasası şudur:
Bazı organizasyonlar, başarılı olmaları halinde, başarısız olmalarından çok daha zararlı olabilirler. Bunların başında Batı tipi kalkınma gelir. Bu, ister emperyalizm, savaş ve öldürücü dahilî buhranlar üreten kapitalizm; ister halkına işkence uygulayan, Üçüncü Dünya'yı sömüren ve korkunç bir silahlanma ve nüfuz yarışma giren sosyalizm tarafından ifade edilsin, farketmez. Zira Sovyet Rusya da aynı modeli benimsemektedir. Stalin'in ve ondan sonra Kruschceffın, kapitalizme ulaşıp onu geçmenin mecburi olduğunu dile getiren sloganlarını hatırlayalım. Bu tip gelişmeler île, sosyalist bir idare kurmanın da imkansız olduğuna dair inancımı açıkladım. Sovyetler Birliği'nin, asla sosyalist sayılamayacağını dile getirdim. Sosyalizmin, dünyanın hiçbir yerinde bulunmadığım söyledim. Bunun üzerine derhal Komünist Partisi'nden kovuldum. Bu iş, bundan on üç sene önce, yani 1970 de olmuştu.
"Sonra (UNESCO) yetkilisiyle yardımlaşmak sayesinde 'Medeniyetlerin Diyalogu îçin Milletlerarası Enstitü' adlı bir merkez kurdum. Bu Enstitünün gayesi, Batılı olmayan ülkelerin, dünya kültüründeki rolünü ortaya koymaktır. Batı insanındaki üstünlük komplekinden. daha doğrusu bir vehimden kaynaklanan monologun, hep kendisinin konuşmasının, böylece duracağını düşünüyorduk. Ferdiyetçiliği yücelten, insanın insanî boyutlarını güdükleştiren, ruh yüceliğinden uzaklaştıran, beraberce yaşama düşüncesini öldüren,
ilim ve teknikle hikmet arasına sed çeken Batı Medeniyetinin...
Evet, böyle bir medeniyetin kendi kendisini tükettiğini, insanlığın ona muhtaç olmadığını isbatlayan birçok kitap yazdım. Bir süre önce Batı kültür ve medeniyetinde. Batılı olmayanların payları olmadığını iddiasını çürüten çeşitli kitaplar yayınladım. İslamın Müjdeleri ile îslam îstikbalimize Yerleşecek isimli kitaplar da bunlar arasındadır.
"Bütün bunlardan benim İslama, zaten oldukça yakın olduğumu görüyorsunuz. Hayatımın henüz baharında, ona ulaştıran yola girmiş bulunuyordum."
Garaudy, İslama gelişinde son adımı atmasına Katolik Kilisesi'nin sebep olduğunu söylüyor. Katolik Kilisesi'nin bu hatası Filistin Müslümanlarının aleyhinde Yahudiliğin, hatta siyonizmin lehinde olmaktı. Hıristiyanlık ve Kilise üzerindeki Yahudi tesirlerini ve bunların kendisini nasıl etkilediğini şöyle açıklıyor:
"Katolik Kilisesinin, Filistin meselesindeki tutumunun içyüzüne vakıf olduktan sonra, bu yola girdim. Din derslerinde çocuklara "İncil"in öğretimi siyonist propagandasına göre şekillenmiş. Mesela, Allah'ın Hz. îbrahim'e yaptığı bir vade binaen, Filistin'in Yahudilere ait olduğu intibaını uyandırıyorlar. Bu da Yahudilerin, Hıristiyan eğitim ve öğretimine ne derece nüfuz ettiğini göstermektedir. İsrail'in Lübnan'a yaptığı son istilanın ilk günlerinde, Le Monde gazetesinde uzun bir makale yayınlayarak, siyonizmi takbih ettiğimi açıkladım. Bunun neticesinde, hem ben, hem de Le Monde gazetesinin yazıişleri müdürü, Yahudi aliyhtarı olarak itham edildik. Oysa, tamamen aksine, Siyonizm din olarak yahudilikten çıkmış değildir. O, 18. yüzyılda Avrupa'da ırkçılık ve milliyetçilik atmosferinin hakim olmasının sonucudur. Siyasî Siyonizmi kuran Teodor Hertzl dindar değildi. Bilakis dinsizdi. İncil'i, sadece iddialarını kuvvetlendirmek maksadıyla kullanmıştır. Her neyse...
"...Beni Yahudi düşmanlığı ile itham ettiler."
"İslam İstikbalimize Yerleşecek kitabımla ilgili olarak Cenevre'ye konferans vermeye davet edildiğim zaman, Avrupa muhiti içinde canlı bir İslam tablosu gördüm. Gerçi Cezayir, Fas, Endonezya, Mısır ve Irak gibi Müslüman ülkeleri gezmiştim. Bilhassa Cezayir'deki ikametim, bana hayli tesir etmişti. Fakat Müslümanlarla, beşerî münasebetlerim pek olmamıştı."
Garaudy, aydın Müslümanları tanımasının da Müslüman oluşundaki payını dile getiriyor ve "Niçin Müslümanım?" yazısında da İslamı seçişinin temel fikrî sebeplerini açıklıyor. Ona göre, "îslamı seçmek çağı seçmektir. Çünkü İslamiyet bu çağın yegane dinidir. Çağın ümididir."
Le Monde gazetesinin birinci sayfasında yayınlanan ve büyük yankılar yapan yazısında İslamî düşüncelerini şöyle özetliyor:
"Batı dışı kültürleri incelediğim sırada, İslamın özel potansiyelinin şuuruna vardım. Ani bir keşif değildi bu îslam, Arap medeniyeti üzerine ilk coşkulu yazımı 1946'da Şeyh îbrahimî'yle çok önem taşıyan karşılaşmamdan sonra yazmıştım. Ama şimdi îslam, hayatımın sorularına cevap getiriyordu.
"Bu asrın tenkidi şuurunu ilgilendiren başlıca üç noktada.
1. Hz. Muhammed (a.s.m.), hiçbir zaman yeni bir din ihdas etme iddiasında bulunmadı. Bize Hz. İbrahim'in temel inancını tebliğ etti. Kur'an'da Hz. Musa ve İsa, İslamın peygamberleridir. Dünya, onun içinde Yahudi, Hıristiyan, Müslüman birliğini kurabilir.
2. îslam, ilmi hikmetten, hikmeti de imandan ayırmaz. Müslüman ilim, Kurtuba Üniversitesi'nin en parlak döneminde, sebeplerin araştırılmasıyla gayelerin araştırılmasını birbirinden ayırmıyordu. Bu da ilmin ve tekniğin, ilim ve teknik bürokrasisine; politikanın Makyevelizme dönüşmesini engeller. Sadece "nasıl?" değil, "niçin?" sorusunu da sormaya zorlar.
3. islam, inançla politika arasındaki (insanın iki boyutu) ilişkiler mes'elesinin ortaya atılmasını sağlar ve onları kilise ile devlet arasındaki ilişkilerle (iki kurum illşkisi) karıştırmaz Fransa ve Avrupa'da çok sık olduğu gibi.
Bu idealleştirdigimiz İslam, nerede mevcut diyeceksiniz? Hiçbir yerde. Doğru. Bir Kitapta ve insan yüreklerinde var sadece. Hıristiyan toplumlarında hiçbir zaman mevcut olmadığı gibi.
Garaudy, bu ideal îslam toplumunun, tarihteki tek ve emsalsiz örneğinin Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından Medine'de kurulduğunu söylüyor. Böylece islam, Hıristiyanlıktaki bir boşluğu doldurmuş, topluluğun teşkilatlanmasını gerçekleştirmiştir. Hz. Muhammed'in (s.a.v.) oluşturduğu topluluk ne belirli bir kan, ne belirli bir toprak, ne belirli bir pazar, ne de belirli bir kültür üzerine kurulmuştur. Bir imanda birlik üzerine kurulmuştur ve herkese açıktır. İşte bana bu, insancıl bir toplumun temeli olarak görüldü."
"Ancak, tarih boyunca bir tek örnek İslam için az değil midir? derseniz, ben de, Hıristiyanlıkta, Yahudilikte ve sosyalizmde o bir tek örnek dahi yoktur, derim. Evet, böyle örneksiz bir dünyada bir tek örnek bile çoktur ve önemlidir."
İslam nedir? sorusuna ise şu cevabı vermektedir:
"Bana göre islam şudur: İslamın büyük Peygamberi, 'yarın ölecekmiş gibi ahirete, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışın' derken, her şeyi anlatmıştır, İslam, anlaşılıyor ki, hem maddeye, hem de manaya hükmetmiştir. Öyle ise, bunların ikisi birbirinden koparılamaz. Nasıl koparılamaz: 'ilim Çin'de bile olsa gidip alınız, çünkü ilim ve hikmet Müslümanın kaybolmuş malıdır, ara bul' diyor, islam... ilmin, çalışmanın burada sınırı yoktur, islam, dünyayı sarsan bu iki olaya sınır koymadıgına göre, dünyayı sarsmıştır. Nasıl sarsmıştır?
"Getirdiği sistemle." Bu sistem nasıldır?
"İnsanı, yaratılmışların en olgunu ve en şere'flisi olarak kabul ederken, onun sömürülemeyeceğini anlatmıştır. İsraf, gösteriş ve lüksü tamamen yasaklıyan, kazancı, alınterindeki damlacıklarda arayan, biriken sermayeyi fakire ölçülü ve ahlak kaideleri içinde aktaran, faizi, tembelliğe ve fakiri ezmeye ittiği için yasaklayan ve gayr-ı meşru serveti bu kaideyle imha eden bir sistemler manzumesidir İslam...
"Halife île kölenin eşit hakka sahip olmasını mecbur kılmıştır. Bir deve olayı vardır ki, bu kralların kılıçlarından daha keskin bir hadisedir. Hz. Ömer île kölesi bir şehirden bir şehire giderken deveye sıra île binerler. Zaman zaman devenin yularını halife çeker, zaman zaman da köle. İşte adalet ve hukukta aklın devrimidir bu. "İslamiyetle diğer dinler arasındaki farkı da şöyle açıklıyor:
"Fark şudur: Bana göre İslam, çağları arkasında sürükleyen bir dindir. Diğer dinler ise, çağların arkasında sürüklendi. Yani İslam dışındaki bütün dinler, zamana uyduruldu. Reforma tabi tutuldu. Mukaddes kitaplar, çağlara göre tahrif edildi. Kur'an ise indirildiği günden beri hep zamana hükmetti. O, zamanı değil, zaman onu takip etti. Zaman yaşlandıkça, O gençleşti. İşte aradaki fark budur.
"Bu, çağlar üstü bir olaydır. Bugüne kadar bunca savaşların bıraktığı korkunç sosyal, siyasî ve ekonomik sarsıntılardan daha büyük bir olaydır bu..."
"Marksizm, kapitalizm ve İslam arasındaki fark nedir?", sorusu ise şöyle cevap buluyor: "Biri insanı devlete karşı esir eder. Diğeri ise, sermayeye karşı. Yani marksizm ile kapitalizmin ikisi de insanı sömüren sistemlerdir demek istiyorum. Ama İslam bunlara karşı, insana prestijini iade eden bir sistemdir."
"Dünyanın içinde bulunduğu büyük bunalımdan ancak Kur'an'la kurtulabiliriz" diyen Garaudy, bu kurtuluşun başlamış olduğuna da inanıyor "Batı'da İslam güneşi doğmuştur. Müslümanların sayısı da hızla artmakta ve bu durum Batıyı ürkütmektedir. Ne var ki,
bildiğiniz gibi, korkunun ecele faydası yoktur. Ben ve benim gibilerin vazifesi, kokuşmuş- Batıya, İslamı gerçek manasıyla tebliğ etmek ve İslamın müjdesini vermektir. Müslümanlar, Batılılaşma eğilimini bir an önce bırakmalıdırlar. Çünkü, Batı iflas etmiştir ve hastadır. Sağlıklı bir kişinin hastayı taklit etmesi ise manasızdır.
Müslümanların vazifesi nedir? Bunalımdan çıkabilmek için ne yapmalıdırlar: "Müslümanlar, içinde bulundukları bunalımlı ortamdan, Kur'an-ı Kerîmin mesajını tam manasıyla anlayıp uygulamaya soktukları zaman kurtulabilirler." Zira: "İslam. Allah'a, dünyaya, insana, ilimlere, san'atlara bakışı ile her insan ve her cemiyet için ayrılması mümkün olmayan İlahî ve beşerî temellerin her ikisine birden istinat eden yeni bir dünyanın inşa projesini mükemmelen vermektedir."
Fakat biz ne yapmıştık Türkiye'de? Garaudy. Fransa'daki merkeziyetçilikten şikayet edince bir derginin yazarı suçlanıyor:
"Ne yazık ki, biz de tüm kamu yönetim sistemimizi Fransa'dan kopye ettik."
Garaudy
ise cevaplıyor: "Bana öyle geliyor ki, siz, çağdaşlaşma ile Batılılaşmayı birbirine karıştırmışsınız."
"Halbuki bu özendiğimiz Batı, öyle bir Batı ki, diyor, ben bu Batı'da doğu felsefesi. İslam medeniyeti hakkında tek kelime bilmeden otuz sene profesörlük ettim."
Böyle bir Batıya ve bütün insanlığa karşı Müslümanın görevi ve sorumluluğu nedir? Sayıca çoğalmak, paraca üstünleşmek, maddî bakımdan gelişmek, silah bakımından modernleşmek mi? Hayır!... Müslüman, ancak çağın problemlerine cevap bulabildiği ve bunu her vasıtadan yararlanarak dünyaya anlatabildiği ölçüde vazifesini yapmış olacaktır: "Batı'nın çözüm getiremediği, içinden çıkamadığı' meselelere İslam çözüm getiriyor. Müslümanlar olarak, bu meselelere çözüm bulmak üzerimize düşeri bir vazifedir. Müslüman olarak bizlerin vazifesi, Sovyetvari, ya da Amerikanvari değil. İlahî kaidelere dayalı, yeni, özel bir ekonomik gelişme modeli sunmaktır... Sosyal, kültürel ve öteki sahalarda da bu sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmeliyiz. İslam, bizim bugünümüzü ve geleceğimizi aydınlatan, onu yönlendiren değerler bütünüdür. Bunu anlatmak istiyorum."
Yıllarca akıl hocalığı ve "ruh mimarlığı" yaptığı Marksistler, Garaudy'nin bu fikirleri karşısında şaşkına dönüyorlar. Onlar, daha önce yazdığı eserleri hemencecik Türkçeye tercüme edip hatmederler ve Garaudy'yi üstad bilirlerdi. Oysa şimdiki eserlerine karşı büyük bir ilgisizlik ve lakaytlık göstermeye çalışıyorlar. Çünkü onlar, "Garaudy'nin tutarsızlıkları, aklını oynatmış olabileceği gibi fantezilerle uğraşmayı yeğlediler." Bu tesbitin yapıldığı Cumhuriyet Gazetesi, konuyu şöyle noktalıyor:
"Bu yabancılaşmanın son halkası İslamiyeti Garaudy'den öğrenme çabasıdır. Garaudy'nin son kitaplarının Türkçeye kazandırılması ne kadar olumlu ise, İslamiyet'i Garaudy'den öğrenmeye kalkmak da o kadar saçmadır ve aslında öğrenmemek demektir."
Ancak unutulmamalıdır ki, ülkemizde hala Avrupa üflemekte, bizler oynamaktayız. Bu açıdan da Garaudy'nin bilhassa sol çevrelerde İslamiyeti yeniden keşfetmeye vesile olduğunu kabullenmek zorundayız.
Elbette, îslamı bir bütün olarak yeni kabul etmiş bir insanın çelişkileri olacaktır. Anadan doğma Müslümanların dinlerini Garaudy'den öğrenmeye ihtiyaçları da yoktur. Ama, îslamiyti öğrenmeye çok muhtaç aydınlarımız bulunduğu, Garaudy dolayısayla bir kere daha anlaşılmıştır. Zaten Garaudy'nin de Müslümanlara îslamiyti öğretmek diye bir iddiası yoktur. Bunu İstanbul'daki basın toplantısında şöyle ifade eti:
"Benim kitabım Müslümanlar için değildir. Bunu Müslümanlara akıl vermek için değil, kendi vatandaşlarıma îslamı duyurmak için Yazdım. Bu bakımdan da asıl da, îslam bizim geleceğimizdir."
Garaudy'ye, yine aynı toplantıda, "çok değiştiniz, İslam sizin için bir son olacak mı?" diye de soruldu. O da, "benim yapım değişmekle varlığını devam ettirir, değişmezse ölür. Ancak, aranan doğru bulunmuşsa, o zaman değişme, başkalaşma, değil; bulunan doğruda derinleşme olur" demişti.
Dileğimiz, Garaudy'nin bulduğu doğruda derinleşmesi ve yarım asırlık marksist kültürünün etkilerinden yüzdeyüz kurtularak Hakka hizmet etmesidir.
Diğer Müslümanlara düşen ise, Garaud'ye de ufuk açıcı seviyede çalışmalarla İslamın ilmî, fikrî temellerini, gerçeklerini gün ışığına çıkarmaktır. Yoksa, bazılarının yaptığı gibi, biraz elli yıllık marksist kültürünün te'siri, biraz nefis müdafaası, biraz da İslam hakkındaki bilgi noksanı sebepiyle, onu içinde bulunduğu yanlışlarla itham etmek değil... Hele gidip sünnetine takılmak hiç değil...
Asıl yapılması gereken Garaudy'lere de yol gösterici ve ufuk açıcı çalışmalar ve araştırmalar yapmaktır. Onun deyimiyle, İslam'ın bugünkü problemlere çare ve çözüm olabileceğini isbatlayan çabalar gereklidir. Bunu gösterebildiğimiz, yayabildiğimiz müddetçe daha çok Garaudy'ler "kelime-i şehadet"i söylemekte tereddüt etmeyecektir.

Türk Tarih Felsefesi




Bayram Akcan
Türk Tarih Felsefesi
Bir millet hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olmak istiyorsanız onun tarih felsefesini araştırmanız gerekmektedir. Tarih bir milletin yaptığı işi, tarih felsefesi ise; onu buna iten sebeplerdir. Diğer bir ifadeyle tarih maddi hali, tarih felsefesi ise maddi halin arkasındaki ruh halini ortaya koyar. Büyük bir tarihi olan bir milletin çocukları olarak bizde, tarih felsefemizin ışığında yeniden dirilişin mayasını hazırlamalıyız.

Büyük milletlerin büyük tarihi, büyük tarihi olan milletlerin de tecrübeleri fazla olur. Dünyanın en köklü milletlerinden birisi olan Türk milleti, hem tarih yapan hem de tarihi şekillendiren bir millettir. Çünkü çoğu milletlerin tarihinde de Türkler derin izler bırakmıştır. Montesquieu “Türkler olmasaydı tarih olmazdı” diyor. Büyük bir tarihi olan Türk milletinin tarihini yazacak tarihçisinin ve tarih felsefesini anlatabilecek ilim adamının az olması mânidardır. Bugün her vesile ile övündüğümüz tarihimizin felsefesini ortaya koyamamamız bizim tarihten yeteri kadar faydalanmadığımızı gösterir. Aynı milletin geçmiş ile yaşadığı zaman arasında derin bir idrak, vicdan, ahlak ve din anlayışı farkı mevcutsa, tarih felsefemizin hâla sağlam bir zemine oturtulamadığının kanıtıdır. Tarih felsefesi geçmiş ile bugün arasında bir köprü geleceğe uzanan eldir. Tarih üzerinde bir müddet düşünmek, sebep-sonuç ilişkisi içerisinde analizini yapmak gerekmektedir. Tarih felsefesi milletin dünyayı nasıl yorumladığını, hayata bakış açısını, değerlerini ortaya koyan disiplindir. Bir millet hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olmak istiyorsanız onun tarih felsefesini araştırmanız gerekmektedir. Tarih bir milletin yaptığı işi, tarih felsefesi ise; onu buna iten sebeplerdir. Diğer bir ifadeyle tarih maddi hali, tarih felsefesi ise maddi halin arkasındaki ruh halini ortaya koyar. Büyük bir tarihi olan bir milletini çocukları olarak bizde, tarih felsefemizin ışığında yeniden dirilişin mayasını hazırlamalıyız. Tarih bilmek ile tarihle ilgili bütün meselemizi hallettiğimiz inancı yanlıştır. Bir başka yanlış olan nokta da tarihten gerekli şekilde faydalandığımız inancıdır. Tarih bilip de tarih felsefesi üzerinde yoğunlaşmamak, yaşanılan her hangi tarihi bir olayda kafa yormadan kronoloji hesabı yapmak tarih adına zaaflarımızdan birisidir. Tarihi savaşlardan ibaret gibi düşünmek ve göstermek tarih ilmine olduğu kadar millete de ihanettir. Çünkü tarih geçmiş ile gelecek arasında bir bağ kurduğu cemiyetler de millî şuuru uyandırmada önemli bir yere sahiptir. Bugünkü durumu neden düştüğümüzü ve bundan kurtulabilmenin sebepleri öğrenmede tarih felsefesine ihtiyaç duyarız. Millî tarih hakkındaki “neden yada niçin” sorularının cevaplarını bize yine tarih felsefesi verir. Eğer bugün siyasi ve ahlaki buhranın içindeysek bunun cevabını tarih felsefesinde bulabiliriz. Bir örnek vermek gerekirse; sık sık ifade edilen “maddi sıkıntı yüzünden yakında millet isyan edecek” sözünü söyleyenler tarih felsefesini bilmediklerinden, cehalet örneği sergilemektedirler. Zira Türk devlet felsefesinde böyle bir olaya hiç rastlanmamıştır. Bazı gruplar eylem yada yürüyüş yapabilir ama bunu milletin tamamına mal etmek yanlıştır. Türk tarihinde bir devir gösterin ki; milletimizin kendi devletine karşı herhangi bir sebepten dolayı isyan emiş olsun. Devletin, Türk milletinin hayatında önemli bir yere sahip olduğunu aklı başında olan herkes bilir. Geçmişi ile bugünü arasında derin uçurumlar olan milletlerin, tarih felsefelerini ihmal eden milletlerin olması birer tesadüf değildir. Tarih felsefesi insanlara kendi tarihini daha iyi yorumlama ve anlama imkanı verir. Genellikle yaşlılarımızda gördüğümüz aşırı ecdat sevgisinin temelinde tarih felsefesinin izlerini görmemeniz onun ne derecede önemli olduğunu gösterir. Millî eğitim politikamızda da çocuklarımıza tarih ile birlikte tarih felsefesini öğretmeliyiz. Yetişen nesil atalarının sadece yaptığı savaşları değil, dünyayı yorumlama şeklini de öğrenmelidir. Yoksa koskoca tarihimiz savaş tarihi olarak kalacaktır. Tarih felsefesinin ne kadar önemli olduğu şu üç tarihi vaka ile açıklamak yerinde olacaktır. Avrupa’yı tirtir titreten Türk Başbuğ’u Atilla, misafirlerine altın kapta yemekler ikram ederken, kendisi tahta çanaktan tek türlü yemek yiyordu. Ondan asırlar sonra gelen ve Atilla’dan habersiz olan cihan padişahı Yavuz Sultan Selim’in de yemek usulü aynıdır. Atilla’nın Bizans hükümdarına yazdığı mektuptaki üslubu, hitap tarzının aynısını Kanuni’nin François’ya gönderdiği mektubunda da görebiliyoruz.
* * *Fatih Sultan Mehmed, yaptırdığı medresenin hocalarına odalardan birini kendisine vermelerini, devlet işlerinden fırsat buldukça ilmi incelemelerde bulunmak istediğini söyler. Baş müderris ise koca Fatih’e:
- Sultanım medrese de bir oda sahibi olmak için hiç değilse danışmend (Doçent) lik ilmi payesini ikrar etmiş olmak gereklidir. Sizin ise böyle bir ilmi payeniz yoktur. Bu bakımdan size oda tahsis edemeyiz.
Bu cevap üzerine Fatih şunu sorar:
- Üstadlarım, benim burada oda sahibi olmamın çaresi, yolu nedir?
- Sultanım, müderrisler heyeti huzurunda imtihan olunuz; eğer sahip olduğunuz bilgiler bir danışmendin bilgisi kadar veya ondan üstün ise size bir oda tahsis olunabilir. Fatih belirlenen günde müderrislerin huzurunda imtihan edilir, imtihanı başarır ve bir odaya sahip olur.
* * *Tiryaki Hasan Paşa’yı anlatmak yerinde olur. Altı ile sekiz bin kişilik bir kuvvetle Kanije’yi müdafaa ederek 80 bin kişilik Nemçe ordusunu yeniyor. Padişahın takdirini kazanan Paşa’ya Hatt-ı Humayunla vezaret tevcihi ediliyor. Paşa bu ilgi karşısında hüngür hüngür ağlıyor. Paşa’nın ağlama sebebi; daha önce böyle işler için Hatt-ı Hümayunla vezaret tevcihi olmaması. Paşa’ya neden ağladığı sorulunca da “Bizim yaptığımız nedir? Haçlı donanmasını yenen Piyale Paşa’ya, Hatt-ı Hümayunla vezaret tevcih edilmedi. Biz ne oluyoruz ki, böyle bir tevcihe layık olalım. Halife-i İslam’ın Hatt-ı Hümayunu cüz-i hizmetlere mükafat olmaya başladı. Buna teessür etmeyeyim de neye edeyim. Devlet bu kadar düştü mü ?”
Bugün ben devlet hizmetini yerine getiremiyorum, aldığım maaş haramdır diyen bir tek adam gördünüz mü? İşte tarih felsefesi budur. Biraz muhasebe ve öze dönüş gerek.
www.ufukotesi.com'dan alıntı yapılmıştır.

5 Temmuz 2008 Cumartesi

ÖRÜMCEK ADAM GERÇEK OLUYOR


İtalyan bilim insanları, tıpkı ünlü çizgi roman kahramanı Örümcek Adam gibi duvarlara tırmanıp çatılardan aşağı sarkmaya olanak tanıyacak bir teknoloji geliştirdiklerini açıkladı.

LONDRA - İtalyan bilim insanları, yakın gelecekte tıpkı ünlü çizgi roman kahramanı Örümcek Adam gibi duvarlara tırmanıp çatılardan aşağı sarkmaya olanak tanıyacak bir teknoloji geliştirdiklerini açıkladı. İtalya'nın Torino kentindeki Politeknik Üniversitesi uzmanlarının yaptığı çalışmada, örümcek ve kertenkelelerin dik yüzeylere ayaklarındaki küçük kıllarla tutunmalarından yola çıkıldı ve bu kılların yerine 'karbon nanotüpleri' adı verilen malzeme geliştirildi. Bu malzemelerle kaplı ayakkabı ya da eldivenler sayesinde insanlar birinden diğerine atlayarak gökdelenler arasında dolaşabilecek. www.habervitrini.com

3 Temmuz 2008 Perşembe

Güneş Sisteminde Yeni Gelişmeler




Güneş sistemi bir yumurta biçiminde
Güneş sisteminin bilindiği gibi bir daire şekilde olmadığı, kocaman bir el içeri doğru itmiş gibi kenarında girinti bulunduğu ortaya çıktı
Voyager 2 uzay aracının gönderdiği verileri
analiz eden araştırmacılar, Güneş Sistemi’nin bir yumurta biçiminde
olduğunu, çünkü Güneş’in yaydığı parçacık rüzgarlarının, bir
yıldızlararası manyetik alandan kaynaklanan gazlarla çarpıştığını
belirlediler.
Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA) 1977’de fırlattığı bu uzay
aracı, Dünya’dan yaklaşık 10 milyar kilometre uzaklıkta, güneş
rüzgarlarının sesüstü hızdan sesaltı hazı aniden düştüğü bu yerdeki bu
"uç çarpışma noktası"nı geçen yaz birkaç kez geçti.
Güneş Sistemi’nin sınırlarıyla ilgili bu yeni bilgileri Nature
dergisindeki bir makalesinde sunan Arizona Üniversitesi’nden astronom
Randy Jokipii, bu çarpışmanın, bir musluktan çıkan suyla evyenin yüzeyi
arasındaki karşılaşma ve kenarlarda toplanan suyun geri sıçramasıyla
karşılaştırılabileceğini belirtiyor.
Bu "uç çarpışma noktası"nın ötesinde, güneş rüzgarlarının etkisi,
Güneş Sistemi’nin dış sınırları anlamına gelen "heliopoz" düzeyine dek
azalıyor.
Jokipii, Plüton’un yörüngesinin ötesinde bulunan ve heliosfer adlı dev
bir kabarcıkla çevrili "heliopoz"un, Güneş ile Dünya arasındaki
uzaklığın 130 ila 150 katı (yaklaşık 20 milyar kilometre) olduğunun
tahmin edildiğini kaydediyor.
"Uç çarpışma noktası"nı 2004 yılı aralık ayında ilk kez geçen Voyager
1, güneş rüzgarlarının hızını, yoğunluğunu ve sıcaklığını ölçecek cihazı
bulunmamasına karşılık, güneş rüzgarlarının bu "ses duvarı"na Voyager
2’nin geçtiğinden 1.5 milyar kilometre daha kısa mesafede ulaştı.
Astronomlar böylece, Güneş Sistemi’nin tam bir yuvarlak olmadığını
anladılar.
Voyager 2 uzay aracı, bu "uç çarpışma noktası"nın ötesinin
sıcaklığının beklenenden daha yüksek olduğunu da ölçerek, çarpışmanın
etkisiyle hızlanan yıldızlararası kozmik ışın parçacıklarına bir enerji
transferi olabileceğini belirledi.
İnsanoğlunun, Dünya’dan böylesine uzakları keşfetmek için inşa ettiği bu
2 uzay aracı, saniyede 17 kilometre hızla yol alırken, Güneş Sistemi’nin
sınırlarını incelemek için gelecekte de onlarca yıl boyunca tek bilgi
kaynağı olmayı sürdürecek.